Avrupa’nın Gündemi

Avrupa’nın gündeminde bu hafta 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve Brexit tartışmaları vardı.

Avrupa’nın Gündemi

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü nedeniyle dünyanın birçok yerinde bu soruna karşı mücadeleler gerçekleşiyor.

Bu vesileyle yayımlanan veriler de kadına yönelik şiddetin ne kadar yaygın olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Almanya Federal Aile Bakanlığı şiddet istatistiklerini yayımladı.

İstatistikler, şiddetin etnik (Avrupa dışı ülkelerden gelen mültecilerle ilgili) veya dini (Müslüman göçmen ve mültecilerle ilgili) sorun olmadığını ortaya koydu.

Süddeutscher Zeitung’dan aldığımız yorumda, şiddetin özel değil toplumsal olduğunun kabul edilmesi, devletin ve politik mercilerin sorumluluk yüklenmesi, şiddet

sorununun sadece kadınları korumakla çözüleceği düşüncesinden vazgeçilmesi ile adım atılabileceği belirtildi.

Fransa’da ise cinsiyetçi ve cinsel şiddete karsı mücadelede ülkenin en büyük işçi ve memur konfederasyonlarının yöneticilerinin imzasıyla bugün yapılacak yürüyüşün çağrısını yayımlıyoruz.

Çağrı iş yerlerinde cinsiyetçi ve cinsel şiddete karşı mücadelenin önemine vurgu yapıyor ve sendikaların taleplerini belirtiyor.

Bu hafta İngiltere ve Avrupa Birliği (AB), Brexit sonrası ilişkilerinin geleceğine yönelik siyasi bildiri metninin taslağı üzerinde uzlaştı ama muhafazakar partinin içinde

büyük tartışmalar devam ediyor, hükümet parlamentodaki çoğunluğunu şimdiden kaybetmiş durumda.

Brexit taslağının parlamentoya sunulması halinde hükümetin oylamayı şimdiden kaybedeceği ön görülüyor ve başbakanı daha zor günler bekliyor.

Almanya’da her iki günde bir erkek beraber yaşadığı bir kadını öldürüyor.

Bunu ‘aile dramı’ olarak geçiştirenler yanılıyor, söz konusu olan toplumsal yapıdan kaynaklanan ve kamuoyunun sorumluluk taşımasını gerektiren cinsiyetçi yaklaşım.

 

KADINA YÖNELİK ŞİDDET TOPLUMSAL BİR SORUNDUR
Julian Dörr/Süddeutscher Zeitung

Perşembe günü, bugün ve tekrar pazartesi günü…

Almanya’da erkekler her iki günde bir beraber yaşadıkları bir kadını öldürüyor.

Federal Asayiş Dairesinin verileri bunu söylüyor.

Bazılarının göstermek istediğinin tersine kadına yönelik şiddet özel bir sorun değil, iki kişi arasında, kapalı kapılar ardında gerçekleşmiyor.

Ancak medyada kullanılan dil bile ‘Karışmayın, aile içinde bir şeyler oluyor, düzelir ya da bozulur’ şeklinde.

Bir erkek beraber yaşadığı kadını öldürse, dövse, hastanelik etse, gazeteler aile dramından söz ediyor.

Sanki yemek tuzlu olduğu ya da yandığı için çıkan bir tartışmanın beklenmeyen sonucuymuş gibi…

Bunun adı cana kıyma, insan öldürme, suçu işleyen de katil!

Adını koyup, sorunu önemsizleştirmeden nedenlerini ortadan kaldırmak için çaba harcamak zorunlu.

Sorunla, sorunun kaynağıyla yüzleşmek çözmek için ciddi bir adım atmak değil midir ki? 

Aile dramı kavramı, geniş toplumsal katmanları ilgilendirmeyen, iki kişinin ya da çekirdek ailenin arasında gerçekleşen, sadece dedikoducuların dikkatini çeken bir olay gerçekleşmiş intibaını uyandırıyor.

Kadına yönelik şiddetin toplumsal bir konu olarak ele alınıp tartışıldığını ancak suçlu göç kökenli olduğunda görüyoruz.

Örneğin Köln’de Noel gecesi, Kuzey Afrikalı erkeklerin karıştığı iddia edilen taciz olayları, Kandel’de, Freiburg’ta terk ettikleri göç kökenli erkekler tarafından öldürülen Almanlar, vb…

Halbuki Federal Asayiş Dairesinin verileri kadınlara yönelik şiddet uygulayan erkeklerin üçte ikisinin Alman vatandaşı olduğunu gösteriyor.

Kadınlara yönelik şiddet kesinlikle göçmenlere özgü bir problem değil.

Kesinlikle daha ataerkil veya kadınların özgürleşmesinin gerçekleşmediği ya da az gerçekleştiği toplumların, toplumsal kesimlerin problemi değil.

Almanya’da kadına yönelik şiddet uzun süre konu edilmedi, özel sorun olarak görüldü ve gözlerden gizlenmeye çalışıldı.

Daha önceki kuşaktan kadınlar, özel sorun olduğuna inandırıldıkları bu konuda şikayet etmeyi ayıp saydılar.

Yatak odasında olan biten kimseyi ilgilendirmezdi. Ancak 1997 yılında eşin tecavüzü suç olarak kabul edildi.

O zaman bile 138 milletvekili buna karşı oy kullandı. Halbuki kadına yönelik şiddeti önleme konusunda devlet ve politik çevrelere büyük bir yük düşüyor.

Kadına yönelik şiddete karşı sürdürülen kampanyalara ve konunun tabusuz konuşulup çözüm aranmasına daha fazla para ayrılması gerekiyor.

Sığınma talebinde bulunan kadınları yer ve personel azlığı nedeniyle geri gönderen kadın sığınmaevlerine daha fazla para verilmeli.

En önemlisi de aydınlatma çalışmalarına daha fazla para ve personel ayrılmalı.

Kadına yönelik şiddet günlük bir problem olduğu için, tecavüzcü, kadın katili ve tacizciler, karanlık bodrumlardan çıkan suçu işleyip kaybolan canavarlar olmadığı için, evimizde, yan evde, metroda karşımızda oturdukları, sokakta yanımızdan geçtikleri için toplumsal bir sorun olarak ele alınmak zorunda.

Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda toplum, devlet, hükümet sorumluluk yüklenmek zorundadır. Şiddet tartışmaları, kadının zayıflığı üzerinden sürdürülemez, sorun sadece kadınları ilgilendiren ve onlar korunursa çözülecek bir sorun olarak görülemez.

Şiddet özel bir sorun da değil sadece kadınları ilgilendiren bir sorun da değil!

Kadına yönelik şiddet erkeklerde başlıyor. Toplumsal olarak var olan, yeniden üretilen tehlikeli erkeklik olgusu şiddeti yaratıyor.

Erkeklerin duygularını bastırması gerektiği, kadınlardan güçlü, zeki vb. olduğunu dayatan, iktidarın onların elinde olduğunu empoze eden ve kadın erkek insanları bu şekilde eğiten ataerkil sistem ve geleneksel değer yargıları şiddeti meşrulaştırıyor ve yaygınlaştırıyor.

Kadın erkek eşitliği konusunda ve şiddetin azaltılmasında en etkili yol erkeklerin işin içine çekilmesidir.

Dünyanın yarısını oluşturan erkekler, kendilerini de köleleştiren ataerkil ilişkilere ve cinsiyetçiliğe karşı çıkmalıdırlar.

Çeviren: Semra Çelik

 

SENDİKACILAR KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI YÜRÜYECEK
Le Monde gazetesi

Özel sektörde olduğu kadar kamu sektöründe de, kadınlar cinsiyetçilik ve cinsel şiddetten kurtulamıyor.

Kadınların yüzde 80’i cinsiyetçi sözlere (CSEP’nin 2015 anketi), yüzde 32’si cinsel taciz ya da şiddete (IFOP’un 2018 anketi) maruz kaldıklarının belirtiyor.

Her yıl binlerce kadın çalıştıkları iş yerlerinde tecavüze (CVS’nin 2017 anketi) uğruyor.

Bu şiddetlerin kadınların sağlığı üzerinde olumsuz sonuçları oluyor, çevrelerini olumsuz etkiliyor, çalışma koşulları ve mesleki ilerlemelerini etkiliyor.

Bu kabul edilemez gerçeklik bir kader değildir: Çözümler vardır, fakat bunun için siyasi bir irade ve iyi niyetli deklarasyonların ötesine geçmeyi gerektiren olanaklar gerekiyor.

İş yerinde kadınların maruz kaldığı şiddet hâlâ görülmez yer olmaya devam ediyor.

İş yeri ya da idarelerde yaşananlar sadece iki meslektaş ya da beyaz yakalı ile işçinin arasında yaşanan bireysel sorun olarak algılanamaz.

 

MARUZ KALANLARI KORUMA ZORUNLULUĞU
 

Özel sektör ya da kamu hizmetindeki patronun yasalara göre “İşçinin güvenliğini sağlamak ve fiziksel ve ruhsal sağlığını korumaya yönelik önlemler” alma zorunluluğu vardır.

Yaşanan şiddeti bildiren kişinin hem mesleki kariyeri ve hem de işi korunmalıdır.

Bu mağdurların çalışma saatleri konusunda, çalışma alanları konusunda, izin alma konusunda, aynı şirkette bölüm değiştirebilme ya da gerekirse de bölge değiştirebilme

konusundaki taleplerin hayata geçmesi ve sağlık hizmetlerinden faydalanabilmeleri için değişikliklerin yapılması gerekiyor.

Şiddete maruz kalan ya da taciz, şiddet ve ayrımcılığa tanık olup da teşhir edenleri işten atan patronlara karşı cezalar verilmelidir.

İşçi ve personel temsilciliklerinin görevlerini yerine getirebilmeleri için olanaklar ve cinsiyetçiliğe-cinsel şiddete karşı mücadelede yetki verilmelidir. 

Kamu hizmetleri, bakanlıklar, yerel yönetimler, sağlık hizmet merkezleri şiddeti engellemeye, mağdurları koruma, tacizcileri ise cezalandırma konusunda örnek olmaktan çok uzaklardır.

Cinsiyetçi ve cinsel şiddeti öngörme ve ona karşı mücadele etmede iş yeri düzeyinde yaptırımsal önlemlerin hayata geçirilmesini talep ediyoruz.

İşte bundan dolayı bizler, sendikacılar olarak, 24 Kasım’da Fransa’nın her yerinde #noustoutes ile birlikte yürüyeceğiz.

 

KAMU HİZMETİNDE ÖRNEK TEŞKİL ETME

Cinsiyetçiliğe ve cinsel tacizlere karşı işyerlerimizde ve kendi örgütlerimizde mücadele yürütmeye kararlıyız.

Zira birçok meslektaşımız cezalandırılması gereken davranışların olduğu konusunda dikkatimizi çekiyor.

Çoğu zaman kadınlar, şiddete karşı bir şey yapmayı, önleyici önlemler almayı, bir soruşturma yürütmeyi, tacizciyi cezalandırma ve çalışanlara yardım etmeyi reddeden

ve sadece mağdurun çalıştığı yeri değiştirmeyi tercih eden, “Aman gürültü yapılmasın” eğilimi içinde olan işveren veya idare ile karşı karşıya kalıyor.

24 Kasım’da Fransa’nın her köşesinde iş yerinde kadınların cinsiyetçiliğe ve cinsel şiddete maruz kalmasına hayır demek için sokaklarda olacağız.

İş yerlerinde kadınları korumaya yönelik titiz kuralları talep etmek için, şiddeti önleme ve denetim altında tutmaya yönelik olanakların hayata geçirilmesi için yürüyeceğiz.

Hiçbir kadının cinsiyetçi ve cinsel şiddete maruz kalmaması için yürüyeceğiz.

Ne iş yerinde ne başka yerde.

İlk imzalayanlar : Laurent Berger, CFDT Konfederasyonu Genel Sekreteri, Luc Berille, UNSA Sendikası Genel Sekreteri, Eric Beynel, Solidaires Sendikasının Eş Sözcüsü,

Pascale Coton, CFTC Konfederasyonu Başkan Yardımcısı, Sigrid Gerardin, Snuep-FSU Sendikasının Eş Genel Sekreteri, Cecile Gondard, Solidaires Sendikasının Eş Sözcüsü,

Bernadette Groison, Fsu Sendikasının Genel Sekreteri, François Hommeril, CFE-CGC Konfederasyonunun Konfederal Başkanı, Martine Keryer, CFE-CGC

Konfederasyonunun İş Sağlığı Ve Sakatlık Konusundaki Ulusal Sekreteri, Lila Le Bas, UNEF Öğrenci Sendikası Başkanı, Sylvie Liziard, UNSA Sendikası Ulusal Sekreteri,

Beatrice Lestic, CFDT Konfederasyonu Ulusal Sekreteri, Philippe Louis, CFTC Konfederasyonu Başkanı, Dominique Marchal, CFDT Konfederasyonu Konfederal Sekreteri,

Philippe Martinez, CGT Konfederasyonu Genel Sekreteri, Céline Verzeletti, CGT Konfederasyonu Konfederal Sekreteri.

Çeviren: Deniz Uztopal

 

THERESA’NIN YARARINA MI, YOKSA HALKIN BREXIT’İ Mİ?

Theresa May’in sözde AB’den çekilme planının taraftarları, planın olumlu yanını savunmaktansa, tehdit olarak, alternatifin çok daha kötü olabileceğini söylemeyi tercih ediyorlar.

Windrush skandalı sebebiyle istifa etmek zorunda bırakılan, AB içinde kalma taraftarı Eski İç İsleri Bakanı Amber Rudd, Çalişma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak (kabineye) çağırılarak May taraftarlarının ne kadar azınlıkta olduğunu gösteriyor.

Amber Rudd de başbakanın sunduğu AB planını reddedilmesi durumunda Brexit’in gerçekleşmeyeceğini tekrarladı.

Amber Rudd alay ederek, “Eğer bu plan geçmezse, her şey olabilir. Ayrılma taraftarları Brexitlerini kaybedebilirler’ şeklinde konuştu.

Onun görüşüne göre parlamento bir anlaşma olmaksızın AB’den ayrılmaya karşı oy kullanabilir ve bu da May’in teklifi tek alternatif anlamına geliyor.

Pek çok kalma taraftarı muhafazakar parti milletvekili, başbakanın tasarısının AB gümrük birliğini, ortak pazar kurallarını ve Avrupa Adalet Mahkemesi yetkisini sürdüreceğini görüyorlar ve onlar da zaten bunu istiyorlardı.

May, Donald Trump ABD Başkanı olduktan sonra onunla sadece kısa bır zaman geçirmesine rağmen onun gibi, tuhaf bir camdan bakıyor ve benzer bir  tutum alıyor: “Bir

kelimeyi kullandığımda o kelime sadece onunla ne kastettiysem o anlama gelir, ne eksik ne de fazla”.

Yani May’e göre, kendisi hariç kimse inanmasa da, Britanya gelecek Martta gümrük birliğini, ortak pazarı ve Avrupa Adalet Mahkemesini  terk etmiş olacak. 

May, Jeremy Corbyn’i okumadığı bir planı eleştirmekle suçlamıştı fakat planın içeriği konusunda herhangi bir muamma yok.

AB Yetkilisi Michael Barnier müzakere takvimini ilk günden itibaren belirlemişti ve çekilme anlaşmasının gelecekte ikili ilişkilere devam edebilmesi için Brüksel’e

yaklaşık 40 milyar sterlin bir tazminat ödenmesi konusunda anlaşmaya varılması gerektiğini söylemişti.

Barnier AB’nin kırmızı çizgilerini şart koştu ve May kendi milletvekillerine bunları peşinen reddedeceğini söyledi ama baskıya dayanamadı ve bunları kabul etti.

Bu sadece başbakanın özelde zayıf olmasından kaynaklanmıyor, aynı zamanda sürekli telaffuz ettiği “milli çıkarları Londra’nın finans sektörünün çıkarlarıyla bir tutmasından da kaynaklanıyor.

Gümrük birliği, ortak pazar ve Avrupa Adalet Mahkemesinin etkisinin devam etmesine katılmakla beraber,  devletin ekonomiye müdahil olmasını kısıtlamanın da devam etmesi May ve onun mutemetleri için adeta yaşam kaynağı.

Bu kesinlikle İşçi Partisi için geçerli değil ve olmamalı -Corbyn ve Gölge Maliye Bakanı John McDonnel AB hükümetleri tarafından paylaşılıp birliğin daha zayıf

devletlerinde Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Adalet Mahkemesi tarafından uygulanmaya çalışılan Ortodoks neoliberalizme karşı farklı öncelikler tasarladı.

İşçi Partisi, May’in utanç verici çekilmeme planına karşı koymakta haklı.

AB’nin diğer 27 üye ülkeyle anlaşma yapmak, anlaşmaksızın ayrılmadan daha cazip olabilir ve muhafazakarlar bunu düşünmeliydi ama onların hoyrat konuşma tarzı eşit

taraflarca değil ricacılar olarak görüşmek anlamına geldi.

Şimdi bile anlaşma olmaksızın çekilmek Alman araba üreticileri veya İrlandalı biftek ihracatçıları kadar İngiliz şirketleri için de epey sorun teşkil edebilir, öyle ki adaletli

bir anlaşmaya kısa zaman içinde varılabilir.

McDonell, eğer May’in planı ağır biçimde eleştirilirse ve İşçi Partisi farklı bir yaklaşımla destek kazanırsa Corbyn’nin bir sonraki hükümeti genel seçim olmaksızın

kurdurma hakkı olduğunu söylemekte haklı.

Yarın akşam sunulacak olan halkın Brexit’i, May’in finans sektör tarafından dikte edilmiş önerilere karşı gerçek bir alternatif teşkil ediyor ve ayrılma sonrası referandum

oylamasında büyümeyi, istihdamı, işçi haklarını ve kamusal hizmetleri önceliyor.

Çeviren: Güneş İspir

Yayınlama: 24.11.2018
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.