Almanca konuşan, kişilik kuramlarında ilk üçleme | Freud, Jung ve Adler; Benzerlikleri ve Farkları
Kişilik yapıları, enerji, gelişim, insana bakış açısı, cinsellik, eşcinsellik, kadın eksikliği, nevroz, psikopatoloji, terapide amaç, terapi süreci ve rüyalar şeklinde ilgili konular bu üç kurama göre açıklanmış ve benzerlik ve farklar vurgulanmıştır.
Klinik Psikolojinin ‘babası’ sayılabilecek ilk kuramcı Freud; ondan etkilenerek Psikanaliz’i benimseyen, ancak daha sonra kendi kuramlarını oluşturan Jung ve Adler…
Bu üç kuramcının Dinamik Kuramların “üçleme” si olduğunu söylemek mümkündür. Temellerini Freud’dan alan Jung ve Adler’in kuramlarında Psikanalize benzer yanlarla birlikte oldukça farklı yanların da varlığı söz konusudur.Bu çeşitli benzerlik ve farklılıklara farklı başlıklar altında değinilecektir. Yapılar Freud ve Jung, insan psikolojisinin ve psişesinin işleyişini çeşitli yapılarla açıklamaya çalışmışlardır. Bilinç kavramının, Freud ve Jung da benzer nitelikte olduğunu görürüz. Bilinç, ‘farkında olunan’ kısımdır. İki terapide de amaç, bilinci arttırmaktır. Bilinç alanını geliştirmek, Jung’un düşünme, hissetme, duyum ve sezgi dediği zihinsel işlevlerin günlük yaşama uygulanmasıyla olur.
Freud’da ise kişinin rahatsız edici bilinçaltı materyalini terapi sürecinde bilinç düzeyine taşıması ile bilinç arttırılır (Geçtan, 2002). Ego kavramının iki kuramda farklı açıklamalara sahip olduğunu görürüz. Jung’da Ego; bilinç düzeyindeki algı, düşünce, duygu ve anılardan oluşur. Neyin bilince çıkacağına karar veren bir damıtma mekanizması gibidir; bunu etkileyen de bireye egemen olan zihinsel işlevdir. Freud’un Ego’su, İd dürtülerini kontrol eden ve gerçeklik ilkesine göre çalışan bir yapıdır. Freud daha çok ego sistemindeki büyüme ve gelişme ile ilgilenmiştir, ve Ego işlemlerinin bilinçdışı süreçte gerçekleştiğini söylemiştir. Ancak Jung’daki Ego, tamamen bilinçlidir (West, 2008). Jung’un Kişisel Bilinçdışı yapısından bahseder; bireye özgü bilinçdışı. Bastırılmış anılar, acı verici düşünceler ve bilgiler buradadır. Bu materyalin bir kısmı istendiğinde bilince çıkabilirken bir kısmı çıkamayabilir (Jones, 2011).
Bu özelliği ile Kişisel Bilinçdışı, Freud’un Bilinç öncesi ve Bilinçdışı yapılarının birleşimi gibi görülebilir. Jung, yalnızca Freud ve Adler değil, diğer bir çok kuramdan farklı olarak Kolektif Bilinçdışı kavramını ortaya atmıştır. Psişenin, insanlık tarihi boyunca biriktirilen ortak deneyimler, evrim ve kalıtımın izlerini taşıyan ve tüm insanlarca ve kültürlerce paylaşılan yapısıdır. İçeriği Arketip’lerden oluşur (Jones, 2011). Mistik bir yapıya sahip olduğunu söyleyebileceğimiz bu kavram, Freud ve Adler’e uymaz. Jung Freud’dan kopmadan önceleri hayatın bu yönüne ilgi duymaya başlamış; hatta parapsikolojik ve mistik olayları Freud’a kabul ettirmeye çalışmıştır ancak Freud kesin şekilde karşı çıkmıştır (Jung, 2002). Jung, toplumu içselleştirmenin Kolektif Bilinçdışı kavramı vasıtasıyla gerçekleştiğini iddia etmiştir. Bu durum Freud’da Süper Ego ile açıklanır, süreç ise Oedipus Karmaşasının çözümlenmesidir.
Adler kuramında, organizma parçalarının bir bütün olup, bölünemez olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla İd, Ego gibi kişiyi parçalara ayıran yapılardan bahsetmez. Freud ile kendi kuramının tartışmasını yaptığı bir yazısında, insanı yapılara ayırmanın zararlarına ve bu yapıların muğlaklığına değinmiştir. Freud’un Süper Ego kavramında, onun kuramında geçen Üstünlük Çabasından başka bir şey göremediğini söylemiştir (Çelik, 1984). “İnsanı Tanıma Sanatı” adlı kitabında (1927); bilinçaltı kavramını kabul ettiğini ve açıkladığını görsek de bunu bir ‘yapı’ olarak ele almadığı açıktır. Freud’a göre içgüdülere hizmet eden ve gerçekte arabuluculuk yapan fonksiyonlardan oluşan Ego ‘yapı’sına karşı Adler, Benlik kavramını ortaya koymuş ve Benliği karar yeteneğine sahip, bireye amaçlı bir yaşam sağlamaya çalışan sistem olarak tanımlamıştır (Yanbastı, 1990). Enerji Freud için Libido cinsel içerikli bir enerjidir ve insan kişiliğinin oluşumunda ve yaşamın sürdürülmesinde önemli bir rolü vardır. Jung’da ise Libido; dinamik, sürekli hareket halinde olan ve kendi kendini düzenleyen sistemi, canlı tutan ruhsal enerjidir (Yanbastı, 1990). Jung’un ruhsal enerji dediği libido ile Freud’un libidosu farklıdır.
Burada libido temel gereksinimler karşılandıktan sonra duyguların doyurulması felsefi manevi ihtiyaçların karşılanmasını da içerir (Geçtan, 2002). İlle de cinsel olması gerekmeyen libido, kendini ancak evrensel sembollerle ifade eder (Muckenhoupt, 2008). Adler de, Freud’la ayrı düşmesine yakın dönemlerde, libido kavramından uzaklaşmış ve bu enerjiyi Güç İradesi için bir dürtü olarak yorumlamıştır (Muckenhoupt, 2008). Eğer bir enerjiden bahsedeceksek, Adler’in bu enerjiyi Aşağılık Duygusunu Üstünlük Çabasına yönelten itki olarak kabul ettiğini yorumlayabiliriz. Aynı şekilde kuramında önemle vurguladığı Organ Eksikliği durumunda, kişinin enerjisinin bu eksik olan organda olduğunu, ve bunu telafi etmeye yönelik girişimlerde bulunacağını söylemek mümkündür. Gelişim Freud’un gelişimsel dönemleri ergenlikte sonlanır.
Preoidipal dönem olan yaşamın ilk altı yılı en önemli dönemdir. Sonraki dönemlerle fazlaca ilgilendiği söylenemez. Jung bundan farklı olarak yetişkinlik ve yaşlılık dönemleriyle de ilgilenmiştir. Özellikle orta yaş, en önem verdiği dönemdir. Libido, felsefi ve manevi ihtiyaçları karşılamaya odaklanmış durumdadır (Geçtan, 2002). Bu orta yaş döneminin hayatın ilginçleşmeye başladığı dönem olduğunu söyler. İnsan hayatının ilk yarısı tipik olarak kendini dünyadaki yerini oluşturmaya adamıştır. Çoğu için bu kariyer oluşturma, aile kurma, işle ilgili amaçlarını başarma gibi hedeflerin peşinde koşmaktır. Ancak insan bir kere dünyadaki bu yerini garantiledi mi, ortaya başka kaygılar çıkmaya başlar. Hayatın kalan ikinci yarısı, kişiler hayattaki anlamları için kaygılanmaya başlarlar. Bu döneme orta yaş krizi denir (Vernon, 2011). Adler ise Freud gibi gelişimin ilk yıllarının insan için önemli olduğunu kabul etmiş, ancak bu süreçte anne baba etkisini vurgulamıştır. Burada anne baba etkisiyle birlikte doğum sırası, sosyal ilgi ve organ eksikliği olup olmaması da önem teşkil etmektedir.
Adler, Freud ile farklılıklarını vurguladığı yazılarında, çocukluk dönemiyle ilgili odak noktalarının farkından bahseder. Freud Oedipus Kompleksine önem verirken, Adler şımartılmış çocuğa, organ eksikliği olan çocuğa bakar. (Çelik, 1984). İnsana Bakış Açısı Genel olarak bakıldığında, Freud’un insanı pasif; Jung ve Adler’in ise daha aktif bir varlık olarak gördükleri söylenebilir. Freud’a göre yaşam, ölene kadar yinelenen içgüdüsel eylemlerden oluşur. Oysa Jung, insanı kendini yenilemeye çalışan ve yaratıcı bir gelişim içinde bulunan bir varlık olarak görür (Yanbastı, 1990). Freud’da asal olarak insan içgüdülerinden dolayı ‘kötü’ bir varlık gibidir. Adler’de ise insan iyi ya da kötü değildir.
Yaşam biçimine ve o anda içinde bulunduğu koşulların etkisine göre iyi ya da kötü olma durumlarından birini seçebilir. İnsan yaratıcı ve seçici bir varlıktır. Freud’daki gibi içgüdülerinin ve uygarlığın tutsağı değildir. Çevresini ve olaylara vereceği tepkileri kendi seçer (Yanbastı, 1990). Dahası insan, toplumsal ilgiye eğilimli olduğu için dolayısıyla iyiliğe eğilimlidir (Çelik, 1984). Adler’in kuramına göre, kişilik bireyin kendisine, diğer insanlara ve topluma karşı geliştirdiği tutumların ürünü olarak gelişir. Kişiliğin merkezi bilinçtir.
İnsan davranışlarının bilincindedir ve bilinçli bir varlıktır. Bu görüş, bilinci bilinçdışının dışarıda kalan ucu olarak tanımlanmayan ve üzerinde çok durmayan Psikanalizin zıttıdır (Yanbastı, 1990). Burada Adler’i ayıran bir başka konu, kişiliğin özgünlüğüne verdiği önemdir. Adler çeşitli özellikleri ve değerleri ile her insanın tek ve kendine özgü olduğuna inanır. Freud gibi Adler için de insan yaşamında geçmiş yaşantılar önemlidir, fakat asıl önemli olan geleceğe yönelik beklentiler ve güdülerdir (Yanbastı, 1990). Freud, bireyi kendi kişilik yapısı içersinde incelerken, Adler; insanı diğer bireylerle kurduğu ilişkiler ve toplumsal çevresi ile etkileşimi içinde değerlendirir (Yanbastı, 1990). Bu yönüyle Adler’in ilk sosyal psikolog olduğu söylenir. İlk kez insanı çevresiyle beraber ele almıştır. Jung, her insanın bireyselleşme ve bütünleşme eğilimi ile doğduğuna inanmaktadır. Kişinin tüm özelliklerini kabul etmesini içeren bu süreçlerle, Jung’un insana pozitif bir bakış açısı olduğunu söylemek mümkündür. O’na göre insan çok daha derin, maneviyatı kuvvetli bir varlıktır.
Cinsellik Bilindiği üzere Freud, kuramının cinsellik yönüyle oldukça ses getirmiştir. Temelde bir çok karmaşanın nedeni, cinsellikle ilgili içgüdüler ve İd dürtüleridir. Bununla birlikte Freud, çocuklukta cinsellikten de yoğun şekilde bahsetmiş ve genellikle bu alanda tepki toplamıştır. Kuramının önemli keşiflerinden biri Oedipus Karmaşasıdır. Jung’a göre insanın çocukluğu daha kelebek olmamış tırtıl gibi aseksüeldir. Anne ise bir seks objesi değil, koruyucu ve besleyici bir figürdür (Muckenhoupt, 2008). Adler de aynı şekilde çocukluk cinselliğine karşı çıkmıştır (Geçtan, 2002). Eşcinsellik Jung ve Freud, insanın biseksüel olarak doğduğunu iddia eder (Geçtan, 2002). Bu düşüncenin izlerine kuramlarında da rastlamak mümkündür. İnsanın bu özelliğinden dolayı, örneğin erkek çocuğun babası ölmüşse ve önünde erkek bir model yoksa Freud’a göre eşcinsellik olabilir. Oedipus karmaşası yaşanamayacak ve babanın rolleri içselleştirilemeyecektir. Jung da Anima -erkek psişesinin kadın yönü- ve Animus -kadın psişesinin erkek yönü- ‘dan bahsederek, her iki cinsiyetin özelliklerini de içimizde barındırdığımızı vurgulamıştır.
O’na göre Anima ve Animus çok bastırılırsa homoseksüelite olabilir. Adler, eşcinselliğin kalıtım yoluyla gelebileceğine itiraz etmemiş, ancak kişilerin kendi iradeleriyle eşcinsel ilişki deneyimini seçebildiklerini de vurgulamıştır. Ayrıca eşcinsel bireylerin toplum içersindeki davranışlarını, kendilerini gösteriş biçimlerini ya da gizleyiş biçimlerini, kendilerine ilişkin algılarını, kadınsı ya da erkeksi özelliklerini irdelemiştir (Adler, 2005). Kadın Eksikliği Freud ve Adler, kadınların eksik hissetmesi olgusuna farklı açılardan yaklaşmışlardır. Freud’a göre kadınlar erkeklerin üreme organlarına imrendikleri için eksiklik duyarlar. Freud buna penis kıskançlığı demiştir. Adler kadınların eksikliği durumunu Erkeksi Protesto ile açıklar. İçinde yaşanılan kültür kadınları yetersiz varlıklar olarak değerlendirdiğinden kadınlar eksiklik duyar. Bu ortamda erkekler daha çok hak, ayrıcalık ve önceliğe sahiptir. Buna karşın kadın erkeksi protesto yapar (Yanbastı, 1990). Bu durumun toplum ve kültür özelliklerine göre değişebileceği söylenebilir. Ataerkil toplumlarda daha çok gözlemleyebileceğimiz bu erkek yanlılığı, kadınlarda aşırı kadınsı ya da erkeksi davranışlara yol açabilir. Aynı şekilde erkekler de kendilerinden çok fazla beklenti olduğuyla yüzleşip bunu kaldıramadıkları zaman çevresine meydan okurcasına kadınsı ya da aşırı maskülen olabilir. Adler her ikisinin de Erkeksi Protesto olduğunu söylemiştir. Nevroz Freud’a göre nevrozun kökeninde içgüdüler ve cinsel çatışmalar bulunur.
Adler ise nevrozun yetersiz öğrenme sonucu oluştuğunu ve yanlış algılamaların ürünü olduğunu iddia etmiştir (Yanbastı, 1990). Burada Freud, uygarlığın bedelinin nevrozla ödendiğini vurgularken, Adler yeterince uygarlaşmamış olmanın sonucunun nevroz olduğunu söylemiştir (Yanbastı, 1990). Freud’a göre uygarlaşabilmek için bastırılan İd dürtüleri nevroza yol açmaktadır. Adler aynı zamanda Aşağılık Kompleksine yol açan durumların yetişkinlikte nevrozun ortaya çıkmasında rol oynayan değişkenler olduğunu iddia etmiştir. Bunlar; organ eksikliği, çocuğun aşırı şımartılması ya da korunması, çocuğun istenmemesi ya da aşırı ihmal edilmesidir (Geçtan, 2002). Jung, nevrozların sadece cinselliği bastırmaktan ya da cinsellikle ilgili travmalardan kaynaklanmadığını söylemiş; Freud’un cinselliği bu kadar vurgulamasının ne kadarının doğrulanmış deneyimlerine ne kadarının öznel önyargılarına dayandığını şüpheyle sorgulamıştır (Jung, 2002). O’na göre sorun, kişinin kendi çeşitli yönlerini reddetmesiyle başlamaktadır. Psikopatoloji Psikanalitik kuram içersinde psikopatolojinin nedeni Freud’a göre cinsellikle ilgili bastırmalardır. Adler’e göre iktidar hırsı ve güç isteğidir. Jung ise dinsel ve tinsel gereksinimler ile bilim arasındaki çelişkilerin bazı psikopatolojilerin oluşmasında etken olduğunu iddia etmiştir.
Bir diğer önemli etkense insanın kendisine yabancılaşmasıdır (Yanbastı, 1990). Ayrıca Jung, zihinsel hastalıkların çoğunun kaynağında çocukluk yaşantıları değil hali hazırdaki psikolojik çatışmaların bulunduğunu vurgulamıştır (Muckenhoupt, 2008). Bilinçdışında okula gitmekten korkan bir çocuk sabahları kusabilir çünkü midesi onun en zayıf organıdır. Freud böyle bir olguyu bir tür savunma mekanizması olarak yorumlarken; Adler aynı olayı ruhsal bir gerilim durumunun zayıf bir organda yansıması olarak değerlendirir. Bu görüş psikosomatik bozuklukların açıklanmasında hala geçerlidir (Yanbastı, 1990). Görüldüğü gibi kuramcılar, patolojiye temel bakış açılarından başlayarak farklı özelliktedirler. Terapide Amaç Freud’da terapinin amacı ruhsal yapının çeşitli bölümleri arasında uyum sağlamak, kişinin baskı mekanizmasını düzenleyerek bilinci arttırmak, davranışlarını bilinçli denetim altına almasını sağlamak, başka bir deyişle Ego’yu güçlendirmektir. Adler’de ise bu amaç kişiliğe yeni boyutlar katarak kendini gerçekleştirme ve toplumsal ilgiyi geliştirme yönündedir (Yanbastı, 1990). Adler’e göre terapinin amaçları; kişinin kendini aşağılama duygularının yoğunluğunu azaltmak, olayları algılama ve değerlendirmedeki yanlış alışkanlıklarını ortadan kaldırmak, hatalı amaçları ortadan kaldırmak ve daha gerçekçi ve yararlı amaçlar geliştirmesini sağlamak, insanlarla yapıcı ilişkiler kurmasını desteklemektir. Bu amaçları gerçekleştirmek için hastayı anlamak, hastanın kendisini anlamasını sağlamak ve hastada sosyal ilgi geliştirmek gerekir (Geçtan, 2002). Jung’da tedavi, kişinin kendisini tanımasını ve yeniden biçimlendirmesini amaçlar.
Başka bir deyişle amaç; iç dünyasından kopmuş kişilerin iç dünyasıyla buluşmasını sağlamaktır. Bu aynı zamanda bilinçdışı materyalin bilince gelmesini sağlamaktır. Kişinin farklı yönlerinin bilince çıkması, yani Bireyselleşme desteklenir; bunu Bütünleşme takip eder (Geçtan, 2002). Görüldüğü üzere, bu üç kuramcının tedavideki ortak yönlerinin ‘bilinci arttırmak’ olduğu açıktır. Ancak bu konuda farklı kaynaklar belirtip farklı yollar izlemişlerdir. Terapi Süreci Jung psikoterapiyi ikiye ayırmıştır: İndirgeyici-Analitik ve Bileşimsel-Hermonik. İlki Freud ve Adler’in çizgisine benzer. Bu, biyolojik dürtüleriyle çatışan gençlerde kullanılabilir. İkincisi Jung’a özgüdür. Orta yaş dönemindeki manevi ve varoluşsal problemlerinden dolayı kaygı yaşayan kişiler içindir. Jung terapide, arketipleri ve bilinçdışı materyali sorgulayarak kişiyi gerçekliğe taşımaya çalışır (Weckovicz ve Weckovicz, 1990). Jung’un tedavi yöntemi katı kavramlarla sınırlanmaz, bu nedenle kesin bir yöntem ve disiplin izlenmez. Genel olarak ilk aşamada bilincin ayrıntılı olarak sorgulanması vardır. Burada geçmiş yaşam öyküsü, yaşamda önemli değerler ve düşünceler sorgulanır. Daha sonra bilinçdışı ele alınır. Bilinçdışının tanınabilmesi için rüyalar, ve diğerlerinden farklı olarak sanat yapıtları yorumlanır. Jung, sanat yapıtlarının kişinin bilinçdışını yansıttığına inanmaktadır (Geçtan, 2002). Freud’dan farklı olarak terapi ortamı özel bir düzen gerektirmez, yüz yüze oturmayı sağlayan iki koltuk yeterlidir.
Terapist paylaşımlarda bulunabilir, hatta Karşıt Transferans zararlı bir şey değildir. Jung, Freud’ud transferansına ek olarak Arketipsel Transferanstan bahseder. Bu, hastanın terapiste aklındaki kurtarıcı arketipini yansıtması olabilir (Geçtan, 2002). Freud’da terapist nötrdür, çok paylaşımda bulunmaz. Önemli olan Transferans Nevrozunun gerçekleşmesidir. Freud terapide nötrlüğün sağlanabilmesi için sedir kullanımını yeğlemiştir. Süreç; serbest çağrışım, transferans nevrozu ve çözümü şeklindedir (Geçtan, 2002). Adler de Freud’dan farklı olarak hasta-terapist ilişkisine oldukça önem vermiştir. Hastada sosyal ilgi bu şekilde oluşturulabilir. Terapistle işbirliği ve güven önemlidir.
Terapist hastanın yaşam biçimini anlar, içgörü sağlamasına yardımcı olur ve destekler. İyi bir terapist, hastanın beklentilerine göre kendini yönlendirmelidir (Geçtan, 2002). Rüyalar Freud, rüyaların bir görünür bir de gizli içeriği olduğunu vurgulamıştır. Düş işlemi, gizli içeriği görünür içeriğe çevirir. Bunu yaparken, Daraltma, Yer Değiştirme, Sembolik Temsil süreçler devreye girer. Bilinçdışı dürtü birleşerek tek bir imaja dönüşüp daralabilir; onunla ilişkili daha nötr bir obje ile yer değiştirebilir; ve bu objeler bazı sembollerle ifade ediliyor olabilir. Terapist hastadan rüyalarını hatırlamasını ve anlatmasını ister.
Uyku sırasında savunmaların azaldığı ve bilinçdışına itilen materyalin gizlenmiş bir biçimde de olsa ortaya çıktığı varsayılır (Freud, 1999). Jung, Freud’un rüyalardaki gizil anlamlara değinmesini desteklemiş, düşlerin çok derin anlamları olabileceğini, hatta çok eski dönemlere dayanabileceğini vurgulamıştır. Ona göre tek bir rüyanın değil, bir dizi rüyanın analiz edilmesi daha bilgi vericidir. Özellikle bir rüyadaki içerik çok açık olmadığında, yorum yapmak için sonraki rüya beklenmelidir (Jung, 2004). Jung anlamları bakımından bilinç duruma ilişkin düşler, kişisel bilinçdışının doğurduğu düşler ve kolektif bilinçdışının doğurduğu düşlerden bahsetmiştir. Bilinç düşü yakın geçmişteki olaylarla, kişisel bilinçdışı düşü çocukluk yaşantıları ve çatışmalarla ilgilidir.
Kişiye hiç bir şey çağrıştırmayan kolektif bilinçdışı düşleri ise gelecekten haber verebilir niteliktedir (Geçtan, 2002). Adler, rüyaların geleceği ortaya çıkarabileceği ya da bilinmezden haber vereceği görüşünde değildir. Rüya, rüyayı gören tarafından önceden tasarlanmış amaca uygun olarak düzenlenir. Rüyayı parçalara bölerek alt yapısı incelenirse, kişinin yaşam çizgisiyle ilgili bilgiler elde edilebilir (Adler, 2005). Sonsöz Journal of Individual Psychology’de yayınlanan bir tartışmada, Adlerian Terapi’nin Freud’un indirgemeci kuramından oldukça farklı olduğu vurgulanır (Ansbacher, 2004). Benzer şekilde bu üç kuramcının birbirlerinden farklı yanlarını sık sık vurgulayan bir çok kaynağın varlığı söz konusudur.
Ancak farkları olduğu kadar bir takım benzerlikleri de gözlemlemek mümkündür. Tüm bu konulara yazıda değinilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak, bu üçlemenin her birinin kendi kuramı içersinde farklı önemli noktalara parmak bastıkları açıktır. Klinik psikoloji tarihinde bu kuramcıların iyi bilinmesi ve sindirilmesi bir gerekliliktir. Bir çok modern kuramda bu kişilerin izlerini gözlemlemek mümkündür.
Kaynakça
Adler, A. (2005). Bireysel psikolojinin uygulaması ve kuramı. (A. Kılıçlıoğlu, Çev.). İstanbul: Say Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1918) Adler, A. (2006). İnsanı tanıma sanatı (9.Baskı). (K. Şipal, Çev.). İstanbul: Say Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1927) Ansbacher, H.L. (2004). Adler-Psychotherapy and Freud. Journal of individual psychology. 6 Ekim 2012. Ebscohost database. Çelik, Ö. (Ed.). (1984). Psikolojik aktivite-üstünlük duygusu ve toplumsal ilgi / Alfred Adler. (7.Baskı). İstanbul: Say Yayınları. Freud, S. (1999). Psikanalize Giriş Dersleri (4). (S. Budak, Çev.). Ankara: Öteki Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1917) Geçtan, E. (2002). Psikanaliz ve sonrası (13). İstanbul: Metis Yayınları. Jones, K. (2011). Jungian Therapy. Elsevier, 2, 109-119. 3 Ekim 2012, Science Direct database. Jung, C.G. (2002). Anılar düşler ve düşünceler. (2. Baskı). (İ. Kantemir, Çev.). İstanbul: Can Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1962) Jung, C.G. (2004). İnsan ruhuna yöneliş. (5.Baskı). (E. Büyükinal, Çev.). İstanbul: Say Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1962) Muckenhoupt, M. (2008). Sigmund Freud – bilinçdışının kaşifi. (8.Baskı). (F. Akatlı, Çev.). Ankara: Popüler Bilim Kitapları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1997) Vernon, M. (2011). Why Jung still matters?. 4 Ekim 2012, Ebscohost database. Weckowicz, T.E. ve Weczkovicz, H.P. (1990). Sigmund Freud: The new dynamic psychiatry. A history of great ideas in abnormal psychology (223-283). 5 Ekim 2012. Science Direct database. West, M. (2008). The narrow use of the term ego in analytical psychology: the ‘not I’ is also who I am. Journal of Analytical Psychology, 53, 367-388. 3 Ekim 2012, Ebscohost database. Yanbastı, G. (1990). Kişilik kuramları. İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.| Yazan Uzm.Psk.Yağmur Gözde YERLİKAYA