Karl Marx | Türkler Osmanlı’da en alt sınıftı
Ünlü filozof Karl Marx, iktisadi meselelere olduğu kadar siyasi meseleler hakkında da hayli ilgi sahibiydi.
Siyasi konuların başında en fazla alakasını celbeden hususlardan birisi Osmanlı Devleti’ydi.
New York Tribune isimli gazetede neşrettiği yazılarda Türkler, İslam ve Osmanlı hakkında tafsilatlı malumatlar sunuyordu.
Marx bu yazılarında zaman zaman Türk düşmanı diyebileceğimiz ifadeler kurarken, başka yazılarda hiçbir Türk muhibbinin yapamayacağı tespitlerde bulunarak Türklerin bilhassa Rus yayılmacılığı karşısındaki önemini Avrupa kamuoyuna hatırlatıyordu.
Türkleri; işgalce ve barbar bir medeniyet olmaktan ayıran en önemli özelliğin İslam olduğunu savunan Marx’a göre; Osmanlı’yı bölgede yönetici bir elit kılan da asırlarca Avrupa’nın kalbine demir atmasını sağlayan en önemli hasleti budur.
Ünlü düşünürün ifadelerine göre; Türkleri diğer istilacı barbar topluluklardan ayıran ve Viyana surlarına kadar dayanıp “Avrupa Türkiyesi” tanımlamasına aydınları mücbir kılan İslam’dı.
Marx’a göre; Avrupa ve Batı kamuoyunun giriştiği Yunan hayranlığı ile karşılarına aldıklarını yalnızca Türkler değil, tüm İslam medeniyetiydi.
Bu yazı serimizde Marx’ı Türkler hakkındaki düşünce ve yaklaşımlarını ele alacağız.
Evvela Marx’a göre düşünülenin aksine Türkler yönettikleri coğrafyaların hiçbirinde yönetici sınıf falan değildir:
Türkleri, Türkiye’nin yönetici sınıfı olarak görmek güçtür, çünkü Türkiye’de çeşitli toplumsal sınıfların arasındaki ilişkiler, çeşitli ırkların arasındaki ilişkilerden da ha az karışık değildir. Türk, şartlara ve bulunduğu yere göre; ekici, küçük çiftçi, esnaf, derebeylik (feodalite) düzeninin en alt ve en barbar döneminde bulunan toprak sahibi, memur ya da askerdir. Türk, imtiyazlı bir dinin ve milletin mensubudur … Bosna – Hersek’te Slav menşeli asilzadeler, İslam dinini kabul etmişlerdir … Bundan dolayı, Bosna – Hersek bölgesinde hakim sınıf ve hakim din birbirine karışmıştır.
(Türkiye Üzerine Düşünceler – K. Marx)
Marx’ın yukarıda biraz da şaşkınlıkla belirttiği şuydu:
Türkler Osmanlı’da en alt sınıfta da olabilirdi, muarızı İslam’ı kabul ettiği anda onun (Türk’ün) idarecisi dahi olabilmekteydi.
Türk’ün Osmanlı’daki en büyük imtiyazı mensup olduğu dindi.
Dini onu fakir de olsa farz-ı muhal zengin bir Rum ya da Ermeni karşısında korurdu; ama aynı sistemde Rum veya Ermeni, İslam dinini seçtiği anda Türk basit bir çiftçi olabilir, Ermeni/Rum veya Arap fark etmeksizin onun idarecisi olabilirdi.
Marx’a göre Osmanlı muhakkak yıkılacaktır.
Türkler, Anadolu’ya hapsolacak ve Avrupa’dan sökülüp atılacaktır.
Asıl mesele Osmanlı’nın tasfiyesinin nasıl gerçekleşeceğine odaklanmaktadır.
Türklerin giriştiği bazı reform hareketleri ve Avrupalılarla kurduğu diyalogun anlamsız olduğunu düşünmektedir:
Türkiye çürümüş durumdadır ve Avrupa’daki denge ve statu quo’nun muhafazası devam ettikçe, daha da çürüyecektir. Kongrelere, protokollere ve ültimatomlar a rağmen, siyasi güçlüklere ve milletlerarası karışıklıklara kendi açısından o da etkide bulunacaktır. Çürümekte olan bir organizmanın çevresine koku yayması kadar kaçınılmaz bir şeydir bu. (Age.)
Marx’a göre Osmanlı hasta adam değil, çürümeye başlayan bir cesettir.
Yahudi medyasının Rus taraftarlığına karşı Marx
Marx, bazı Yahudi sermayeli gazetelerin Osmanlılara karşı Türk düşmanlığı yapmasına da karşı çıktı.
Bir elin parmaklarını geçen şirketlerin menfaatleri için Rus yayılmacılığı karşısında Türkleri ezmenin bir çeşit cinnet hali olduğunu yaptığı gazete karşılaştırmalarında ortaya koydu:
Bütün Londra basını, sabah da akşam gazeteleri veya haftalık dergiler, ‘Yönetici Organ’ aleyhinde hep bir ağız dan bağrışıyorlar. Morning Post, Times’da çalışan meslektaşlarını alaya alıyor ve onları, bile bile yanlış ve saçma haber yaymakla itham ediyor. Onlara, ‘İbrani-Rus-Avusturyalı’ çağdaşlarımız. Yarım düzine Yunan şirketinin ticari öneminden ötürü, Türk imparatorluğunu Rusya’ya teslim etmeyi teklif olarak ortaya atan gazeteciler yalnız kendi kafalarının çalıştığını kolayca ileri sürebilirler… (Age.)
Bölgede meydana gelen karışıklıkları aydınların Yunan hayranlığından doğru okuyamadığını düşünen Marx, çoğu musibetin nedeni olarak Türkleri değil, Rus casusları olarak görmektedir:
Öte yandan, Rusların, bir yabancı dili iyice bilmeden kolayca konuşmak konusunda gösterdikleri malum yatkınlık; bol para alan Rus casuslarının Türk meselelerini iyice öğrenmelerini mümkün kıldı. Yüzlerce Rus casusu Türkiye’yi dolaşıyor ve Rum Hıristiyanların dikkatini, Ortodoks Hükümdarın, tabii şefin ve kurtarıcının üzerine çekiyordu.
Casuslar, bu aynı hükümdarı, güney Slavlarına, eninde sonunda, aynı tahtın çevresinde büyük Slav ırkının bütün gruplarını toplayacak ve bu ırkı Avrupa’yı egemenliği altında tutan bir ırk haline getirecek olan güçlü bir Çar olarak tasvir ediyorlardı. Rum Kilisesine mensup din adamla aradan çok geçmeden, tek bir amacın çevresinde toplanmıştı.
Bu amaç, yukarda sözü geçen fikirleri yaymaktı. 1809 Sırp ayaklanması ve 1821 Yunan isyanı, az çok, Rus parası ve nüfuzu ile kışkırtılmış hareketierd i . Türk paşalarının merkezi idareye karşı isyan bayrağını açtığı her yerde, Rus entrikaları işe karışmış bulunuyor ve Rus parası rol oynuyordu.
Marx, körkütük ve romantik heyulalar ile Yunan muhibliği yapan Batılılara saldırdığı gibi Türk’e dost olan isimlere de sert eleştirilerde bulundu.
Bunların başında İskoç asıllı İngiliz devlet adamı Urquhart geliyordu:
Türkiye hakkındaki bu aşırı hayranlığın ve coşkunluğun kaynağını, Parlamento üyesi M. David Urquarth’ın eserlerinde bulabiliriz. Aslı İskoçyalı olan bu bay, yurdunun ortaçağvari ve ataerkil (patriarcale) hatıraları ile dopdoludur. Ama modern İngiltere’nin öğrenimi ve kültürü ile yetişip, önce, Yunanistan’da Türklerle savaşarak üç yıl geçirmiştir. Daha sonra, Türkiye’ye gitmiş ve Türklerin en coşkun hayranlarından biri olmakta gecikmemiştir. Bu romantik dağlı, Pinde boğazlarında ve Balkanlar’da, kendini evinde gibi hissetmiştir.
İçinde değerli bilgiler de bulunan ve Türkiye ile ilgili olan eserleri , üç şaşırtıcı temel düşünceye dayanır. Bu düşünceler kök bakımından şunlardır: M . Urquarth, iİngiliz tebaası olmasaydı, Türk olmak isterdi ; Presbiterian Kalvenci olmasaydı Müslüman olmak isterdi ; İngiltere ve Türkiye, bağımsız bir idareye sahip olduğu gibi dini ve medeni hürriyete de sahip yegane iki ülkedir. Böylece, Şark meselelerinde, Palmerston’a düşman olan bütün İngiliz liberallerinin gözünde bir otorite haline gelmiş olan bu M . Urquarth, Daily News’un Türkiye hakkında övgüler düzmesini sağlayan , bilgileri veren kimsedir.
Ünlü düşünür Marx’ın Türkler ve Osmanlı hakkındaki sıra dışı görüşleri bu kadarla sınırlı değil elbette ancak biz köşemizdeki yerin sonuna geldik.
Dosyamızın devamında konuyu ayrıntılarıyla ele alırken Osmanlı aydınlarının Marx’ın düşüncelerine nasıl yaklaştığını da ele alacağız.