Osmanlı’dan bugüne enflasyon ve borç sarmalı-I
Tarihçi Ayşe Hür’den yazı dizisi: Osmanlı’dan bugüne enflasyon ve borç sarmalı. Fatih’in tağşişlerinden II. Abdülhamid’in Düyun-u Umumiye’sine.
Ayşe HÜR
Şevket Pamuk’a göre Osmanlıların ilk gümüş sikkelerini bastırdıkları 1326 yılından II. Mehmed’in ikinci kez tahta çıktığı 1444 yılına kadar akçeler saf gümüşten darbedilmiş (ağırlığı 1,115-1.20 gram arasındaydı), içine bakır ya da başka metal katılmamıştı.
Ancak 1444’tan 1481 yılına (yani Fatih unvanı alan II. Mehmed’in ölümüne kadar) paranın değeri tam altı kez düşürüldü.
Yani gümüşün içine başka metaller katıldı. Başlangıçta 100 dirhem gümüşten 280 akçe kesilirken, 1481’de akçe sayısı 335’e çıkmıştı. Bu işleme “tağşiş” adı verildi.
Fatih dönemindeki tağşişlerin temel amacı merkezi hazineye ek gelir sağlamaktı. Bazı tağşiş dönemlerinde maaşları düşen ilmiye ve kalemiye mensuplarının kışkırttığı askeriye mensupları yani Yeniçeriler başkaldırmaya başlayınca tağşiş işlemine son verildi.
Böylece 1481-1585 arasında akçenin değeri yüzde 7’lik bir tağşiş olayı dışında, sabit tutuldu.
İLK BÜYÜK ENFLASYON
III. Mehmed döneminde, 1578’de çıkılan İran Seferi ilk ağızda Tiflis, Şiraz ve Revan’ın fethi ile mutlu başlamışsa da savaş giderleri yüzünden o tarihe kadar 127 milyon akçe fazla veren hazine büyük açıklar vermeye başlamış, 1585/86’da ilk kez paranın içindeki değerli maden oranı tekrar büyük oranda tağşiş edilmişti.
1580’lerin başında 100 dirhem gümüşten 450 akçe kesilirken, bu tağşişten itibaren 850 akçe kesilmeye başlamıştı. Piyasa, kırkık denilen ayarı düşük akçelerle dolmuştu. Bu Osmanlı tarihinin ilk büyük enflasyonu idi.
1600’lı yıllar içte Anadolu’yu saran Celali İsyanları, dışta Hollandalı ve İngiliz ticaret kumpanyalarının Akdeniz’den ziyade Hint Okyanusu’na yönelmeleri sonucu Osmanlı ülkesindeki tarımsal üretim ve ticaret hacminde büyük düşüşler yüzünden enflasyon artık kronik bir hal aldı.
1623 yılında mali ve siyasi krizler yüzünden ayaklanan Yeniçeriler tarafından II. Osman ve I. Mustafa art arda tahttan indirildi.
TARHUNCU AHMET PAŞA VE İLK BÜTÇE
IV. (Avcı) Mehmed döneminde, 1652 tarihinde Sadrazam olan Tarhuncu Ahmed Paşa hazine açığını kapatmak, tağşişleri engellemek, gümrük gelirlerini artırmak, saray ile tersane harcamalarını azaltmak ve yolsuzluğu önlemek için kolları sıvadı.
Osmanlı tarihinde bir ilk olan tarihe “Tarhuncu Bütçesi” olarak geçen gelir-gider defterini hazırlandı. Ardından sarayın ve devlet ileri gelenlerinin harcamalarında kesinti yapmaya koyuldu. Akıbeti tahmin edileceği gibi oldu. Tarhuncu Ahmed Paşa, Nevruz günü olan 21 Mart 1653 tarihinde boğdurularak öldürüldü.
Sonuç olarak 1624 yılında 100 dirhem gümüşten 1000 akçe kesilirken 1689’da 1400 akçe kesilir hale gelmişti.
Bu yüzden gündelik işler için çok fazla akçe taşımak gerekiyordu. Avrupa ülkelerinde benzer krizlerde devletler bakır paraya geçerken, Osmanlı Devleti nedense bu yola başvuramamıştı.
Bunun üzerine piyasadaki boşluğu yabancı (özellikle Avrupa) sikkeleri doldurmaya başladı.
Önce yabancı paralarla yerli paralar arasındaki değer farkı, sonra Avrupa’dan getirilen ‘kalp’ (sahte) sikke ticareti, giderek Avrupalı tüccarların önemli bir kazanç kapısı oldu.
1687 yılında IV. Mehmed’in tahttan indirilmesinden sonra başa geçen II. Süleyman Yeniçerilere ödenmesi adet olan cülus akçelerini bastırmak için ilk başta halktan alınan vergileri arttırdı, ancak bu tepkilere neden olunca, Topkapı Sarayı’nın dış avlusuna kurulan Darphane’de ilk Osmanlı (bakır) mangırları basıldı.
Bu mangırlar halktan ilgi görünce üretim arttırıldı 1690 yılında bakır madenleri suyunu çekinceye kadar 600 milyon bakır mangır basıldı.
‘SIVIŞ’ YIL KRİZLERİ
2012 yılında kaybettiğimiz Profesör Halil Sahillioğlu’na göre sadece Osmanlı Devleti’ndeki değil tüm İslam devletlerindeki ciddi mali krizlerin bir önemli nedeni de gelirlerini oluşturan faaliyetler (örneğin tarım, hayvancılık, balıkçılık) Güneş’in çevrimine (Şemsi yıl) tabi iken, harcamalar için Ay takviminin (Kameri yıl) kullanılması idi. Ay ve Güneş’in çevrimleri arasındaki 11 günlük farklar yüzünden 33. yıla tek bir hasıla (ürün, gelir vs.) isabet ederken tek hasıladan iki vergi almak mümkün olmayınca da mahsulü bu iki yıldan birine saymak, bu sorunu aşmak için her 33 yılda bir takvimde bir yılı atlamak gerekiyordu.
Ancak 33 yıl uzun olduğundan bazı dönemlerde takvim tashihi unutuluyor, bazı dönemlerde gecikerek uygulanıyordu. Düzeltme yapılmadığında da bütçe sıkıntısı doğuyordu. Sonuç olarak Halil Sahillioğlu’na göre Osmanlı’nın en büyük mali buhranlarının ardında (gözden kaybolmak anlamına gelen sıvışmaktan türetilmiş bir adlandırma ile) “Sıvış Yıl” denilen bu “kayıp yıl” meselesi vardı.
1740’da I. Mahmud, mali yıl başlangıcını Nevruz’dan (21 Mart) 1 Muharrem’e sabitleyerek durumu hafifletmeye çalıştıysa da 1794 yılında, Hazinedar Moralı Osman Efendi, I. Abdülhamit’e, Kameri ve Şemsi yılların farklarından doğan zarardan kurtulmak için yılın uzatılmasını önerdiğine göre sorun devam ediyordu.
TANZİMAT DÖNEMİ’NİN PARA POLİTİKALARI
Yine de Şevket Pamuk’a göre 18. Yüzyıl Osmanlı Devleti için göreli bir barış, istikrar ve iktisadi gelişme dönemiydi. Buna ek olarak ülkedeki gümüş madenlerindeki üretimin arttırılmasıyla devlet tekrar gümüş sikke basmaya başladı. Buna Kuruş adı verildi. Ancak Osmanlı Devleti’nin aynı zamanda Avrupa devletleriyle yoğun bir ticaret ilişkisine girmesi piyasadaki yabancı paraların da piyasaya akmasına neden oldu.
Rusya ve Avusturya’ya karşı girişilen savaşlarla mali durum bir yara daha aldı ve 1789’da Kuruş’un içindeki gümüş oranı üçte bir oranında azaltıldı.
En büyük tağşişler ise reformcu padişah II. Mahmud döneminde oldu. Anadolu ve Balkanlarda “ayan” denilen beylerin öncülüğündeki bir dizi ayaklanma, bunlara destek veren Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilip yerine yeni ordu kurulması, Sırp ve Yunan isyanları, Rusya, İran ve Mısır’la yaşanan savaşların neden olduğu mali krizler sonucu 1808 ile 1831 arasında kuruş gümüş içeriğinin yüzde 79’unu kaybetti.
İngilizlerle imzalanan 1838 Balta Limanı Anlaşması ile ekonomi hızla liberalleşince hayat pahalılığı, bütçe açıkları, yolsuzluk, rüşvet arttı. Ardından 1853-1856 Kırım Savaşı’nın yükü altında ezilmeye başladı hazine.
Savaş dolayısıyla alınan kredileri izlemek üzere 1854’te Londra merkezli Ottoman Bank kuruldu. Devlet, memur maaşlarını ve esnafa borçlarını ödeyemez olunca hem dış ülkelerden hem de içte tefecilerden borç almaya başladı.
“Galata bankerleri” veya “Galata sarrafları” bu dönemde ortaya çıktı.
Galata bankerleri ağırlıklı olarak Rum ve Ermeni idi ancak bunlara zamanla Yahudiler, Levantenler (Doğu Akdeniz’e yerleşmiş Avrupalılar) ve Müslümanlar eklendi.
Bütün bunlar, tahmin edileceği gibi, çeşitli kesimlerin tepkisini çekti. İstanbul esnafı kayıklara doluşup Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımına dayanmaya kalktılar.
Birkaç kez softalar ayaklandı.
ABDÜLAZİZ VE OSMANLI BANKASI
Abdülmecid’in 1861’de 39 yaşındayken babası II. Mahmud gibi veremden ölmesi üzerine tahta çıkan Abdülaziz’in en görkemli işi 1867 yazında Avrupa ülkelerine yaptığı 46 günlük seyahatti. Bu Osmanlı tarihinde bir ilkti. Daha önce padişahlar ülke dışına seyahat yapmazlardı.
Abdülaziz ülkesine döndükten sonra Avrupa’da gördüklerinin de etkisiyle İstanbul’un çehresini değiştirmeye koyuldu.
Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi yeni saraylar inşa ettirdi, eski sarayları restore etti, içlerini lüks eşyalarla donattı. Zincirlikuyu, Boğaziçi, Hacıosman Bayırı, İstinye ve Tarabya şoseleri gibi yeni yollar açıldı, dereler temizlendi, şehre ağaçlar dikildi.
Törenler, eğlenceler çoğaldı. Galata tarafında meyhaneler, balozlar, çayhane ve kahvehaneler, Direklerarası ve Gedikpaşa’daki tiyatrolar doldu taştı.
Ancak İstanbul Batılı görünüme kavuşturulurken, Batılı yaşam tarzı yaygınlaştırılırken büyük borçlara girildi. Abdülmecid’den devralınan yaklaşık 17 milyon sterlinlik borç, onun döneminde 98 milyon sterline yaklaşmış, gelirler ise 25 milyon düzeyinde kalmıştı. Sadece Saray’ın borcu 11 milyon sterlindi.
Para basımını düzenlemek için alelacele bir çeşit “merkez bankası” yaratmak gerekti. Londra merkezli Ottoman Bank 27 Ocak 1863’te kendini feshederek İngiliz-Fransız ortaklığında “devlet” bankasına (Bank-ı Osmani-i Şahane) çevrildi.
Osmanlı Devleti, kendisinin hiçbir biçimde kâğıt para basmayacağı ve başka bir kuruma da bastırmayacağı taahhüdünde bulunarak Osmanlı Bankası’na 30 yıl süre ile kâğıt para ihracı imtiyazı verdi.
29. yılda devlet, bankanın feshini talep etme hakkına sahip olacaktı. Eğer bu olursa, banka tedavüle soktuğu banknotların karşılığını altınla ödeyerek piyasadan çekecekti. İşte biraz da bu karmaşık sözleşmeler dolayısıyla devlet bütçesi can çekişiyordu. Banka 1874’te “merkez bankası” gibi çalışmaya başladı, ancak 1875’e gelindiğinde devletin borcu 5 milyar 400 bin Frank yani 240 milyon lira idi. Devletin geliri ise sadece 3 milyar Frank idi.
ABDÜLHAMİD VE ‘HAZİNE-İ HASSA’
Bütün bunlardan rahatsız oldukları için uzun süredir Abdülaziz’i tahttan indirmeyi planlayan Midhat Paşa ve kliği padişaha karşı “nefret-i amme” (genel hoşnutsuzluk) doğmasını beklemişler, 11 Mayıs 1876’da Bayezid, Fatih ve Süleymaniye medreselerinin talebeleri “Müslümanlar Hıristiyanların hakaretine uğruyor, böyle zamanda ders yapılmaz” avazeleri ile sokağa dökülmeleriyle başlayan olaylar, 30 Mayıs 1876 Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle sonlanmıştı.
Tahta çıkarılan V. Murad da aynı klik tarafından 93 sonra akli dengesinin yerinde olmadığına dair bir doktor raporu ile tahttan indirildi ve yerine 31 Ağustos 1876 günü Abdülmecid’in diğer şehzadesi II. Abdülhamid çıkarıldı.
Osmanlı padişahları II. Abdülhamid’e gelene kadar şahsi mülk edinmiyorlar ancak geliri saltanat makamının harcamalarına tahsis edilen arazilerin yanı sıra, hanedan mensuplarının ikametlerine tahsis edilen binaları hayatta oldukları sürece kullanabiliyorlardı.
Daha şehzadeliği sırasında borsada oynayarak gelirini katlamayı başaran Abdülhamid başa geçtiğinde ilk olarak güvenebileceği bir Hazine-i Hassa Nazırı aramış ve şehzadeliği sırasında Bank-ı Osmani-i Şahane’den tanıdığı Agop Kazazyan’ı seçti.
Agop Paşa, devletin kredi ilişkilerinde o zamana kadar tek kaynak olan Bank-ı Osmani-i Şahane’ye alternatif olarak Kredi Liyone Bankası’nı (Banque Crédit Lyonnais) devreye sokan kişiydi. Ancak en büyük hizmetini Abdülhamid’in şahsına yapmıştı.
Abdülhamid Hazine-i Hassa parasıyla 33 yıllık saltanatı süresince Abdülhamid doğrudan satın alıp geliştirerek, boş arazileri tarıma açıp sahiplenmeye uygun yasalardan yararlanarak, miras yoluyla Anadolu, Filistin, Suriye, Irak, Yunanistan, Arnavutluk, Bingazi (Libya) ve Kıbrıs’ta geniş çaplı emlak ve sayısız işletmeyi uhdesine geçirdi.
Ölümünden sonra Abdülhamit şöyle demişti: “Büyük bir servet yapabildiysem bu Agop Paşa’nın dirayeti sayesinde olmuştur.
Mülkümü gayet iyi idare etmiş, yılda 500 bin altın gelir getirecek hale koymuştur. Özel kişilere ve vakıflara ait olmayan araziyi Sultan malı ilan etmek fevkalade bir fikirdi…”
Abdülhamid’in özel hazinesinde işler tıkırındaydı ancak devletin genel hazinesi tamtakırdı.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında devlet dış kredi alamaz olunca önce Galata sarraflarına yöneldi, arkasından Osmanlı Bankası’na verilen taahhüt ilk kez çiğnenerek (ilk kez 1840 yılında basılan) ‘kaime’ denilen bir çeşit hazine bonosu ihraç etti. Ancak kaime basımı da derde derman olmadı.
RÜSUM-I SİTTE İDARESİ’NDEN DÜYUN-I UMUMİYE’YE
Yıllar içinde Şıra Resmi adlı bir vergi zamanla, zecriye, reftiye ve ithaliye resimlerine [vergilerine] dönüşerek çoğalmış, 1859’da bu değişik vergiler Rüsum-ı Müçtemia (Birleştirilmiş Vergiler) adı altında toplanmıştı. 1867’de yayımlanan bir fermanla ispirtolu içki satışına da vergi getirilmişti.
1853-1856 Kırım Savaşı’ndan itibaren artan devlet borçlarının ödenmesi için 10-22 Kasım 1879 tarihinde çıkarılan bir kararname ile damga (pul), tütün, müskirat (içki) balık avı, tuz ve bazı yerlerin ipek vergilerinin 10 yıl süreyle Galata bankerlerine bırakılmasına karar verildi. Bunun için de Rüsum-ı Sitte (Altı Vergi) idaresi kuruldu ve başına Bank-ı Osmani-i Şahane adına Fransız Hamilton Long getirildi.
İstanbul bankerlerine verilen bu imtiyaz, dış borçların sahiplerini de harekete geçirdi. Rüsum-i Sitte’den pay almak isteyen Fransa ve Britanya’nın baskıları sonucu II. Abdülhamid, tüm Osmanlı borçlarının tek merkezde hesap edilip oradan ödenmesini taahhüt eden 23 Ekim 1880 tarihli kararnameyi yayımlamak zorunda kaldı.
Yabancılarla yapılan uzun pazarlıklar sonucu, 20 Aralık 1881’de çıkarılan tarihinde çıkarılan bir başka kararname ile 191 milyon Osmanlı Lirası’na ulaşan borçların 106 milyon Osmanlı Lirası’na indirilmesi ve dış borç ödemelerinin alacaklıların oluşturacağı bir meclis tarafından yönetilmesi kabul edildi.
Rumi takvime göre 28 Muharrem 1299 günü yayımlandığı için tarihe Muharrem Kararnamesi olarak geçen bu ikinci kararnamenin 15. maddesi uyarınca, tahvil sahiplerini temsil etmek ve haklarını korumak için Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu.
İdare İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan birer üye ile Galata bankerlerinin bir temsilcisinden oluştu. İdare Osmanlı maliyesinden ayrı olarak dış borçların ve Rusya’ya olan savaş tazminatının ödenmesi işini üstleniyordu.
Kararnameye göre Bulgaristan, Doğu Rumeli vergisi, 1878 borçlarından Sırbistan, Yunanistan, Karadağ’a isabet eden hisse, Kıbrıs’ın gelir fazlası idareye bırakılacaktı.
Gelirin beşte dördü borçların faizine, beşte biri borcun ana miktarından düşünülecekti.
Merkezi İstanbul’da bulunan (bugünkü İstanbul Lisesi) İdare taşrada nazırlık veya merkez müdüriyetleri şeklinde örgütlenmişti.
Kuruluşunun ilk yılında (1882–1883), 21 nezaret, 65 Müdüriyet ve 513 Memuriyet olmak üzere merkez teşkilat dahil toplam 3040 personelden oluşmaktaydı.
Bu personelin 2719’u Müslüman, 266’sı gayri Müslim Osmanlı vatandaşı ve 55’i de yabancı uyruklu idi.
Personel sayısı 1895 yılında 4518 Müslüman, 297 gayrı Müslim Osmanlı ve 54 Avrupalı olmak üzere toplam 4869 kişiye ulaşmıştı.
Bu sayı 1915’te toplam 5.300 kişiye ulaştı