Hollanda’da Nazi işgali sırasında ‘kurtarılmak için kaybedilen’ Yahudi kızın hikâyesi
1942 yılında Hollanda’nın Lahey kentindeki bir evin kapısı, bir yabancı tarafından çalındı.
8 yaşındaki bir kız çocuk, güvenliği için bu yabancının ellerine verilecek, başka bir şehre götürülecekti. Annesini de babasını da bir daha göremeyecekti.
Lien de Jong, Yahudi bir ailenin tek çocuğuydu. Nazi işgalindeki bu şehirde hayatta kalması için, annesi ve babasının zor bir karar vermesi gerekiyordu. Onu kurtarmak için, onu kaybetmek zorundalardı.
Lien’in ailesi, önce kıyafetlerinin üstündeki sarı yıldızları söktü, sonra onu saklamaları için Yahudi direnişçilerin yeraltı ağının ellerine verildi.
Annesi Lien’in montunun cebine bir not iliştirdi ve kızının evinden, ellerinden alınmasını izledi.
Küçük kıza sahip çıkacak kişiye, notunda şöyle sesleniyordu:
“Sizi tanımıyorum ama benim gözümde, sahip olduğum tek çocuğu büyütecek, ona anne ya da baba olacak kişisiniz. Koşullar onu benden ayırdı. Umarım bütün iradeniz ve bilgeliğinizle ona iyi bakarsınız.”
Lien’in hikayesi Ağustos ayında, Oxford Üniversitesi’nden Prof Bart van Es adlı akademisyenin kitabıyla açığa çıktı.
Kitap, Yahudi olmayan direnişçilerin Nazilerden sakladığı yaklaşık 4 bin Hollandalı Yahudi çocuktan biri olan Lien’in yaşadıklarını anlatıyor.
Yazar Bart van Es’in, Lien’le kişisel bir bağı da var. Van Es, kızı korumak için hayatını tehlikeye atan kişinin torunu.
Lien’in kitapta anlatılan hayatta kalma mücadelesi, klostrofobik detaylarla dolu. Güvenli evler, gizli odalar, polis baskınları, sahte kimlikler…
Yıllarca kaçak bir hayat süren Lien, 9 farklı ailenin çocuğuymuş gibi davranmak zorunda kaldı.
Lien savaşta hayatta kalmayı başardı ama yıllar sonra sığındığı ailelerden biri olan Van Es ailesiyle ayrı düştü.
Kitabın yazarı Prof Van Es, Lien 84 yaşına geldiğinde kendisiyle bağlantı kurdu.
Lien ailesini son gördüğü anı da, Holokost sırasında neredeyse tamamı hayatını kaybeden yakınlarını da hatırlıyor.
Tüm ailesinin ona veda etmek için toplandığını söylüyor:
“Bundan sonra ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.”
Uzun yıllardır Hollanda’nın farklı dinlere hoşgörü geleneğini sürdürdüğünü söyleyen akademisyen ve yazar Prof Van Es, kitabı için araştırma yaparken Hollandalı yetkililerin o dönemde Yahudi ailelerin gözaltına alınmasına ve sınır dışı edilmesine yardım etmek adına yaptıklarına şaşırmış.
Nazi rejimi altında ölenlerin sayısı Fransa, Belçika hatta Almanya’ya göre daha yüksek.
Yahudileri yakalayanlara para ödülleri verildiği o günlerde, Hollanda polisinin Yahudi mahallelerini basma konusundaki istekliliğini “ahlaki bir başarısızlık” olarak niteliyor, Van Es.
Lien ise, kendi acı deneyimlerinden aldığı dersle ilgili “Sıradan insanların hem kötü hem iyi şeyler yapabildiğini öğrendim” diyor.
İhanet
Tarihi belgeleri araştıran Van Es, Yahudilere yardım ettiği düşünülen bazı kişilerin aslında direnişçilere ihanet ettiğini de öğrenmiş.
Nitekim yeraltından gazete dağıtan, direnişçilerden biri gibi kendisini gösteren bir kadının aslında Yahudi aileleri gizlice ölüme yollayan bir ihbarcı olduğu ortaya çıkmış.
Van Es, çok sayıda Hollandalı direnişçinin yakalanırlarsa kaçırılacaklarını ya da öldürüleceklerini bile bile Yahudileri kurtarmak için “muhteşem bir cesaret” örneği gösterdiğini söylüyor.
Çok sayıda Hollandalı kadın, Alman askerlerle ilişkileriden olduğunu iddia ederek bazı Yahudi çocukları koruma altına almış, evlat edinmiş.
Bu kadınlardan bazıları, yaptıkları ortaya çıkınca kendi toplumlarına ihanet etmekle suçlanmış, aşağılanarak dışlanmışlar.
Başka bir erkek ise, hem çalışıp hem gizlediği Yahudi çocuklara bakmak için yeterli zamanı ayıramadığı için kendi parmağını koparıp işinden hastalık izni alarak çocuklarla vakit geçirmiş.
Kimi Hollandalılarsa, olaya daha fırsatçı yaklaşmış.
Lien, bir gün saklandığı evi basan ve azılı bir Yahudi avcısı olan polisi hatırlıyor.
Savaşın dengeleri değişince, bu polis direnişçilere katılmış ve kahramanca Nazilere karşı savaşıyormuş gibi yapmış. Lien, hiçbir kaçış yolunun güvenli olmadığını, Yahudileri kurtaran herkesin de iyi niyetli olmadığını anlamış.
Saklandığı evlerden birinde koruyucu ailenin bir akrabasının tecavüzüne ve istismarına uğramış.
Savaş bittiğinde ve Naziler yenildiğinde ise, Lien için hiçbir şey değişmemiş.
“Benim için bir gelecek yoktu” diyen Lien, eski hayatının yok edildiğini, yaşadıklarının “hayatta kalanın sonunda eve döndüğü filmlerden” olmadığını söylüyor.
“Savaş bittiğinde tüm ailemin, anılarımın yok olduğunu anlamak uzun zamanımı aldı. Kimsenin ne dediğini dinlemiyordum, her şey bana önemsiz geliyordu” diyor.
Savaş sonrası Hollanda yaralarını sararken, Lien yeni bir hayat kurmakta zorlanıyordu.
Kendisi gibi Yahudi Soykımı’ndan kurtulan, hatta Anne Frank’in eski sınıf arkadaşı olan bir adamla evlenmiş ama hiçbir yere ait olmayan biri gibi hissetmiş kendini. İntihara kalkışmış.
Savaştan geriye kalan tek akrabası da, kendisini öldürmüş.
Sosyal hizmetler görevlisi olmak için eğitim alan Lien, şimdi kendisi gibi kaybolmuş hisseden çocuklarla beraber çalışıyor.
Terapi alan, yaşadıklarını yazan, hatta Auschwitz’i ziyaret eden kadın, böylece geçmişiyle yüzleşmiş. O günlerin hayaletleri de peşini bırakmış.