İtalya’da Bir Türk Köyü

İtalya-Avusturya sınırında yer alan Moena, bir İtalyan köyüdür. Alp dağlarının en ücra köşesinde, Avusturya sınırında yer alan köy, günümüzde bir kayak merkezi olarak tanınmaktadır.

İtalya’da Bir Türk Köyü

Bu galeride, İtalya’nın Tarento bölgesinde yer alan Moena köyü ve bu köydeki 323 yıldır süregelen Türk kültürü anlatılmaktadır.

Öyküyü anlatan El Turco adlı romanın, kaynak olarak kullandığımız akademik makalede kullanılmış olması galerimiz adına bir şanstır.

Beğenerek ve heyecanla okuyacağınızı umuyoruz.

Bu adlandırmanın şaşırtıcı öyküsü bundan tam 323 yıl önce başlar. II. Viyana kuşatması sonrası bir Osmanlı askeri, İtalya’da küçük bir kasabaya sığınır.

Ölmek üzere olan bu Yeniçeri askeri, köylüler tarafından tedavi edilir.

İyileşince de köyden bir kızla evlenir. Kasaba halkının ‘El Turco’ adını verdiği asker, o dönem dukalığın halktan istediği haksız vergilere karşı köyü ayaklandırır ve korur.

Kendini ve Türk adetlerini bu yörenin insanlarına öyle sevdirir ki ölümünden sonra bile bu Türk gelenekleri yaşatılır

Yukarıda bahsi geçen bu olaylar Orhan Yeniaras’ın El Turco adlı belgesel romanında anlatılmaktadır.

El Turco’nun asıl adı Hasan’dır. Fakat isminden çok lakabıyla anılır.

“Akranlarına göre iri yarı ve mücadeleci olduğu için ona doğan ve şahingiller familyasından, avcı ve yırtıcı bir kuş olan Balaban lakabı verilmiştir.

Balaban, IV. Mehmet ve Merzifonlu Kara Mustafa zamanında yaşamış bir yeniçeridir.

Sıradan bir yeniçeri olmayıp önemli başarılara imza atmış bir Osmanlı İstihbarat Subayı’dır.

Köprülü döneminde keşfedilmiş ve II. Viyana Kuşatması sırasında orduya büyük yararı dokunmuştur.

Bir nevi ajanlık yapan bu Türk subayı vatanını, milletini çok sevmektedir.

4. Birkaç Dil Konuşabiliyor

Ayrıca pek çok yabancı dil bilen bu Türk’ün meziyetleri kitapta şöyle yer alır: “Balaban, Devlet-i Âliye’ye çok yararlı hizmetlerde bulundu.

Rusçadan başka Almanca ve İtalyanca da bildiğinden istihbarat toplamak için kılık değiştirerek Venedik, Viyana, Berlin ve Roma’ya defalarca girip çıkmıştı.

Bu görevleri sırasında çoğunlukla rahip kılığına girerdi.

 

Devlet-i Âliye’nin önemli bilgiler edinmesinde rolü olan Balaban’dan dönemin Sadrazamı ve ordunun Serdar-ı Ekremi olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bir hizmet ister.

Balaban, Viyana’da bulunan on iki Türk ajanından haber alınamadığı için oraya giderek neler olup bittiğini bir an önce öğrenip gelmelidir.

O büyük bir heyecanla bu görev için çalışırken hazırlıklar da tamamlanmaktadır.

Kanuni’nin fethedemediği Viyana, bu sefer kuşatılacaktır.

Balaban bu duygularla görevini yerine Kara Mustafa Paşa, Viyana’yı kuşatma düşüncesini padişaha vakti zamanında açmadığı için bu harekâtın vicdan azabını çekmeye başlamıştır.

Bu yüzden taarruzu ağırdan almaktadır.

Balaban bu duruma dayanamaz ve haddini aştığını bile bile şunları söyler: “Paşam, şu anki hâl ve şartlar kaleye hemen taarruzu gerekli kılmaktadır.

Ok yaydan çıkmıştır bir kere, izin verin hedefini bulsun.

Omzunuza konan zafer kuşunu göremiyorsunuz. Yüz binlerce askerin ve bir o kadar da şehidin beklediği zaferi murdar etme hakkına sahip değilsiniz.

Son olarak demem o ki hemen hücuma geçmezseniz Allah sizi affetse bile şehitler affetmeyecektir!”

Bu konuşmanın elbet bir bedeli olmalıdır. Zira sıradan bir yeniçerinin sadrazamla böyle konuşması o güne kadar görülmüş bir şey değildir.

Sadrazam da bu duruma hiddetlenmiş ve Yeniçeri Ağası’na Balaban’ın kellesini vurmalarını söylemiştir.

Yeniçeri Ağası ise bu konuda tıpkı Balaban gibi düşünmekte ve onun nasıl yürekli bir yiğit olduğunu bilmektedir.

Bu yüzden olsa gerek Balaban’ı cellâda götürecek neferlere teslim ederken ellerini gevşek bağlar. 

Bağlar ki kaçsın!

Bu kaçışa Sadrazam da göz yummuştur.

Paşa’nın neden Balaban’ı takip ettirmediğini, neferleri ve Yeniçeri Ağası’nı neden sorgulamadığını hiç kimse, hiçbir zaman öğrenememiştir.

Belki de II. Viyana bozgunu Balaban’ı haklı çıkarmıştır.

Ordudan kovulan bu Türk askeri, elinden geldiğince vatanı için savaşmaya devam etmiş ve başarıları düşmanların da dikkatini çekmiştir.

Düşmanlarıyla girdiği amansız bir mücadelede, düşmanları ölürken o yaralanmıştır.

En son hatırladığı atının üstünde yaralı bir hâlde nereye gittiğini bilmeden kaçışıdır

El Turko romanına göre, Balaban’ı Moena’lı Mariana ve kardeşi dağda kuzularını otlatırken fark ederler.

Çalılıkların arasında gördükleri yabancının ölmüş olduğunu düşünürler.

Daha sonra dedeleri ve köy halkı yabancıyı köye getirir, iyileşmesi için uğraşırlar.

Balaban kendine geldiğinde köy halkından olup biteni dinler.

Bu küçük köyün kocaman yürekli insanları ona yardım edip iyileştirmiştir.

Balaban artık gidebileceği bir yeri olmadığını bilmenin hüznüyle bu köyü kendi köyü beller.

Zamanla hem köy halkı onu benimser hem de o bu köyü. Bilgisini, görgüsünü, her şeyini onlarla paylaşır.

Bu İtalyan köyünde Türklüğü yaşatır. İtalyanca bildiğinden köylüyle rahatça anlaşabilmektedir.

Gel zaman git zaman El Turco -köylüler ona bu adı koymuştur- köyde huzurlu ve sakin bir hayat yaşarken bir gün bir olumsuzlukla karşılaşır

Alman derebeyleri köye gelir ve haraçlarını alıp, köyü yağmalayıp giderler.

Özgürlüğüne düşkün Türk buna anlam veremez ve onlara savaşmayı öğretir.

Ok ve yay yapımını, ateşli silahları velhasıl savaş tekniğiyle ilgili bildiği her şeyi öğretir.

Moenalılar ona minnettardır. Çünkü özgürlük ve kahramanlık kavramlarını o benimsetmiştir onlara.

El Turco’nun 323 yıl geçmesine rağmen hatırasının yaşatılmasını belki de buna borçludur..

Moena’ya barış, huzur ve bolluk götüren soydaşımız, yani El Turco kendisini kurtaran Mariana ile evlenir ve ömrünün sonuna kadar bu şirin köyde yaşar.

O günden bugüne Moena köyü La Turchia ya da Rione Turchia olarak anılmaktadır.

(Kaynak Türk Tarih Dergisi)

Yayınlama: 16.04.2019
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.