60 yılda altı adım ileriye gidemeyen bir toplum!

Günümüzde Avrupa ülkeleri içerisinde en yoğun Türkiye kökenli nüfusuna sahip dördüncü ülke Avusturya’dır. Türkiye’den Avusturya’ya göç hareketini, Türkiye ve Avusturya arasında 1964’de imzalanan işgücü anlaşması başlatmış, bu anlaşma bugün yani 15 mayıs 1964 tarihinde karşılıklı imzalanmıştır.

Avusturya’da dört kuşak süren bir Türkiye kökenli varlığı bilinmekte. Ancak dört kuşak Türkiye kökenli göçmenlerin en önemli problemi, bir toplumu en derinden etkileyen, eğitim ve entegrasyon sorunları olduğu sıklıkla Avusturyalı kanun koyucuları tarafından dile getirilirken, bu gerçeklik bizler tarafından da umarsızca kabul edilmektedir.

60 yıl önce gelen misafir işçilerin torunları ve daha sonraları gelenlerin büyük çoğunluğu, Avusturya’da yerleşik hayatı seçmiş ve “misafir işçi” statüsünden “göçmen” tanımlamasıyla anılır olmuşlardır.

Aradan gecen 60 yılın yarattığı değerlerle övünmeyi hak eden bu toplum, övünmeden çok özeleştiri vermek de zorundadır.

Avusturyalıların ve hatta bizlerin bile kendimize zaman zaman sorduğumuz şu sorunun yanıtı halen verilmiş değildir: “Bir ülkenin hem bu kadar içinde ve yine aynı zamanda nasıl olurda bu kadar dışında kalınır?”

Zoru başaran Türkiye göçmenlerinin sosyolojik bakımdan analizini yapmak, soyut genel söylemlerden oluşan makalelerden ileriye gidememektedir.

Avusturya’nın entegrasyon politikalarının Ankara hükümetiyle olan diplomatik ilişkiler ekseninde değişken olması, 320 bin Türkiye göçmeninde Avusturya’ya karşı hissettirdiği aidiyet duygusunda yaralar açmış ve kalıplaşmış bir güvensizlik doğurmuştur. Bütünleşmeyi, asimilasyon olmakla eş değer tutan ve yine doğal asimilasyon sürecini kabul etmeyerek buna direndiğini sanan kalabalık bir topluluk oluşmuştur.

Avusturya devletinin uyum dayatması, getto benzeri yaşam tarzının getirdiği paralel toplum oluşumlarının, toplumsal ve kültürel hayattan kopukluğa sebep olmuştur.

Türkiye’nin tarihsel mirasındaki üstünlüğünü, sanayi devrimini gerçekleştirmiş ülkede yeniden var olacağı ütopyası, sabahın erken saatlerinde gittiği fabrikadaki vasıfsız bir işçi olduğu gerçeğiyle yüzüne vurulmasıyla, milliyetçiliğin en gerici boyutunu savunmasını tetikliyor ve sesiz bir vaz geçişin temellerini atmaktadır.

Muhteşem bir imparatorluğun kuşattığı Viyana’yı hayal eden milliyetçi duygular, ayrımcılık vasıfsızlık gibi olumsuz gelişmelerle yerle bir oluyordu. Bu durum beraberinde bir çok geri çekilmeyi doğurduğu gibi, siyasi temsiliyet ve seçimlerde oy kullanma oranlarındaki düşüklüğü beraberinde getirmiştir.

İlk kuşaktan miras kalan bireysel ekonomik kurtuluş anlayışı, yanlış entegrasyon kanunlarının verdiği güvensizlik nedeniyle, dört neslin öncelikli amacı haline gelmiştir. Zira, yaratılan bu güvensizlik ortamı, olası bir geri dönüş düşüncesini arka planda saklı kalmasını sağlamıştır.

Sonuç olarak, güvenmediği bir ülkeden gitmek zorunda kalacağını düşünen göçmen, giderken ekonomik bir güç elde ederek gidilmesi gerektiğine doğal olarak kanaat getirdi. Bu düşünce nedeniyle eğitim seviyesi en düşük etnik gurup olunmuştur.

Gücü sadece maddiyatta arayan mirasçı tüccar anlayışı, cahil zenginlerin artmasını sağlamıştır. Ayrıca bu güvensizlik işçi, işveren fark etmiyor, yatırımlarını 60 yıldır ikiye bölerek, Türkiye ve Avusturya arasında paylaştırmış ve her iki tarafta kendisini garantiye almayı planlamıştır.

60 yıl sonrası gelinen aşamada oluşan sosyo-kültürel çevre ve sahip olunan kültür ve değerler arasında er ya da geç gerçekleşecek bir etkileşimin varlığı aşikârdır. Bu etkileşimi dahi kabullenmek istemeyen bir yapının varlığından söz edebiliriz.

Avusturya’da market ve dönercilikten bir adım ileriye adım atmanın her hangi bir stratejinin, bu toplumu temsil ettiğini iddia eden sivil kuruluşlar tarafından geliştirilmediği bilinirken, faaliyetleri kapsamında elde edilen sonuçlar, böyle bir gelişmeyi engellemek gibi görev edindiklerini işaret etmektedir.

Kısacası, Avusturya’daki Türkiye göçmenlerinin Avusturya yöneticiler tarafından derecelendirilmesi, Viyana-Ankara arasındaki diplomatik ilişkilerin iki dudağı arasındadır.

60 yıl boyunca bu ülkede yaşayan bizler, tek bir diplomatik krizde etkin olamadığımız gibi, yaşana bu krizlerin altında kalmaktan bile kurtulma gücüne sahip değiliz.

Artık fillerin tepinmesinde çimen olmayalım. Devletlerin diplomatik ilişkileri, onarında dediği gibi bizi bağlamıyor. Diğer yandan, bu krizlerde etki yaratmak mı istiyoruz, o zaman etkin olmak zorundayız…

Umudumu kaybetmiş değilim. Ancak gazeteciyim ve Türkçe haber yayımlıyoruz.
Yetersizliğimizi okuma oranlarından izliyorum.

Yüzde iki üniversite mezunu, yüzde dört lise mezunu, çıraklık mesleğini tamamlayan yüzde üç olan bir toplumun bu ülkede 60 yılı doldurması sadece rakamsal olarak dip not olarak istatistik grafiklerde önemi vardır.

Yayınlama: 15.05.2024
Düzenleme: 15.05.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.