Avusturya’da reklamcılığa kurban giden Türkçe habercilik ve simsarlar

Türkiye’den Avusturya’ya göçün üzerinden 60 yıl geçti. Türkiye’den yurt dışına neden işçi göçü yaşandığının sorgulanması gereken şu günlerde, 60. yıl dönümü üzerinden güzellemeler yapılarak, başarılardan bahsediliyor, ancak somut olarak bir başarı da gösterilemiyor.

320 bin Türkiye kökenlinin yaşadığı varsayılan Avusturya’da, eğitim seviyesi en düşük etnik grup olma özelliğini taşımaktadır. Ülkede işsizlik grafiğinde son üç yıldır birinci ve ikinci sırada yer alan Türkiye kökenlilerin, üniversite mezunu yüzde iki, lise mezunu yüzde dört, meslek bitirme oranı yüzde beştir. Avusturya İstatistik Kurumu verilerine göre, çıraklık eğitimini yarıda bırakanlar sayısında da göçmen gruplar arasında yine bizler lideriz.

Avusturya’da siyasi arenada yetersizliği tartışılmasına bile gerek olmayan Türkiye kökenlilerin arasından sıyrılıp siyaset yapanlar ise [geneli bağlamamakla birlikte], Türkiye siyasi kültürünü Avusturya’da yaşatarak, bir dükkandan diğer dükkanın açılışına koşarak, içinde bulundukları mecliste, oy aldığı göçmenler lehine, tek bir soru önergesi veya yasa tasarısı sunmamış/sunamamışlardır.

Ticaret alanında başarı sağlayan Türkiye kökenliler, bu başarıyı toplumsal yaşamda dengeleyemeyerek, ekonomik kalkınma ile kültürel gelişimi paralel ilerletememiş, bu nedenle de sınıf bilincine sahip olamamış, feodal duygularla biçimsel kapitalist bir pratik yaşam sürmeye mahkum olmuştur.

İlk neslin, biraz para kazanıp gitme düşüncesinden doğan, mutlak ekonomi anlayışı, sonraki nesillere miras kalmış, geçmişten günümüze uzanan süreçte bu düşünce toplumsal olarak kanıksanmış ve sonucunda cahil zenginler ve zengin olmayı hayal eden bir azınlık doğurmuştur.

Eksikliğin verdiği kibirden bir türlü kurtulamayan Türkiye kökenlilerin büyük bir kısmı mecburi eğitimi bitirir bitirmez, ticarete atılıyor ve yine önemli bir kısmı başarılıda oluyor. Ancak bu başarının toplumsal yaşamda karşılığı olması için, kültürel anlamda gelişim sağlanmalı ve yerli halkın değer yargılarına hakim olunmalı, kendi kültürüne de mirasçı ve biçimsel olarak değil, derinden kavrayarak bağnazca savunmalardan, bilinçli savunmaya geçmelidir.

Para kazanma hırsını miras olarak alan yeni nesil ve Türkiye’den yeni gelenler, alışıla gelmiş gerici anlayışa mahkum oluyor ve onun sürdürücüsü görevini üstleniyor.

Avusturya’da tek bir noktaya odaklanan büyük kalabalık, sosyal ve kültürel pratiğini de oluşturuyor, medya ile olan ilişkilerini de belirlemiş oluyor.

Yüksek sesle gazeteci olduğunu haykıranların, eziklik duygusunun doğurduğu güç gösterisi, yukarıda tanımladığım toplumda karşılık buluyor.

Tek bir noktaya odaklanan kalabalığın isteklerine göre Türkçe dilini katlederek, üçüncü sayfa “tecavüz, trafik kazası, cinayet, yangın, sosyal yardım ve sokak kavgaları” gibi “başlık” haberleriyle, toplumu içine girdiği gerici girdabın içerisinde daha da bilinçsiz olmasına yardımcı olmaktadır.

Toplumun aydınlanmasında en önemli faktörlerden birisi olan gazeteciliği, sosyal medya fenomeni bilincine dahi ulaşamayan fırsatçılar unvan olarak kendilerine hadsiz bir şekilde yakıştırabiliyorlar.

Zaten gazete okuma alışkanlığı olamayan toplumu, hızlı/kısa ve katledilmiş Türkçeyle aktarılan üçüncü sayfa haberlerle, ülke gerçekliğinden uzaklaşmasına destek sunmuş olunuyor.

Çok az sayıda Türkçe içerik üreten gazetecinin olduğu Avusturya’da, Türkiye kökenlilere ülkenin güncel, siyasal, tarihsel, kültürel vb. alanlarda haber ve içerik üretmesi ve aktarması ve de anlaşılır olması çok zor koşullarda gerçekleştirilmektedir.

Kendi gerçekliğimizle yüzleşmemiz gerekmektedir. 60 yıl geçmiş ve biz Avusturya’da varız ancak aynı zamanda yokuz. Zira kolektif gücün farkında olmadığımız gibi ait olma, uyum sağlama gibi konularda Avusturya devletinin soyut dayatmalarını, asimilasyon olarak algılıyor, bu perspektifle karşı savunmaya geçiyoruz.

Bugün göçmenler yani bizleri, Avusturya’nın siyasi arenasında savunacak, gelişmeleri ve düşüncelerimizi nesnel olarak yansıtacak ve kamuoyuna duyuracak Almanca yayın yapan bir gazetemiz yok…

Türkçe medyanın tamamı olmasa da büyük bir çoğunluğu, Türkiye’den gelen siyasetçilerden ve tesadüfen tanıştığı Avusturyalı siyasetçi veya yetkili kişilerle olan diyalogları, “reklam veya destek” istemek olarak gelişiyor. Yani para istemenin dışında bir sohbet gelişmiyor.

Türkçe habercilik yaptığını iddia eden bu çevreler, gazeteye/gazeteciliğe bir simsar gibi yaklaşması, topluma doğru ve yararlı içerik üretmek gibi kaygı gütmesinin önüne geçiyor.

Bu karakter yapısı, toplumda domino görevi görüyor ve Türkiye kökenlilerin içerisinden yine Türkiye kökenlilerin oylarıyla siyasette belirli mevkilere gelen siyasi simsarlar, mensubu olduğu kurumdan reklam vererek, gazetecilik gibi bir derdi olmayan çevrelerler bütünleşiyor, onları basın bürosu haline getiriyor.

Parasını vererek kitap yazdıran cahile, haksız itibar kazandıran sessiz kalabalık, çevresindeki gelişmelere her gecen gün biraz daha duyarsızlaşıyor ve bireysel kurtuluşun yalnızlığında kişilik değişikliğine sürüklenerek, teoride karşı çıktığı asimilasyonu öz benliğine kendisi dayatır oluyor.

Türkçe ve Almanca dilinde, genel kültür ve makale yazma becerisi olmayan, gelişmeler üzerinden perspektif sunamayan, öngörü ve haber takibi ve en önemlisi içerik üretemeyen, sosyal medya fenomenlerinin kendilerini gazeteci olarak pazarlamaları, maalesef gazete okuma alışkanlığı olmayan toplumda karşılık buluyor ve haksız kazanç ve itibar kazandırıyor.

Avusturya’da Türkçe haber aktaran, ancak maddi nedenlerden dolayı, gazetecilik mesleğini tam anlamıyla yerine getiremeyen ama ulu orta ben gazeteciyim diye ispata girişmeyen, güzel insanlar da var.

Toplumda var olan düşük eğitim seviyesine üzülen, daha da derinlere itiliyor olmasını bilen ve dışlanma aidiyet duygusunun, kişilerarası ilişkilerde manipülasyonlar üzerindeki yordayıcı gücünü fark eden ve buna karşı duran, durmaya çalışan gazeteciler her gecen gün meslek değiştirmek zorunda kalıyorlar.

Göçmen gazeteciliği, göçmenlerin ve mültecilerin deneyimlerini, haklarını, karşılaştıkları zorlukları ve başarılarını kapsadığı gibi, aynı zamanda göçmenlerin kendi hikayelerini anlatmalarına da olanak tanır ve topluluklarının sesini duyurur. Kısacası, sesini duyuramayanların sesi olur. Göçmenleri politikalarında figür olarak kullanmak isteyen kendilerinin göçmen olmasına rağmen, Türkiye kökenlileri küçümseyen siyasetçilerin basın bülteni olmamalıdır.

Avusturya’da haberleri anlama, yorumlama ve iletişim kurma ve yine en önemlisi, bir vakanın veya gelişmenin haber değerinin olup olmadığı konusunda tek başına karar alma ve etik kurallar çerçevesinde haberi nesnel şekilde, popülizme bulaşmadan yayınlama noktasında, teorik bir sıralama-uygulama kapasitesi bakımında donanımlı bir gazeteci tanıdığınız var mı? Maalesef tükeniyor…

Göçmen gazeteciler, Avusturya-Türkiye arasındaki kültürel köprüyü güçlendirme gibi bir misyon yüklenebilirler. Ancak esas olan, göçmen topluluklarına yönelik haber ve bilgilendirme görevini objektif bir şekilde sunmak gibi bir görevi yerine getirmek zorundadırlar.

Nesnel habercilik, 60 yılı dolduran bizlerin yetersizliğini ortaya sermek ve kamuoyunun tartışmasını sağlamaktır.

Göçmen gazetecilerin deneyimleri ve yerel iç görüleri, yerli ana akım medyanın göçmenler üzerinde yapacağı analizlerde sübjektif koşulların daha anlaşılır olmasını sağlama gibi bir misyonu da üstlenmelidir.

Öte yandan, kendisine gazeteci unvanını yakıştıranlar, yaşadığı ülkeyi güncel koşullarda tanımak, tarihsel özgeçmişini asgari düzeyde bilmek zorundadır. Haberini yaptığı ülkenin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel koşullarını, bir sosyolog kadar olmasa da temel bilgilere hâkim olmak zorundadır.

Sonuç olarak Avusturya’da zor şartlarda gerçekten gazetecilik yapmak isteyenler, az sayıda olsa da var… Ancak ekonomik olarak can çekişiyorlar.

Reklam veya kamu kuruluşlarından basın/ilan alamayan bu gazetecilerin uzun vadede mesleklerini devam ettirmeleri imkansız.

Türkiye kökenli iş insanları ve esnaf, ticari menfaatleri doğrultusunda gazetecilere değil sosyal medya fenomenlerine reklam olanakları sağlıyor.

Zira geneli bağlamasa da yukarıda da belirttiğim gibi iş insanlarının henüz sınıf bilincini kavrayamamış, ekonomik olarak burjuva olsa da teorik ve pratik yaşamında işçiliğin üzerinde bıraktığı geleneksel alışkanlıkları taşıyor, yani kültürel anlamda burjuva olamamıştır. Bu dengesiz gelişim, gazete yerine Facabook sayfalarına reklam vermesini sağlıyor.

Göçün 60. Yılında tartışılması ve adım atılması gereken en önemli ölümcül faktörlerden birisi Türkçe medyanın, gerçek anlamda habercilik yapmasının önünün açılması ve yaşaya bilmesini sağlamaktır.

Diğer türlü onlarca fotoğrafın altına iki satır yazarak haber aktarır, habercilik yapıyor ütopyasıyla, daha bilinçsiz insanların içerisinde her fırsatta yüksek sesle “gazeteci olduğunu tasdiklemek isteyen” yetersizliklerle, yetersiz bir toplum olmaya devam ederiz…

Yayınlama: 31.05.2024
Düzenleme: 31.05.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.