Başbakana göre biz bir hata mıyız? Yoksa Türkiye’ye karşı stratejik bir koz mu?

Geçtiğimiz aylarda Avusturya Başbakanı Karl Nehammer, 60 ve 70’li yıllarda gelen misafir işçilerin geri gönderilmemesini “hata” olarak gördüğünü söyledi. Geri gönderilmemesinden pişmanlık duyulan misafir işçilerin 180 bini Avusturya vatandaşı, 117 bini Türk vatandaşı olan bizlerden oluşuyor.

Ancak şu sıralar Avusturya, çok kapsamlı bir biçimde  bizi  çok seviyor…

Başbakanın bu açıklaması Avusturya medyasında çok yankı yaratmadı. Benim yazdığım Başbakana göre biz hatayız!” Türkçe makaleyi Almanca sayfalarında paylaşan bazı gazeteciler dışında…

Avusturya merkez sağ parti ÖVP lideri Başbakan Nehammer, 2016 yılı sonrasında başbakan ve de bu açıklamayı yapmış olsaydı, Ankara iktidarının buna yanıtı ne olurdu acaba?

Tahmin etmek çok zor değil…

Ankara iktidarının lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa’daki yurttaşlarımızın yüreğinde, savunucu ve koruyucu bir yer edinirken, pratik olarak dönemin Almanya Şansölyesi
Angela Merkel’e “Nazi” benzetmesi, Naziler tarafından Almanya’da Türklere karşı yapılan ırkçı saldırıların intikamı olarak algılandı.

2018 yılında dönemin Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz nezdinde yaşanan diplomatik sataşma, Ankara’nın sert söylemlerine neden olmuş, Viyana koalisyon hükümeti, Ankara’nın bu sert söylemlerine karşılık, ülkedeki Türkiye göçmenlerinin hareket alanlarını daraltarak yanıt vermiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin başbakanı Kurz hakkında dile getirdiği eleştiriler sonucunda, Avusturya hükümeti ‘Siyasal İslam ile mücadele kapsamında’ 7 caminin kapatılması ve yurt dışından finanse edilen birçok imamın sınır dışı edilmesi yönünde karar aldı.

Avusturya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avusturya’ya karşı her ithamında, Türkiye göçmenlerinin yaşam alanlarına tecavüz eden bir kısıtlama uygulamasına imza attı.

Çok gergin dönemler yaşandı. Karşılıklı imtiyazlar kısıtlandı… İki ülke arasındaki kriz o kadar büyüdü ki ATİB camilerinde terörist yetiştiriyor söylemleri Avusturya medyasında zoraki olsa da yayınlandı.

Diplomatik kriz sonrasında uygulanan baskıcı yasalarda; ilk okullarda başörtüsü yasağı, ehliyet sınavlarında Türkçe dil seçeneğinin kaldırılması gibi, vatandaşlık alımlarındaki şartların sertleştirilmesi ve çifte vatandaşlık avı başlatılması, hiçbir şeyden haberi olmayan Türkiye göçmenlerinin ödediği bedeller arsında oldu…

Peki şimdi ne oldu?

Dönemin popülist başbakanı Sebastian Kurz, yolsuzluk soruşturması nedeniyle istifa ederek siyaseti bıraktı.

Zaten iktidarda olan Halk Partisi [ÖVP] yeni genel başkanı Karl Nehammer ile devam etti.

Aslında Kurz veya Nehammer acısından, Türklerin Viyana’yı kuşattığını her fırsatta hatırlatan tarihi intikam ruh haline bürünmüş ırkçı  bakış acısı değişmedi. Bütün dengeleri Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması değiştirdi…

Savaş bize yaradı demek, çok mu insani değerlere aykırı olur?

Savaşta çok önemli bir rol oynayan Türkiye, bize de yaradı…

Avusturya Rusya ile enerji akışı kapsamında iletişime geçmiş ve hatta başbakan Karl Nehammer Rusya’ya gitmişti. Ancak bu girişimden Avusturya bir sonuç alamadığı gibi, diğer birlik ülkelerinin de eleştirilerine maruz kaldı. Putin ile tek bir lider iletişime geçiyor. O lider Erdoğan’dı…

Ancak bu lider AB tarafından, dönem dönem diktatör ithamına maruz kalıyor, aynı zaman ekonomik ilişkilerde kesintisiz bir verimlilik sağlanıyordu… Bu ülkelerin başında Almanya geliyordu…

AB ülkelerin de Türkiye ile en yakın tarihte kötü ilişkiye sahip Avusturya, Rusya ile ilişkiler bağlamında, Türkiye ile ilişki kurmak zorunda kaldı… Bunu başardı da…

Şimdi asıl soruya gelelim….

Avusturya, Türkiye ile iyi ilişkiler kurduğunda, Avusturya’da yaşayan yaklaşık 320 bin Türkiye kökenlilerle de iyi ilişkiler kuruyor…

Şayet, iki ülke arasında diplomatik bir anlaşmazlık çıktığında, Ankara’nın her hamlesinde, Avusturya karşı hamlesini Ankara’ya değil bize yapıyor…

Aslında Avusturya bu davranışıyla, 180 bin Avusturya vatandaşı Türkiye kökenlilere anayasal suç işliyor. [Bu konu yine ayrı ele alınacak bir araştırmayı zorunlu kılıyor]

Net olarak belirtmek istiyorum… Biz, 320 bin Türkiye göçmeni olarak diplomatik anlaşmazlıkların stratejik bir parcası olmak istemediğimiz gibi, sivil toplum kuruluşlarımızın üzerinden taktiksel güç yapılanmasının da farkındayız…

Avusturya için biz göçmenlerin değeri, diplomasiye kurban edilecek kadar az ise, şikâyet edilen sözde “entegrasyon” karşıtlığı haklılık kazanmaktadır.

Nehammer başbakanlığındaki hükümet, şu sıralar bizimle ilgili konularda, medyayı bile susturuyorsa; bunu 320 bin Türkiye göçmeni için yapmıyor… Dengeleri değiştiren savaşın sonuçlarından ortak çıkar ilişkileri üzerinden  doğan mecburiyetten yapıyor.

Oysa biz, bu ülkenin vatandaşıyız. Diğer yarımız ise kalıcı oturum iznine sahip, vergi mükellefi.

2016 yılından 2020 yılına kadar Avusturya -Türkiye ilişkilerinki olumlu gelişmelerin, piyon kısmında duran Türkiye göçmenleri, hem Ankara hem de Viyana iktidarı tarafından stratejik [hareketsiz] yedek güç olarak bir önem taşımaktaydı. Her iki ülke, iç siyasetin ihtiyacı kadar bizi kullanmakta ve bizim üzerimizden diplomatik zaferler kazanmak istemekte.

Bu gelişmeler, Türkiye göçmenlerinin  ülkedeki varlıkları ve etkinlikleri bakımından, Avusturya devleti nezdinde hiçbir değeri olmadığını gösteriyor…

Biz Türkiye göçmenleri olarak; Türkiye-Avusturya diplomatik ilişkilerinin bir aracı ve parçası ve de tarafların itici gücü-tehdidi olmak istemiyoruz.

Biz, bizi kurtaracak olanın kendi kollarımızın olduğunu biliyoruz… Bunun için çocuklarımızı insanlığa hizmet için yetişmeye çalışıyoruz.

Merak etmeyin “Türklüğümüzden” bir şey eksilmiyor…

 

Yayınlama: 26.05.2023
Düzenleme: 27.05.2023
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.