Bilgi arttıkça mutsuzluk artar mı? | Birlikte hatırlamak
Avusturya’nın saygın gazetelerinden olan Kurier gazetesinde editörlük yaptığı günlerde röportaj yaptığım gazeteci Naz Küçüktekin’in, “Gazeteci olduktan sonra hayatınızda ne değişti?” soruma verdiği yanıtı hiç unutmadım.
Naz şöyle yanıt vermişti: “Bilmenin verdiği bir üzüntü giriyor insanın yaşamına. Altı yıl önce daha naiftim. Dünyaya daha pozitif bakıyordum. Ama okudukça ve öğrendikçe gerçekleri görüyor bu gerçekler karşısında üzülüyorsun. Diğer yandan ise bilginin verdiği bir özgüven kazanıyorsunuz. Her konu hakkında bir fikriniz olmaya başlıyor. Kötü ve iyi olayların perde arkasını bilmek ve bununla yaşamak zaman zaman zor gelebiliyor. Kendime, keşke bilmeseydim bunları ve keşke umurumda olmasaydı, hayatımı yaşayabilseydim diyorum. Gelişmelere bakış acısı ve şekli değiştiğinden, gelişmelerin nedenleri sizi olumsuz etkiliyor ve tatil bile yapamıyorsunuz. Beni bu meslekte güçlü kılan, söz hakkı olmayanlara gücüm oranında söz hakkı tanıyabilmektir. Biliyorsun, toplumun belirli kesiminin çok söz hakkı var.”
Naz bana bakarak; “haksız mıyım, sen tatil yapabiliyor musun? Yoksa gördüğün ve mantık yürüttüğün haksızlıklar karşısında tatili bırakıp yine yazı yazmıyor musun?” demişti.
Çok bilgili insanlar tanıdım. Kendisine hiçbir zaman entelektüel demeyen güzel insanları dinledim. Bilgisini sistemin her isteğine boyun eğdirmeyen o güzel insanların çok vicdanlı ve başkaları için üzüldüklerine şahit oldum…
Çok okumak kimi zaman dünyayı farklı açılardan görmek, derinlemesine anlamak ve daha fazla sorumluluk hissetmek gibi yan etkiler yaratır. Bu da insanın yükünü ağırlaştırır. Kimi zaman keşke bilmeseydim dersin…
Neden-Sonuç ilişkisinde mantık yürütmek ve sonuca giden sürecin şekli seni ya mutlu ya da üzer. Ama genelde üzer.
Yunan düşünürü Sokrates, “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” derken aslında bilgiyle birlikte gelen farkındalık ve bilinmeyenin sonsuzluğu konusundaki çaresizliği işaret eder. Ve yine öğrencisi Platon, Sokrates’i ölüme götürenin onun bilgisi olduğunu savunur.
Çevrendeki olaylara daha geniş bir perspektiften bakmayı kolaylaştıran bilgi veya okumak, hayatını, okumayanların dünyasında zorlaştırıyor ve dışlanarak yalnızlaştırıyor.
Bilgi arttıkça insan, dünyanın adaletsizliklerini, hayatın kırılganlığını, belirsizlikleri ve kendi yetersizliklerini daha çok fark eder hale gelir. Bu durum, insanı daha yalnız veya ağır bir ruh haline çekmektedir. Diğer yandan, bilgi insanın hayata daha bilinçli yaklaşmasına, empati kurmasına ve anlam arayışına yönelmesine de olanak tanır. Bu, yalnızca kişiyi değil, çevresini ve hatta toplumu geliştirecek bir dönüşüm yaratır.
Bilgi arttıkça mutsuzluğun artabileceğine dair felsefi bir düşünceyi ilk dile getiren Alman filozof Arthur Schopenhauer; hayatın özündeki acıyı, bilgisizlik içinde olanların nispeten daha az yaşadıklarını savunur.
Schopenhauer’e göre, bu anlamsız, boş, acıyla dolu ve kötü hayattan kaçınmanın tek yolu vardı: İstencimizi öldürmek!
Bilgili olmak ve bunu sürekli canlı tutmanın en can acıtan yanı, toplumu yönetmeye aday olan siyasetçilerin ne kadar bilgisiz olduklarını anlamaktır.
Bilmeyenin bilmediğini bilmek, seni bilgili kılmaz. Bilmeyenin bildiğini savunduğu, kendi gerçeği üzerine yorum yaparken yargılamadan anlamaya çalışarak, neden yanlışı savunduğunu öğrenebilmek seni bilgili kılar.
“Birlikte hatırlayabiliriz”
Güreş müsabakaları yapan genç erkekleri seyretmek için Atinalılar toplanmıştı. O gün, âdeti olmadığı halde Sokrates de katılmıştı izleyiciler arasına. Bu huysuz, yaşlı adamdan pek hazzetmeyen diğer Atinalılar, gözlerini ayırmadan bir noktaya bakan Sokrates’i işaret ediyorlardı birbirlerine.
Sokrates’in bir noktaya bakmasının anlamı, bir veya birkaç genç ile tanışmak ve onları öğrencisi yapmaktır.
Sokrates tanışmak için yanına davet ettiği gence; “”Sana Platon diyormuşlar; doğru mu?”
Platon: “Evet.”
Sokrates: “Beni tanıyor musun?”
Platon: “Evet.”
Sokrates: “Ben kimim?”
Platon: “Sen Sokrates’sin.”
Sokrates: “Hakkımda bir şeyler duymuş olmalısın.”
Platon: “Insanlara kafalarını karıştıracak sorular soruyormuşsun?”
Sokrates: “Senin kafanı karıştırıyor muyum?”
Platon: “Hayır.”
Sokrates: “Sence insanın kafası ne için karışır?”
Platon: “Yeterince akıllı olmadığı için.”
Sokrates: “Akıllı olmak nedir?”
Platon: “Her şeyi anlamak…”
Sokrates: “Sence akıllı bir insan her şeyi anlayabilir mi?”
Platon: “Tanrıların işleri hariç her şeyi anlayabilir.”
Sokrates: “Sence bu konuda en maharetli olan kimdir?”
Platon: “Parmenides.”
Sokrates: “Neden?”
Platon: “Çünkü değişim diye bir şey yoktur.”
Sokrates: “Öyleyse değişip duran şeyleri nasıl açıklayabiliriz?”
Platon: “Bilmiyorum.”
Sokrates: “Bunun için üzülmene gerek yok Platon. Çünkü bu sorunun cevabını Parmenides dâhil hiç kimse bilmiyor. Fakat benim dostum olmayı kabul edersen birlikte araştırabiliriz.”
Platon: “İkimiz de bilmiyorsak nasıl öğrenebiliriz?”
Sokrates bir an sustu ve ardından Platon’a son derece tesir eden bir söz söyledi.
Sokrates: “Birlikte hatırlayabiliriz.”
Platon başını önüne eğdi, bir süre düşündükten sonra şöyle cevap verdi: “Ne dediğini anlamadığım ilk insansın Sokrates.”
Sokrates: “Halbuki ne çok şey öğretildi sana değil mi Platon? Kratylos’tan bile ders aldığını duydum. Hâlâ derslerine devam ediyor musun?”
Platon: “Hayır.”
Sokrates: “Neden?”
Platon: “Çünkü artık kimseyle konuşmuyor.”
Sokrates: “Bunun sebebini biliyor musun?”
Platon: “Bildiğimi sanıyorum.”
Sokrates: “Öyle mi, neymiş bize de söyle, biz de öğrenelim.”
Platon’un her şeyi öğrendiğini sanması, Sokrates ile tanıştıktan sonra; tek bildiği şeyin aslında hiç bir şey bilmediği düşüncesini tetiklemiştir.