Bir yudum Anadolu

Yaklaşık bir ay boyunca Ankara-Kars Doğu Ekspresi güzergâhındaki yerleşim yerlerinde çekimler yaptım. Kimi zaman on saniye görüntü için dört saati bulan, engebeli ve yarım metre karla kaplı yolları kat ettik. Günde sadece bir çekim hakkımız vardı. Şayet trenin geçişine yetişemez veya çekim hatası olursa, bir gün sonra yeniden aynı yere gitmeli ve çekimi tekrar etmek […]

Yaklaşık bir ay boyunca Ankara-Kars Doğu Ekspresi güzergâhındaki yerleşim yerlerinde çekimler yaptım. Kimi zaman on saniye görüntü için dört saati bulan, engebeli ve yarım metre karla kaplı yolları kat ettik. Günde sadece bir çekim hakkımız vardı. Şayet trenin geçişine yetişemez veya çekim hatası olursa, bir gün sonra yeniden aynı yere gitmeli ve çekimi tekrar etmek zorundaydık. Çünkü Doğu Ekspresi günde bir defa geçiyordu… 

Ayrıca diğer bir ekibimiz ise trenin içinde çekim yapıyor, böylelikle, dış çekimle paralellik sağlanıp daha geniş bir perspektif sunmayı amaçladık. 

İlgili bakanlıklardan gerekli çekim izni alınmış, bürokratik anlamda önümüzde hiç engel kalmamıştı. Polisin, jandarmanın ve istihbarat görevlilerinin, “tamamen bizim güvenliğimiz için olduğunu düşündüğüm” ziyaretlerinin gölgesinde çekimlerimizi bitirdik… 

“Kara trenle beyaza yolculuk” [Doğu Ekspresi Belgeseli] yakında gösterime sunulacak. Zira çekimleri bitirip Viyana’ya döndük…

Farklı bir perspektif sunacağına inandığım belgeseli diğerlerinden farklı kılan ise, dış çekimler ve senaryosu olacak. 

Belgesel, okuduğum kitaplar üzerinden değerlendirdiğim topraklarda yaşayan insanlarla bire bir temas kurmamı sağladı. Öyle ki biz dört çeker kiralık araçla karlı dağ yollarında kalmaktan korkarken, önümüze çıkan çok eski bir araç ile seyahat eden ceketsiz, çorapsız-terlikli köylüleri gördük. Anladık ki cesaret tanımakla var olan bir şeydi. Onlar bölgenin insanıydı ve her gün o yollardan geçiyor, korku onlar için anlamsız bir kavramdan öteye gitmiyordu. 

Sıcak ve yardım etmeyi seven hatta bunu abartan insanlar… Avrupa’nın mekanik hayatı ile kıyaslandığında Anadolu’nun köy insanının sıcaklığı, eksi 20 dereceye varan soğuk hava koşullarında insanın içini ısıtıyor. Anadolu insanının sıcaklığı ve irfanı olmasaydı, oteller, restoranlar ve hatta berberlerde soğuktan durmak mümkün olmayabilirdi. Çok sayıda otel ve restoran hizmetlerinden yararlandık ve her işletmede aynı sorunla karşılaştık… Kaloriferler en düşük ayarda ve kalorifer petekleri kendisini zor ısıtıyordu. Kaloriferleri neden açmıyorsunuz sorusuna ise, yüksek gelen yakıt faturaları gösteriliyordu. Bu kadar sıcak kanlı bir toplumun soğuğa mahkûm edilmesi ve bunun ekonomik nedenlerden kaynaklanması, gerçekten çok üzücüydü…

Her üç günde zamlı doldurduğumuz araç deposu gibi değişkendi trenin geliş saatleri. Kimi zaman üç saat bekliyorduk, on saniye görüntü için. Kurt ulumaları belli belirsiz geliyordu uzak dağlardan. Tecer dağlarının heybeti, Yılan dağının beyazı beni büyülese de korku ile karışık endişeli bekleyiş, çekimleri daha önemli kılıyor ve hata yapma şansımızı elimizden alıyordu. Asistanım Taylan kimi zaman elinde bir ağaç parçası veya taşlarla, gelebilecek köpek ve kurt saldırısına hazır bekliyordu. Bir yandan köylülerin bizi define avcıları sanmasını, diğer yandan uzaktan fotoğraf makinalarımızın silah sanılmasını boşa çıkarmamız da gerekiyordu. Kurtların bile acıkınca gezdikleri bölgelerde çekim yapmak oldukça zor, bir o kadar da güzeldi. 

Güzel olan, çekimler için oluşturmak zorunda kaldığımız kurgu için gerekli malzeme ve araçları, hatır ile düşünmeden ve bir karşılık beklemeden yerine getiren bölge halkının sıcaklığı ve dayanışma anlayışıydı. 

Belki çok zengin bir ülke değildi… 

Belki çok iyi yaşam standartları da yoktu…

Ama güzeldiler, iyiydiler…

Belki belgeseli beğenmeyeceksiniz veya çok beğeneceksiniz… 

Bütün bunlardan bağımsız, bu Anadolu insanın gerçekliğini değiştirmeyecek. 

Onlar güzel insanlar olarak kalmaya devam edecekler…

Yayınlama: 17.03.2022
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.