Bir zamanlar bizde onlar gibiydik | Tek farkımız sığınmacı değildik
Avusturya devlet televizyonu ORF’de pazar günleri Türkiye’den Avusturya’ya gelen işçiler için yarım saat ve kısmen de olsa Türkçe programların yapıldığı yıllardı. Okula yeni başlamış, Almanca bilmeyen ve benden yaşça büyük olan diğer dokuz turist işçi adaylarıyla, sınıfın en arka sıralarına oturtturulmuştum. Biz Türkçe konuşuyorduk, ön sıralardaki öğrenciler ise öğrenmek zorunda olduğumuz lisanın ana karakteriydiler.
Sınıfta önümüzde oturanların, hayatımızın geri kalan bölümünde de hep önümüzde olacaklarını bilmiyordum.
Bilmediğim bu gerçek, yıllar sonra kendi gerçekliğimizi sorgulatacak ve iki kültür arasında kalmamızı sağlayacaktı…
Özünde kimlik sorunu yaşamadığımızı ısrarla savunmamıza rağmen, yaşadığımız aidiyet duygusu, biz de geldiğimiz ve de yaşadığımız toplumda dışlanmış hissi doğurdu.
Avusturya’da kabul görülebilmemiz için, toplumun her türlü kurallarına ayak uydurmamız gerektiği bizlere çok geç anlatıldığından, ilk ve ikinci nesil bütünleşme sürecini tamamlayamamıştır. Çünkü Avusturya devletinin bize dair ileriye dönük bir planı yoktu…
Bizler kendimizi Avusturya’ya ait hissettiğimiz takdirde ortama uyum sağlayabilir, başarılı bir entegrasyon süreci geçirebilirdik. Çünkü insan kendini iyi hissettiği veya özgür hissettiği ortama ait olmak ister.
Türkiye’den Avusturya’ya göçün 60’ıncı yılına girerken, ‘bizden bağımsız’ değerlendirme ve analizlerde uyum sorunu yaşadığımız söylenirken, daha dün Avusturya’ya sığınan Suriyelilerden kısa sürede entegre olmalarını beklemek ne kadar dürüstçe bir davranış olur sizce?
Sakın Suriyeli olduğunu söyleme […]
Uzun zamandır dolaylı ilişkiler üzerinden diyalog kurduğum ve hizmet sektöründe çalışan bir gencin bugün, [bana göre çok gerekli bir bilgi olmasa da] Suriyeli olduğunu öğrendim. Çok akıcı bir Türkçesi var. Dolayısıyla çalıştığı ortamın büyük çoğunluğunu Türkçe konuşan müşteriler ziyaret ediyor.
Gazeteci kimdir, nasıl olmalı sorusuyla başlayan sohbet, hizmet sektöründe çalışan Suriyeli gence, biz Türkiye’den gelenlerin kötü davranışlarına kadar uzandı.
Beni en çok etkileyen ise, sadece Suriyeli olduğu için kötü davranışlara maruz kaldığıdır,- veya öyle hissettiğidir.
Müşterilerin kötü davranışlarını işletmedeki bir üst çalışana anlatması ve onun Suriyeli gence söyledikleri içler acısı olmakla birlikte, bizlerin ırkçılık tanımlamasında ciddi bir paradoks döngüsünde olduğumuzun işaretidir.
Hizmet sektöründe üzerine düşen bütün görevleri çok iyi yaptığını işverenden teyit ettiğim Suriyeli gence, bir üsttü olan çalışan, “Sen güzel Türkçe konuşuyorsun. Müşterilere Suriyeli olduğunu belli etme veya söyleme…” diyebiliyordu… Tıpkı bir zamanlar bizlerin kimliğimizden dolayı dışlandığımız ve kimliğimiz anlaşılmasın diye sustuğumuz gibi…
Herkesi görürüz de bir kendimizi göremeyiz… Çünkü “ben /biz” farklıyızdır… Peki neye ve kime göre farklıyız veya üstünüz?
Savaştan kaçmakla suçladığımız Suriyeli sığınmacıların, geldikleri ülkede neler yaşadığını hiç düşündük mü?
Ve yine, savaşmak zorundalar mı?
Avrupalı insanlar yaşadıkları refah düzeyinin kaynağını hiç sorguladı mı?
Suriye veya başka gelişmemiş ülkelere satılan silahlar buralardan gitmiyor mu?
Sonuç olarak; silah sattığınız veya içişlerine müdahale ettiğiniz ülkede ölenlerin çocukları buraya geliyor ve sizlere soruyor!
Bize silah satılırken neden sessiz kaldınız da gelmemize karşı neden çıkıyorsunuz?