Bu Gecenin Adı Umut Olsun

Geceydi… Bir öncekine ay tutmuş çelme takmış da yana yatmış gibi bir gece işte. Evladına ninni söyleyen bir rüzgârın ve yıldızların ve karanlığın bol olduğu bir geceydi işte. İştesi ve adı çok olan bir geceydi. Anlatamıyorum… Geçmişin kapısını tıklayan dilimin ucunda tomurcuk oluşmuyor sanki.  Oluşmuyor ki ben kapıyı bir daha tıklamayayım.  Sanki doğurmuyor geleceği bir […]

Geceydi…

Bir öncekine ay tutmuş çelme takmış da yana yatmış gibi bir gece işte.

Evladına ninni söyleyen bir rüzgârın ve yıldızların ve karanlığın bol olduğu bir geceydi işte.
İştesi ve adı çok olan bir geceydi.

Anlatamıyorum…

Geçmişin kapısını tıklayan dilimin ucunda tomurcuk oluşmuyor sanki. 

Oluşmuyor ki ben kapıyı bir daha tıklamayayım. 

Sanki doğurmuyor geleceği bir serçe kuşu benim için. 

Olsun bu gecenin adı yorgunum olsun 

Yorgunum…

Bir, iki, üç, on, yüz, bin, on milyon saniye gözbebeklerimden teğet geçerken, ben yorgunluğuma binmiş şaha kalkmış bir atım bu gece. Engelli koşudayım varış noktam geleceğim.

Ömür ne biliyor musun okuyucu? 

Ömür bir hikâyenin mutsuz öyküsündeki kozası kendinden örülü lepiska saçlı ruhu sakat kız çocuğu.

Ömür bir türlü sıkamadığın, sıktığında da içi boş çıkan tüpte çikolata. 

Ömür bir sen bir şu anki an.

Aforizma olsun mu bu gecenin adı? 

Bir dağa hareket eden adam, küçük taşlardan uzaklaşarak başlar mesela. 

Ben de başlamak istiyorum. 

Taşlar, uzaklaşın benden!

İlerlemek istiyorum alın şu sırtımdaki geçmişimin karanlık paltosunu. 

Gogol’un paltosundaki Akakiy Akakiyeviç..! 

Senin ki kadar değerli değil benim sırtımdaki palto. 

40 yaması var. Bak, bak! Sökülür ara ara üşürüm. Tam eskidi atayım diyorum atamıyorum bir türlü. 

Atamam, onu diker, tekrar yamalar, tekrar geçiririm sırtıma.

Ama lepiska saçlı kız duy beni! 

Yoruldum artık. 

Ey Akakiy Akakiyeviç al bunu sırtımdan senin olsun istemiyorum geçmişimi.

Lütfen bak! Bak! İyi bak! Sapasağlam sırtımda duruyor. 

Ne dersin? Al da kurtar beni Akakiyeviç. 

Öyle para da istemem bak. Yalnız olmayan kalabalık yalnızlıklar ver bana lütfen! 

Suyu sıkılmış yastık kenarına oya gibi bir yalnızlık olsun ama. 

Kalabalıkta olayım ama onlar tarafından fark edilmeyen, oya naifliğinde, derin hassas bir yalnızlık.

Bu gecenin adı anektod olsun mu? 

Kısa değil uzun, öz ve güldürücü.

Kime mi güleceğiz, bana! “Çırpındı, çırpındı kurtulamadı ve geleceğin kapısına geçmişi tarafından boğularak bırakıldı” haber manşetinin kısa ve öz oluşuna.

Offff beynim! 

Uyuyamıyorum aslında ama uyuyorum da. Diyorum kendime kendi kendime diyorum kendimden başka kimsemin olmadığını bilerek ve inanarak uyanamıyorum.

Bir sigara daha yakıyorum sönmeden bir tane daha, bir tane daha. Çakmak da insanlar gibi unutulmuşlar arasına giriyor.

Bu gecenin adı unutamayanlar olsun mu? 

İnsan, geçmişi tüm gerçekliğiyle bilmeli, kabullenmeli, tavşanın havuçla arasını düzeltmeli.

Düzeltmeli ki tavşan havuç tarlasında gezinebilsin, sulu havuçların varlığıyla da mutlu olsun artık. 
Bak buna güldüm.

Havuç ben ve yalnızlık. Şarkıda geçiyor ya .”Biz üç kişiydik” Evet üç Ben, sen sevgili havuç ve sırtımdaki yamalı paltom. 
Ben biliyorum bu gece son. Soruyorum yok etmeyi ve yok olmayı yoktan var edene soruyorum. 

Göğüs kafesimi zorlayan kuşlar, bu kuşlar diyorum. Her mevsim kursağıma yığılı heveslerim ve heyecanlarımla geldiniz. 

Kovun artık geçmişimin neden, niçin sorularını. Kırk yaşıma el sallayan çocukluğum! 

Sen gel yanıma. 

Şimdi artık yalnız değilim. Paltomu Gogol’un kitabında. 

Hey güzel geleceğim!

Ben geldim ama belki yine giderim.

Yamalarım! 

Seni düşününce ölmüyor mu sanıyorsun gamzemin çukurunda müjdeci cemreler.

Ben geldim ama belki yine giderim..

Yayınlama: 02.11.2021
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.