Bu sözler bana hiç yabancı gelmemişti…
Çok uzun yıllar sonra Ramazan Bayramı’nı İzmir’de geçirdim. Kapı kapı gezip bayram şekeri ve harçlığı topladığımız günlerin üzeninden 35 yıl geçmişti. Ben çok fark etmesem de ülkem yaprak döküyor, darbenin acılarını sarmaya çalışıyordu. İkinci küçük Amerika olma harekâtının yapıldığı, Özal dönemiydi. Biz özgürlük türkülerinin, acılı arabeske kurban edildiği yılların çocuklarıydık,- ve dayanılmaz bir şekilde kokan İzmir körfezinde […]
Çok uzun yıllar sonra Ramazan Bayramı’nı İzmir’de geçirdim. Kapı kapı gezip bayram şekeri ve harçlığı topladığımız günlerin üzeninden 35 yıl geçmişti.
Ben çok fark etmesem de ülkem yaprak döküyor, darbenin acılarını sarmaya çalışıyordu. İkinci küçük Amerika olma harekâtının yapıldığı, Özal dönemiydi. Biz özgürlük türkülerinin, acılı arabeske kurban edildiği yılların çocuklarıydık,- ve dayanılmaz bir şekilde kokan İzmir körfezinde denize giren çocuklardık… Darbede boş kovanlarla meşe (bilye) oynayan, Tariş direnişinde ölen işçilerin çocuklarıydık…
Okul sonrası körfezi kirleten Yeşildere tabakhanelerinde çalışan, sekiz haftalığıyla Michael Jackson deri ceketi alan ve Break Dans yarışmalarına katılmayı düşünen, aynı zamanda Anadolu Fen Lisesi sınavını kazanmayı hayal eden çocuklardık.
Anadolu fen liseline gidemedim, Break Dans yarışmasına da katılamadım. Ülkem yaprak döküyor genç nüfus bir şekilde yurt dışına çıkıyordu. 15 yaşına girmeden bende yurt dışına çıkmıştım…
Her çıkış beraberinde bir yabancılaşmayı getirir derdi, felsefe… Çok kızardım. O kadar kızardım ki, 1993 yılında Avusturya makamları tarafından, Avusturya vatandaşlığı teklifini hakaret olarak algılamıştım… Avusturya vatandaşlığına geçenleri “vatan haini” ilan eden milliyetçi zatların gizlice Avusturya vatandaşlığına geçtiğini gördüm. Şimdilerde vatandaşlık değiştirmek sıradanlaştı… Öylede olmalıydı zaten…
Bütün bunları düşünürken, İzmir körfezinin kokmayan ama temiz de olmayan, dalgalarını seyrediyor, bir yandan da bayramlarını aileleriyle sahilde geçirmek isteyen ailelerin konuşmalarını dinliyordum…
Çocukluğum Kemeraltında ayakkabı satmakla, Yeşildere deri fabrikalarında geçmişti… Bu tecrübenin ileride çok işime yarayacağını bilmiyordum. Çok insan tanımanın teorik bilgi ile karışımı analiz konusunda çok yardımcı olduğunu yıllar sonra anladım. Ön görü ve ön sezi bizim meslekte vazgeçilmez ayrıcalıktır.
Soğuk kayalıklara oturmuş uzaklara bakıyordum… Çok yapmadığım bir şekilde bireysel düşüncelere dalmıştım ki toplumsal konulara geri dönüşümü sağlayan bir sohbete kulak kabartmak zorunda kaldım.
Kayalıklara oturmuş kalabalık, kendi arasındaki konuşmasında, o an o alanda bulunanların çoğunun Suriyeli olduğunu ve yakın zamanda Konak meydanına Türklerin giremeyeceğini, kendinden çok emin bir şekilde yanındakilere anlatıyordu.
Ona göre çevredeki herkes Arapça konuşuyor ve yakın zamanda Türkçe resmi dil bile olmayabilirdi…
Bu sohbet diğerlerinin katılımıyla devam etti.
Bu sözler bana hiç yabancı gelmemişti…
“Türkler çok çocuk yapıyor… Yakında Avusturya Türklerin eline geçecek” gibi söylemler Avusturya aşırı sağ yapılanmalarının sık sık gündeme getirdiği komplo teorileri, düzensiz ve plansız uygulanan Suriyeli göçmen alımı, Türkiye’de de aynı düşünceyi tetiklediğini gösteriyordu.
Uzun uzun değerlendirme yapan yurdum insanı, Suriyelilerin işlerini elinden aldığını, vergi vermeden iş yeri işlettiğini, kira ödemediğini ve hatta birinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğünü iddia ediyor. Bunun ne kadarı doğru veya yanlış, bunu tartışmak yerine bu vatandaş bu düşünceye neden kapıldı onu irdelemek daha mantıklı olacaktır.
Konak sahilinde oturduğum kayalıkları paylaştığım insanlar, Avusturya’da bize ırkçılık yapan insanlarla aynı fikirde olmaları beni ürkütmüştü…
Yanlış bilgilerle beslenilmiş olunsa da ırkçı olmak bu kadar kolay olmalı mıydı?
Oysa İzmir’de güneş ve deniz o kadar güvercindi ki barış kendiliğinden gelecek gibi duruyordu…
Yoksa biz yurt dışında yaşayanlar mı çok içselleştiriyorduk… Öyle ya, ırkçılığa çok maruz kaldığımızdan duygusal yaklaşıyor olabilir miydik?
Bu soruların yanıtını tabi ki her okuyucu kendisine göre verecek…
Yine de 35 yıl sonra Ramazan Bayramı’nı İzmir’de geçirmek güzeldi…