Deprem…!
“Hayat kısa…
Bu yüzden hayatını sev ve mutlu ol…
Gülümsemeyi sakın bırakma!
Kendin için yaşa,
Ve konuşmadan önce dinle,
Yazmadan önce düşün,
Harcamadan önce kazan,
Dua etmeden önce inan,
Vazgeçmeden önce dene,
Nefret etmeden önce sev,
Ölmeden önce yaşa” [W.Shakespeare]
Sevgili okuyucu ben, biz, hepimiz üzgünüm/üzgünüz. Ağzımızın tadının kaçtığı bir dönemden geçiyoruz. Geride bıraktıklarımız, özlem duyup da bir daha asla sarılamayacaklarımız, sevdiklerimiz, canlarımız, göz yaşına akran olmuş gözlerimiz…
Ben Esra; bugüne dek Gaziantep’ten Esra idim ama üzülerek belirteyim ki artık bunu diyemeyeceğim.
Bir günde hayatım değişti alt üst oldu ve ben İstanbul’a taşındım.
Bağrımıza yangın düştü, evlere ateş düştü.
Deprem Gaziantep ile 11 ili etkiledi.
Mahşer yeri terimini yaşadık.
Enkaz altında kalan canlarımız, gözyaşları, feryatlar, figanlar.
Evladından vazgeçmek zorunda kalan anne babalar.
Sanki bir korku filminin içindeyiz.
Sanki bu yaşananlar bir rüya.
Sanki ben yaşamıyorum da dışardan beni seyreden benmişim gibi.
Yaşadıklarımız, tanıklık ettiklerimiz hiç kolay şeyler değil.
Deprem gecesi kızlarım orada, o korku dolu 2 dakikayı yaşadı.
Üstlerine düşen tuğlaların, çimento parçalarının içinden kendilerini dışarı zor atabildiler.
Elim varamadı, ulaşamadım o an.
Öldüm tekrar tekrar öldüm o ilk iki günde.
Arkadaşlarım, dostlarım, canım iki kızım, kedim orada o soğukta yağan karın altındaydılar biliyordum.
Üşüyorlar, evsizler; dışardalar, arabadalar.
Sıcak yatakta yatmayı bırakın; uzanmanın, yemek yemenin, onlar kadar korkudan titremeyen bir vücuda sahip olmanın vicdan rahatsızlığını iliklerime kadar hissettim o ilk iki günde.
Hissettiklerimi kelimelere dökemeyecek 19 günü yaşadım.
İçimde bir yangın.
Dolmuşum, donmuşum, çözülmem vakit alacak biliyorum.
Hiçbir şey yapmak istemiyorum, hiçbir şey düşünmek istemiyorum.
Öylece sadece durup nefes aldığımıza şükrediyorum.
Meğer ne kadar değerliymiş sıradan yaptığımız çay içip televizyon bakmalarımız, kahve kitap yapmalarımız, başımızdaki çatımız, içtiğimiz suyumuz, yastığımız, evlatlarımıza uzattığımız sevgi kanatlarımız, akşama gelirken iki ekmek getirir misin sorumuz.
Ve daha birçok şey.
Meğer ne kadar değerliymiş kapımız, evimiz, sokağımız, okşadığımız kedimiz; (Sabrımız).
Şimdi sevdiğim arkadaşlarım, dostlarım yok, kedim de yok.
İnsanların birçok canı yok; enkaz altında kaldı.
Çok şey yok, 16 yılımı geçirdiğim koca şehrim yıkık, yorgun, çökük…
Bu deprem hepimizi üzdü.
Çıkarılacak çokça sonuç, sorgulanacak çokça durum var.
Biliyorum!
Bu yaşadıklarımız zaman geçecek unutulacak ve hayat eski haline dönecek.
Ama şunu hep aklımızda tutalım olur mu?
Sevdiklerimizin kıymetini, şimdinin kıymetini.
Sağlıcakla kalın efendim…
Esra Can , öncelikle çok geçmiş olsun,umarım böyle acıyı bir daha kimse yaşamaz.Yaşadıklarını o kadar güzel kaleme almışsın ki okurken gözyaşlarıma hakim olamadım.Teselli verecek bir söz bile yok Yaşadağın şehire gurbetçi olmayı bırak ,sevdiklerinin ,tanıdıklarının ,hatıralarının hesapsız bir şekilde iki dakika içinde yok olması kabus gibi gerçekten,çok isterdik 20 gün sonra yaşanılanların bir rüya olmasını…