FPÖ mü değişti yoksa Türkler mi?
FPÖ ile Türkiye kökenlilerin kitlesel yakın ilişkisi, Korona salgınının neden olduğu ekonomik sorunlar üzerinden bakışmalarla başlamış, aşı karşıtlığıyla aynı alanda buluşmalarla ortak noktalar görülmüş ve nihayetinde, mültecilerin geri gönderilmesi ve sınırların kapatılması veya mültecileri şehirlerden uzak bir alanda tutma fikrini benimsemesiyle başlamıştır. FPÖ’nün sonradan gelen göçmenleri hedef almasını destekleyen azımsanmayacak kadar Türkiye kökenli, seçimlerde tercihlerini FPÖ’den yana kullanmışlardır.
Bütün bunların üzerine, FPÖ seçim kampanyalarında Türkiye kökenlileri araç olarak kullanmaması ve “Türkler entegre olmuş, çalışıyor ve vergilerini veriyorlar. Bizim onlara bir sözümüz yok” gibi soyut söylemler, sandıkta yankı bulmuş ve oy artışına gitmişlerdir.
Bu durum karşısında bazı çevreler, Avusturya’da Özgürlük Partisi [FPÖ] ve Türkiye kökenliler arasındaki ilişki hem siyasi hem de toplumsal dinamiklerin zamanla değişmesine bağlı olarak farklı bir evreye girdiği yönünde yorumlar yapıyor.
Ancak bana göre, bu değişimlerin yönü ve etkisi oldukça karmaşık.
FPÖ daha önce de bu yönlü stratejik yakınlaşmaları denemiş; Türkiye’den gelen Avusturya’daki Kürt ve Alevi topluluklarına yakın durarak Türkiye kökenlilerin genel olarak bölünmesini ve bu şekilde siyasi çıkar elde etmeyi hedeflemiştir.
Seçimlerden önce, dönemin T.C. Viyana Büyükelçisi Ozan Ceyhun ile FPÖ Viyana Eyalet Başkanı Dominik Nepp’in bir araya gelmesi, sanki tanımlanamayan bir değişimi işaret ediyordu.
FPÖ’nün en propagandist özelliğine sahip olan Nepp, görüşme sonrası sosyal medya hesabından; ““Dostça sohbetiniz ve ilginç fikir alışverişiniz için teşekkür ederiz!” diye mesaj yayımladı. Burada anahtar kelime, Nepp’in ifadesinde yer alan, “ilginç fikir alışveriş”dir.
Ayrıca edindiğim bilgilere göre, FPÖ birçok Türkiye kökenli dernek ve federasyonla iletişime geçmek istiyor. Bunların arasında, Avusturya’da sembolleri yasaklanan Türk Federasyonu da bulunmakta.
FPÖ ve Türkiye kökenliler arasındaki ilişkiyi değerlendirirken, değişimin iki taraflı olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu değişimin niteliği farklı.
FPÖ, kuruluşundan bu yana milliyetçi, popülist ve göçmen karşıtı politikalarıyla tanınmıştır. Ancak yıllar içinde parti söylemlerinde stratejik değişimler yaşanmıştır.
İşte şu günlerde gördüğümüz, stratejik değişimdir.
Bunu daha önce ÖVP [Halk Partisi] politikalarında yaşadık.
En belirgin olarak 2016 yılında başlayan Türkiye-Avusturya arasındaki diplomatik krizin, 320 bin Türkiye kökenliye ağır sonuçları oldu. 2017 yılında başlayan Sebastian Kurz başbakanlığında daha da derinleşen kriz, bizleri ÖVP, FPÖ ve kısmen SPÖ tarafından istenilmeyenler olarak ilan edilmesini sağlamıştır. Medyanın da desteğiyle, 320 bin insan adeta yok sayılmıştır.
Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’in; “ben bu makamda olduğum sürece Türkiye AB’ye asla giremez” sözlerinden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla araması,- veya dönemin başbakanı Karl Nehammer’in Ankara ziyareti sürecine gelindiğinde, 320 bin Türkiye kökenliler tekrar görünür oldu ve değer kazandı.
ÖVP’nin bizler üzerindeki stratejik değişimi, Türkiye ile olan ilişkilerine bağlıydı. Savaş çıkmış, enerji krizi baş göstermişti. Türkiye’nin konumu çok önemliydi ve Avusturya’nın çıkarları için Ankara yönetimiyle diplomatik sorunların çözülmesi gerekiyordu. Ve çözüldü de…
Bu örneğin bir başka versiyonunu FPÖ ile yaşamaya başladık.
Nasıl mı?
FPÖ ve Almanya aşırı sağcı parti AfD’nin Rusya’ya olan yakınlığı bilinmekte. Ayrıca, geçtiğimiz aylarda Viyana’ya gelen Macaristan Başbakanı Viktor Mihály Orbán ile de yakın ilişkiler içindeler.
FPÖ’nün müttefik olarak gördüğü Rusya lideri Putin ve Macar lider Orbán ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iyi ilişkiler içinde olması, FPÖ tarafından göz ardı edilmiyor.
Zira Avrupa Birliğine karşı bir güç oluşturmak isteyen Rusya, AB ülkelerindeki aşırı sağcı partileri desteklemektedir. Bunların başında gelen ise FPÖ’dür.
Dolayısıyla Türkiye’nin zaman zaman Rusya’ya göz kırpması, birliğin güçlenmesi anlamına geldiğinden, FPÖ’nün de Avusturya’daki Türkiye kökenlilere “kerhen de” olsa sarılmasını zorunlu kılıyor.
Bu nedenle FPÖ hükümeti kurduğunda korkmayın. Ankara hükümetiyle ilişkileri iyi olduğu sürece, bize sarılmak zorunda kalacaktır…