Küfürsüz Şükürlerim, Maskesiz Yüzlerim Olsun
Gözlerim açıktı. … Her yer kararmış, her yerde insanlar, her yerde maskeler … Başlarken aydınlık aramak için başlarken yola şimdi ne bu yorgunluk… Vazgeç̧ arama! Işık yok! Maskeler kapkara! Her yer aydınlığın karalığında.. Bir el siyah, kırmızı, yeşil, Rengarenk bir el .. Işık yok arama! Işığa götürmeyecek bu eller biliyorum..! Bu eller senin, Bu eller […]
Gözlerim açıktı. …
Her yer kararmış, her yerde insanlar, her yerde maskeler …
Başlarken aydınlık aramak için
başlarken yola
şimdi ne bu yorgunluk…
Vazgeç̧ arama!
Işık yok!
Maskeler kapkara!
Her yer aydınlığın karalığında..
Bir el
siyah, kırmızı, yeşil,
Rengarenk bir el ..
Işık yok arama!
Işığa götürmeyecek bu eller biliyorum..!
Bu eller senin,
Bu eller sakladıkların.
Ey aydınlığın hayali!
Neredesin ..?
Konuşmak istiyorum ten rengi ellerin sahipleriyle,
Konuşmak istiyorum,
Kendilerini özümsetmiş bu ellerin sahipleriyle ..
Işık yok, her yer karanlık..
Tenimin rengi! Gitme!
Gitme, kendim kalmak istiyorum.
Tüm maskeler gidin başımdan!
Ruhuma ışıksız güneş doğmasın istemem.
İstemem o eli elimden alacaksa.
Karanlık… küfür… şükür…
Gelin, gelin üstüme…
Bulmak istiyorum kendimi,
Küfürsüz şükürlerim olsun o samimi ellere.
…………….
Evet sevgili okuyucu, şiir yazmayı çok beceremediğim doğrudur ama sizi ve yazılarımı mahrum etmemek adına bir dostumdan yardım aldığım da doğrudur..
Hepimizin birkaç tane kimliği olur bu hayatta.
Bütün bu kimlikler, bizden beklenen role uygun tutum ve davranışlarımızı düzenler.
İşte tam bu noktada insan farkında olarak yada olmayarak yüzüne kaftanlar biçmeye başlar..
Kimileri edindikleri anne, arkadaş, eş, dost etiketlerindeki gerçek kişiliklerine uyum sağlayan kaftanlar dikerken kimileri -miş li kaftanlar diker ve onları görünen yüzlerine çok ta güzel oturtur.
İşte bunlardır sözünü ettiğim, ışıksız güneş doğuranlar yüreğimizde , işte bunlardır bizim kendi kimliğimizi farkında olmadan sümen altı yapıp o rengarenk yüzlere uyum sağlayarak başta kendimizden, sonra da karşımızdan soğutan yüzler…
İnsan biriyle karşılaştığında, ilk tanışır sonra siz-biz konuşur sonra sen-ben olur…
İnsan aslında, nelere sahip olduğunu bilmeyen bir kapitalist” der Kafka .
Düşünsene, benim, sensin, biziz, hepimiziz, kendimiziz.
Birileri için kendimizce davranışlardan vazgeçmiyoruz.
Düşünsene Yunus Emre’nin sözleriyle “bir ben var benden içeri” yi keşfetmişiz, sunmuşuz karşımızdakine…
Samimi olmaya aday biri için ne büyük nimet değil mi bu?
Ne olduğunu bilmek, kendini bilmeyi doğurmaz mı?
Çevremizdekilerin ne olduğunu görmekte bu kadar zorlanırken, mevcut çevredeki etki- tepki fiilllerinin sonucunda, bizde kendimiz olmaktan uzak oluşmuş bir KENDİMİZ…?
Sizce bu varlık ruhumuzu rahat bırakır mı? Bir noktadan sonra gelsin yakınken uzak ilişkiler, severken nefret doğuran sevgiler, sıcakken soğuklar…
Giderken samimiyet, giderken gönüldaş ilişkiler, giderken özüm yüklü fiillerimiz oluşan boşluğa ne de güzel yerleştirir rengarenk ellerin sahipleri rengarenk maskeli karakterlerimizi.
……..
Artık gün geçtikçe grileşen ilişkilere karşı “yeter!” Deyip her şeyin farkında olan kişi her şeye sırtını dönebiliyorsa özelliklede ÖZSÜZ karakter sahibi insanlara…
Ve bir silgi çekebiliyorsa kendinin de olduğu ana resme ve yine yeni gerçek samimi resimlerin peşine düşüp onların içinde bir çizik olabilme cesaretiyle başlangıçlara yol alabiliyorsa, o insan hak etmez mi en büyük saygıyı ..?
Bir ben, bir sen, bir o vardır maskenin altında senden içeridir, benden içeridir, ondan içeridir…
O halde cesaretin var mı yüzündeki maskeyi çıkarmaya, cesaretin var mı içerdekini görmeye ve yine cesaretin var mı yeni başlangıçlara…?
Haydi o zaman, ten rengi ellere değsin ellerin.
Yakışanı davranmaya, yakışana muhatap olmaya hevesimiz varsa durmak niye?