Neşet Ertaş’ı tanımayan, Fakir hayat en sağlıklı hayat diyen | “Biçimsel entelektüeller”
Entelektüel, bilgi ile insan ve yaşam arasındaki diyalektik bağı kurabilendir.
Diyalektik, karşıtların birliği ve çatışması yoluyla ilerlemeyi temsil eder. Entelektüellik de tam olarak bu diyalektik sürecin bir parçasıdır.
Entelektüellik, yalnızca bilgi birikimine sahip olmak değil, o bilgiyi anlamlandırmak ve insan yaşamına dair derin bir farkındalıkla ilişkilendirebilmektir.
Bu anlamıyla, entelektüellik; analiz, sentez ve eleştirel düşünme süreçlerini de içerir. İnsan ve yaşam arasındaki diyalektik bağ kurma becerisi, bireyin hem kendini hem de çevresini daha iyi anlamasını ve bu anlayışla hareket etmesini sağlar. Sonuç olarak daha bilgili ve çok kapsamlı genel kültür sahibi olur.
Biçimsel entelektüellik ise, derinlemesine bilgi birikimi olan, ancak bu bilgi birikimini geniş bir toplumsal veya kültürel bağlama oturtamayan ve çoğunlukla kendi uzmanlık alanıyla sınırlı kalan bir entelektüel tipi olarak tanımlanabilir. Ayrıca biçimsel entelektüellik; bilgiye sahip olmayı, ancak bu bilgiyi hayata, topluma ve insana dair daha geniş bir çerçevede kullanma becerisinde eksik kalmayı ifade eder. Kısacası, teori ile pratiğin paralel ilerlemesini engeller ve bilgiler somut gerekliklerle yüzleşemez, soyut bir bilgi deryasında boğulmasına neden olur.
Ayrıca, toplumun alt kesimlerine dair değerlerden uzak durarak, yaşadığı coğrafyanın gerçekliğini inkâr ve küçümseyerek, onlara üsten bakmakla entelektüel olunduğunu sananları, biçimsel entelektüel olarak görüyorum.
Buna en bariz örneklerden birisi, Celal Şengör’ün Neşet Ertaş’ı tanımadığına dair açıklaması, entelektüelliğin biçimsel olabileceğini bizlere göstermiştir.
Zaman zaman Türkiye’den gelen bazı profesörlerle sohbetlerimiz oluyordu. Entelektüel olarak gördüğümüz ve saygı duyduğumuz bu insanların aslında ne kadar özsel ve biçimsel olduklarını fark ederek bu yönlü tartışmalarımız olumuştur. Birebir görüşmelerimizde, kendi alanlarında çok derin bilgilere sahip olan bu insanların, konu dışına çıkıldığında ne kadar yetersiz kaldıklarına şahit oldum. Kendisine saygısı olanlar, bilmedikleri konularda açıkça, “bu konuda bir fikrim yok” diyerek saygınlıklarını koruyorlardı.
Celal Şengör’ün jeoloji ve bilim tarihine olan derin hakimiyeti, tartışma götürmez. Ancak, Neşet Ertaş gibi bir halk ozanını tanımamak, bu bilgi birikiminin yerel kültürel değerlere ve halkın belleğine yeterince temas etmediğini gösteriyor.
Neşet Ertaş, sadece bir sanatçı değil, Anadolu’nun acılarını, sevinçlerini ve aşkını türküleriyle yansıtan bir halk filozofudur. Bu figürü tanımamak, entelektüel perspektifin dar bir çerçevede kaldığını gösterir. Diğer bir yanıyla; yaşadığı coğrafyanın dinamiklerini kendisine kılavuz olarak almamış, Avrupa’nın bir yanı ırkçılığa göz kırpan önyargılı kişilikleri kendisine kılavuz edinmiştir.
Anadolu’nun sesi olarak, kırsal kesimin dilini dünyaya duyuran bir ismi, Celal Şengör’ün tanımaması, Türkiye’nin entelektüel elitlerinin halktan ve yerel kültürden ne kadar kopuk olduklarının bir ispatı değil midir?
Entelektüelliğin yalnızca biçimsel bilgiyle değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve duygusal farkındalıkla harmanlanması gerektiği açıktır. Neşet Ertaş’ı tanımamak, Celal Şengör’ün bilgi birikimini küçültmez; ancak onun halkın kültürel belleğine ne kadar uzak olduğunu gözler önüne serer.
“Fakir hayat en sağlıklı hayat”
Prof.Dr. Oytun Erbaş’ın asgari ücrete dair görüşleri şöyle: “’Bakın asgari ücret elli de olsa elli verin yine elli harcar insanlar. Yüz verin yüz harcarlar. Bunun sonu yok ki.’ diyen Erbaş, ‘Ben her zaman söylerim. Fakir hayat en sağlıklı hayat.”
Oytun Erbaş’ın bu açıklaması, maddi zorlukların ve yoksulluğun etkilerini görmezden gelen bir yüzeyselliği yansıtmakla beraber, fakirliği kutsayan, kabullendiren bir dil kullanarak, sistem adına ajitasyon ve propaganda dan başka bir şey değildir.
Ayrıca, “Fakir hayat en sağlıklı hayat” açıklaması biçimsel entelektüellik ile halktan kopuk bir perspektifin örneği olarak değerlendirilmelidir. Bu tür ifadeler, akademik ya da entelektüel birikime sahip bireylerin toplumsal gerçeklerden ve duygusal empati yeteneğinden uzaklaştığını kanıtlıyor.
Oytun Erbaş, bilim insanı olarak bireylerin sağlıklarını etkileyen tüm sosyoekonomik koşulları dikkate almalıdır. Ancak bu ifadeyle, halkın yoksullukla mücadelesini romantize ederek, bu sorunların sistemsel çözümü yerine kişisel tercih meselesi gibi sunmuştur.
Celal Şengör’ün Neşet Ertaş’ı tanımaması, kültürel bağlam farkındalığından yoksun bir entelektüel yaklaşımı temsil ederken; Oytun Erbaş’ın fakir hayat açıklaması, toplumsal gerçekleri yok sayan ve bilimsel olduğu iddiasında olan bir romantizmi yansıtır. Her iki durumda da bu yaklaşımlar biçimsel entelektüelliğin halkın yaşamına yabancılaşabileceğini ve entelektüel birikimin toplumsal fayda üretmekte eksik kalabileceğini gösteriyor.
Gerçek bir entelektüel duruş, sadece uzmanlık alanında derinleşmekle kalmayıp, halkın gerçekleriyle bağ kurmayı ve bu gerçekleri empatiyle anlamayı da içerir. Oytun Erbaş ve Celal Şengör örnekleri, “bilmek” ile “anlamak” arasındaki farkı bizlere bir kez daha düşündürtmelidir.