Solcu olmak pahalı | Sağcı olmak teorik anlamda zor | Dönek olmak ödüllü

Siyasette bir tarafı seçmek ve onun için gönülden veya pratik emek vermek, sizi siyasi görüşünüzden bağımsız olarak değerli kılar. Çünkü siz kendinize göre bireylerin daha iyi olması için çalışıyorsunuz. Ancak araya giren parazitler yani dönekler, fırsatçılık yaparak, sizin değer verdiğiniz mevkiler tarafında, değerli görülüp, sizin bütün değer yargılarınızı hiçe sayabilmekte…

Türkiye İşçi Partisi [TİP] Genel Başkanı, İstanbul Milletvekili Erkan Baş katıldığı bir programda, “Türkiye’de tek bir tane sağcı, alenen ben sağcıyım dememiştir” diyerek, cumhuriyet tarihinin yüzde 70’lik zaman diliminde iktidara sahip olan “sağ” görüşün alenen savunulamadığını ve sağcılığın söylem olarak kabul edilmesinin Türkiye’de ayıp sayıldığını ileri sürdü.

Erkan Baş, “Türkiye’de çıplak bir biçimde ben ‘sağcıyım’ diyen bir tane insan göremezsiniz. Çünkü Türkiye’de sağcı olmak ayıptır. Ama ‘solcular’ sayılarının az olmasına bakmazsızın, çıkarlar ‘ben solcuyum kardeşim derler’ tespitinde bulundu. Erkan Baş’a göre sağcılar, daha çok “milliyetçiyim, muhafazakârım” argümanlarıyla kendilerini tanımlamaktadır dedi.

Sağ/Sol tanımlamasının kökeni

“Sağ” ve “sol” terimleri, Fransız Devrimi döneminde ortaya çıkmıştır.

Fransız Devrimi, 1789 yılında Fransa’da gerçekleşen büyük bir siyasi, sosyal ve kültürel dönüşüm sürecidir. Bu dönemde, Fransız monarşisi devrildi ve yeni bir cumhuriyet kuruldu. Devrim sırasında mecliste oturan milletvekilleri, farklı politik görüşlere sahip gruplar arasında bölündü.

Bu dönemde, mecliste oturan vekiller arasında monarşiyi destekleyenler ve daha radikal bir şekilde değişim isteyenler arasında bir ayrım vardı. Monarşiyi destekleyenler, genellikle kralın sağında otururken, değişimi savunanlar ise solunda oturuyordu. Bu nedenle, “sağ” ve “sol” terimleri, siyasi görüşlerine göre oturma düzenlerine atıfta bulunmak için kullanılmaya başlandı.

Sağ ve sol terimleri daha sonra, diğer ülkelerde ve farklı siyasi hareketlerde de benzer şekilde kullanılmaya başlandı. Günümüzde, sağ ve sol terimleri genellikle siyasi spektrumu ifade etmek için kullanılır ve politik görüşleri kategorize etmek için bir referans noktası sağlar.

Peki Avrupalılar, “sağcıyım” diyor mu?

Erkan Baş’ın sübjektif Türkiye sağcılarının kendilerini ifade etme tanımlaması, Avrupa ülkelerindeki “sağcı parti/siyasetçi/sempatizan” taraflar içinde de aynı mı?

Almanca diline olan yakınlığım ve Avusturya’da gazetecilik yaptığımdan dolayı, Avusturya ve Almanya’da “sağ” eğiliminde tekil veya tüzel kişi ve oluşumlar kendilerini, “sağcı” olarak tanımlamadıklarını, ancak medyanın haber bültenlerinde [Rechtspartei] sağcı parti veya merkez sağ parti tanımlamasına şahit olduğumuz söylenebilir. Ancak her iki ülkenin tarihsel kalıtımsal korkusu ise [rechtsextreme Partei] aşırı sağ söylemidir. Aşırı sağ söylemi Almanya ve Avusturya’ya Nazi dönemini hatırlatır ki her iki ülkede bunu hatırlamak istememekte. En azında iki ülkede faşizmin ve ırkçılığın bariz bir şekilde kurumsallaşmasını istemiyor.

Bu nedenle özünde “sağ” görüşte olan partiler, kendilerini “liberal, demokrat, milliyetçi” gibi siyasi tanımlamalarla hafızalarda kalmasını tercih ediyor. Ancak, sosyal demokrat partileri eleştirirken; “kızıl, solcu, Bolşevik” gibi söylemleri kullanabilmekteler. Sol partilerin onlara karşı olası bir, “Nazi” benzetmesi yapması, mahkeme kararı yok ise, suç teşkil etmektedir.”

Ulusal Faşist Parti

Son 70 yıl içerinde hiç ülkede, özünde faşist bile olsa, kurulan partilerde “Faşist” ibaresi kullanılamadı. Yani geçmişte olduğu gibi hiçbir parti veya birey, “faşist” olduğunu kabul etmedi. Ancak önceleri böyle değildi…

Benito Mussolini, 9 Kasım 1921 tarihinde Roma’da ismi “Ulusal Faşist Parti” yi kurdu.

Peki bugünlerde kurulacak olası bir partinin isminin içinde “Faşizm” neden olanaksız? Çünkü faşizm insanlık suçu kapsamında deşifre olmuştur. Özünde, faşizmin beslendiği üst siyaset “sağcılık ve sağ” Fransız ve 1848 Avrupa devrimlerinin mirası olarak devam ederek, işçi sınıfına karşı kullanılmak için saklı tutulmaktadır.

Kıta Avrupa’sında 1400 yıllarında kendisini gösteren toplumsal değişim gelişmelerini, feodal üretim ilişkilerinin kapitalizm ile tanışmasına yorabilir, Fransız devrimi ile sarsılan feodal üretim ilişkileri, 1848 Avrupa devrimleriyle yok olmaya yüz tutmuştur. Buhar devriminin tetiklediği sanayi devrimi, genç burjuvaziyi güçlendirirken, topraksız köylüleri proleterleştiriyordu. Tam da bu noktada güçlenen ve hak isteyecek olan proleteri yani işçiyi kendi içinde bölmek ve güç kaybı yaşatmak için, ulus bilincini “milliyetçilik” ve hatta kimi zaman ırkçı ayrışımlara devşirerek, birbirlerinin geçim kaynaklarına düşman olduklarına inandırarak savaştırma taktiği, “sağcı” politikaların meyve verdiği ilk yıllar olmuştur.

Solcu olmak pahalı | Sağcı olmak bedava

Sağcılık, toplumsal hiyerarşiyi veya toplumsal eşitsizliği kabul eden veya destekleyen siyasal duruştur. Toplumsal eşitsizlik, sağcılar tarafından; ya milletsel/ırksal farklılıklardan ya dini ve inançsal farklılıklardan ya kültürel ve sosyal farklılıklardan ya da piyasa ekonomisindeki rekabetten kaynaklandığı için kaçınılmaz, doğal, normal veya cazip bulunur.

Sağ düşüncenin ölümcül dayanağının felsefesindeki alt dayanağı Heğel’in idealizmi ve metafiziktedir. Bu kapitalist toplumun bilimsel alt yapısını oluşturan ve onu besleyen felsefe dalıdır.

Bir ülkede nüfusun her kesimi siyasetle ilgilenecek gibi bir beklentiye girmek saflık olur. Ayrıca, her siyasetle uğraşanı da siyaset uzmanı sanmak/saymak aynı şekilde saflık olur. Bu durum eğitim anlayışının ve eğitim seviyesinin, siyasal ve kültürel gelişme paralelinin çok uzak ekseninde gelişme gösteriyor olmasıyla çıkmaza girecektir.

“Sağ” veya “Sağcılık” aslında çok kapsamlı bir kültürel ve siyasi mirasın altında eziliyor.

Çünkü Türkiye’de bilinçli bir sağcı olabilmek için, Türk mitolojisini okumak gerekirken, Türkçü-Turancı ve ırkçı dünya görüşüne sahip Nihat Atsız’ı, Selçukluları, bağımsız kaynak bulabilirseniz Osmanlıyı ve yine Cumhuriyet sonrasını bilmelidir. Bunu yaparken, Türk Mitolojisini araştıranın ve yazanın bir Macar olduğunu bilmek, bir Türk sağcısını endişelendirmelidir.

Cezaevlerinin kapılarında telaffuz edilen ve mahkeme kararlarına atıfta bulunarak isim nitelendirilmesinde, “Ergenekon davası” demek, davayı büyük Türk destanının bir parçası haline getirir ki bu Göktürkler dönemini konu alır.

Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılma ve büyüme dönemlerini anlatmıştır. Çin kaynaklarında da yer alan Bozkurt Destanı’nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı’nın devamı, Ergenekon Destanı’dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han döneminde Moğollaştırılmak istenmiştir. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Göktürklere aittir. Göktürk Devleti, M.S. 6. yüzyıldan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. [Türk Mitolojisi/ Anthony E. Ocean]

Tarihin yıpratamadığı Türk mitolojisinin efsane isimleri, her taraflar tarafında hukuk dışı eylemlerde kullanılarak, efsane olmak isteyen, yargılayan ve yargılananlar mitolojinin derinlerinde kayboldular… O yüzden sağcıyım demek, kendi içerisinde yapısal risk taşıyor.

Ben sağcıyım demekle, mevcut yönetiminin bütün sorumluluğunu almakla kalmıyor, aynı zamanda bir rejim ve sistem eleştirilerinin bir bütününü üzerinize çekmiş oluyorsunuz.

Öte yandan Türkiye’de sağcı olmak, kapsamlı bir çıkmaz haline getirilen yıllarca varlığı bilinen ve bakılan ancak görülmeyen, tam olarak bilmiyorum ama yaklaşık 25 milyon Kürt gerçekliğine karşı bir strateji geliştirmeyi gerektiriyor. Kürt gerçekliğinde “solcuların” işi kolay. [“Kürt sorunu” tanımlamasını kullanmıyoruz. Çünkü Kürtler bir sorun değildir…]

Ayrıca, uzmanlık alanı olmayan hiçbir sağcı felsefe okumadığı gibi, felsefenin öğrenildikten sonra, okunan bir ders olmadığı, bir yaşam pratiği içerisindeki davranışlar biçimi olduğunu bilmediği ve hatta bilmesine gerek duyulmadığı bilinen bir şey.

Solcu bütün bunları bilmek zorunda ve bu nedenle daha çok okumak araştırmak zorundadır. Çünkü muhalif olmak, ilk başta muhalif olduğun düşünceyi tanıman ve ona karşı siyasi strateji üretebilecek öz siyaset bilicine sahip olmayı gerektirir.

Her şeyden önce, “sağ” veya sağcı anlayışın temsili siyasetin sınırlı olması, onu dar kalıplar içerisinde konjonktüre göre şekillendirerek, sermaye çıkarlarının istekleri doğrultusunda, kimi zaman “faşizme, kimi zaman “diktatör” yönetim anlayışına itebilmekte.

Sonuç olarak “sağcı” diye nitelenen kesimler kendi aralarında, “ülkücü, milliyetçi, ulusalcı” gibi karamlar arasında demagoji yaparak fraksiyon farklılıklarından öteye gidemediği gibi, sol olarak nitelenen ve 9 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde kurulan CHP ise günümüz sosyal demokrat uluslar arası değerlendirmede, burjuva demokrasisi sınırları içerisindeki “solculuğun” hakkını bile içerisinde barındırdığı “ulusal kanat” gibi faşist yapılanma yüzünden tam anlamıyla verememektedir.

Türkiye’de sağcı/solcu tanımlamasın göreceli olduğu ve hangi zaman dilimine göre değerlendirdiği, soru başlığı olmaksızın analiz yapılamayacak durumdadır.

Türkiye’de var olanı savunmak, onun varlığının devamını sağlamak çok zordur. Var olanı değiştirme vaadiyle gelen ve bunu somut olarak pratik yaşamda etkisini dolaylı/dolaysız, nüfusun büyük bir çoğunluğunda ekonomik/siyasal/kültürel olarak karşılık bulmasını sağlayamamışsanız sağcı veya solcu olmanız bir anlam ifada etmez.

Marksistler solcu değildir

Evet, Marksistler genellikle solcu olarak kabul edilir. Marksizm, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından geliştirilen bir politik ve ekonomik teori ve ideolojidir. Marksizm, kapitalizmin eleştirisi üzerine kuruludur demek yetersiz olacaktır. Marksizm, kapitalizmin süreç karşısındaki doğal gelişiminin diyalektik sonucunu işaret ederek, sınıf mücadelesi, emperyalizm, kapitalist üretim ilişkilerinin kendisini yok etmesi, ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve toplumsal dönüşüm gibi temel prensipleri tetikleyerek, sınıfsız toplumun doğal sürecini savunur.

Marksizm, emekçi sınıfının, yani işçi sınıfının haklarını ve çıkarlarını korumayı hedefler. Bu ideolojiye göre, kapitalist sistemde işçi sınıfı sömürülür ve sermaye sahiplerine karşı ekonomik ve sosyal adaletsizlikler mevcuttur. Marksistler, toplumsal eşitlik, sosyalizm ve hatta komünizm gibi hedeflere ulaşmak için sınıf mücadelesi ve devrimci değişim çağrısı yaparlar.

Bu nedenle, Marksistler solcu olarak kabul edilir çünkü sosyal adalet, ekonomik eşitlik ve sınıf mücadelesi gibi solcu politik değerleri benimserler. Ancak, marksizm çeşitli yorumlara ve akımlara sahip olduğu için, tüm solcu ideolojilerin aynı olmadığını ve içinde farklı varyasyonları barındırdığını unutmamak önemlidir. Bu nedenle Marksistler burjuva demokrasisinin mevcut durumundaki “solcu” tanımlamasını kabul etmez ve öz tanımlamada “solcu” tanımlaması yerine “devrimci” veya “bilimsel sosyalizm savunucu” gibi tanımlamaları kullanır.

Sağcılığı veya solculuğu savunmak, çeşitli tartışmalara, eleştirilere ve farklı görüşlere maruz kalabilir. Farklı insanlar arasında politik görüşler konusunda anlaşmazlıklar ve çatışmalar ortaya çıkabilir. Ancak, zorluk, bir politik görüşün doğruluğunu veya yanlışlığını belirlemez.

Politik görüşlerin zorluğu veya kolaylığı, kişinin kendi değerleri ve inançlarıyla uyumlu olup olmadığına bağlıdır. Bir kişi, sağcı veya solcu olmayı benimsemekte veya savunmakta zorlanabilirken, başka bir kişi için tam tersi geçerli olabilir.

Sonuç olarak, politik görüşler kişiden kişiye değişebilir ve bir görüşün zor veya kolay olması, subjektif bir değerlendirmeye dayanır. Her bireyin kendi düşünce sürecini takip etmesi ve kendi politik görüşünü şekillendirmesi önemlidir.

Dönekler | Oportünistler | Fırsatçılık

Oportünizm ya da fırsatçılık olaylardan bencil avantajlar edinen bilinçli politika ve uygulamadır. Bu tanımlama internette herkesin ulaşabileceği ancak basit olarak anlatılmış bir doğrudur. Tabii ki eksik.

Yıllar önce verdiğim bir seminerden hatırlıyorum. Lenin’in en yakın yoldaşının ihanetine dair bir Oportünizm değerlendirmesi vardı. Sanırım Georgiy Valentinoviç Plehanov’du… Lenin en yakın dava arkadaşına ithafen; “Oportünizm batağına bir defa bulaşan, Oportünist olur ve bundan asla kurtulamaz” demişti.

Zıtların birliği teorisinin rutin gerekliliğini getirircesine, kimi zaman fiili kimi zaman fikirsel çatışma içerisinde olan sağ/sol, kendi içerisinden çıkan döneklerden aldıkları darbelere kaçınılmaz olarak daha çok üzülmüşlerdir.

Çünkü bir sağcı, sol düşünceden gelen ve kraldan fazla kralcı olan, yalaka siyasetçi, memur veya bürokrata asla güvenmez- saygı duymaz. Bu durum sol düşünce içinde geçerli. Çünkü her iki taraf çok iyi bilir ki bir defa ihanet eden devamlı eder… Burada Lenin’in sözü hatırlanmalı, “Oportünizm batağına bir defa bulaşan, Oportünist olur ve bundan asla kurtulamaz”…

 

Yayınlama: 10.07.2023
Düzenleme: 10.07.2023
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.