Türkiye Avusturya ilişkileri | Biz arada kalmak istemiyoruz!
Türkiye-AB ilişkilerini belirsiz bir sürece sokan en büyük ekenlerden biri, Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan Avusturya’nın tutumudur. İlişkileri bitme noktasına getiren ise Avusturya Ulusal Konsey’i tarafında 2016’da onaylanan Türkiye’ye karşı silah ve mühimmat ambargosudur. Aslında 1995’te AB üyesi olan Avusturya, o günden beri iktidara gelen sağ/sol hükümetler, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklememiştir. Avusturya tarafından Türkiye’nin […]
Türkiye-AB ilişkilerini belirsiz bir sürece sokan en büyük ekenlerden biri, Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan Avusturya’nın tutumudur.
İlişkileri bitme noktasına getiren ise Avusturya Ulusal Konsey’i tarafında 2016’da onaylanan Türkiye’ye karşı silah ve mühimmat ambargosudur.
Aslında 1995’te AB üyesi olan Avusturya, o günden beri iktidara gelen sağ/sol hükümetler, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklememiştir.
Avusturya tarafından Türkiye’nin AB’den dışlanması ne oportünizme bulaşmış çevrelerce yapılan ideolojik Türkiye analizidir ne de popülist anlayışların ileri sürdüğü gibi, Ankara’nın mevcut iktidarı ve onun anlayışı değildir.
Yirmi yıllık AK Parti yönetimi dışında başka bir parti Ankara’da iktidar olmuş olsaydı da değişen bir şey olmayacaktı. Çünkü Avusturya siyasi geleneğinde, Türkiye’nin değerlendirilmesi belirli kalıplar dışına çıkarak yapılamamakta ve bu tabu yıkılamamaktadır.
Sanayi devrimini tamamlamış ülkelerin, az gelişmiş ülkelere karşı kibirli yaklaşımını, ideolojik aynılık bile değiştiremiyor. Çünkü her ideoloji ve hatta din bile vücut bulduğu toplulukların tarihsel gelenekleri karşısında değişime uğramakta, ona göre şekil alarak sosyo-ekonomik bir yapı oluşturmaktadır.
Bu bağlamda örnek teşkil ettiği için, yakın tarihte yaşanan bir olaya dikkat çekmek istiyorum.
İdeolojik temelleri Avusturya Marksizm’ine dayanan Sosyal Demokrat Parti [SPÖ], kardeş parti ilan ettiği CHP, Ankara iktidarına sahip olsaydı bile, SPÖ’nün Türkiye düşüncesi değişmeyecekti. Zira bunu SPÖ Viyana’nın Türkiye ziyaretinde CHP’ye karşı mesafeli duruşundan görmüş olduk…
Viyana Belediye Başkanı Michael Ludwig [SPÖ], İstanbul’a kadar gidiyor ve aynı günlerde, kardeş parti Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na mahkeme tarafından siyaset yasağı veriliyor, üstelik bu karar Avusturya Federal SPÖ merkezi tarafından el yordamıyla protesto ediliyor, ancak pratikte Viyana Eyaleti SPÖ ve Viyana Belediye Başkanı tarafından, olayın yaşandığı İstanbul’da görmezden geliniyor…
Ayrıca, Sosyal demokrat kardeş parti olunmanın gereği, Ludwig’in İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı İmamoğlunu ziyaret etmemesiyle yerine getirilmediği görülüyor.
Bu son bariz örnek bile, Avusturya siyasi geleneğinde sağ veya sol parti fark etmeksizin bir ön yargı ve kültürel bir alt yapı olduğunu bizlere göstermektedir.
Türkiye Avusturya çıkar-denge ilişkilerinden bağımsız, iki ülke arasında devamlı her iki taraftan körüklenen, Osmanlı’nın Viyana kapılarına dayanmış olması gibi popüler kültürün yaşatılması ve bundan siyasi kazanım bekleme arzusu ve bir türlü göç ülkesi olduğunu kabullenmeyen ve ülkedeki göçmenlere nefret düzeyindeki duyulan dışlama yatmaktadır – etnik bir birlikten oluşan ülke olmamasına rağmen…
Diğer yandan, bırakın Türkiye’de yaşayan Osmanlı sevicilerini, Avusturya’da yerleşik hayat süren Türkiye göçmenleri arasında dahi, “Viyana Fethi” ütopyası yaşamaktadır. Karşılıklı bu işgal hissiyatı, siyasetinde etkisiyle yerli halk ile Türkiye göçmenleri arasındaki uçurumu daha da açıyor.
Avusturya’nın bugün övgü ile bahsettiği tarafsızlık politikası, 1995 yılında AB’ye üye olmakla bittiği gerçeğini kimseler kabul etmek istemiyor. Zira bir birlik içerisindeyseniz, o birliğin tarafındasınız demektir.
Avrupa Birliği’nin göç politikalarında değişikliğe gitmesi gerektiği konusunda yaptığı dayatmalar, Avusturya’da yaşayan göçmenlere biraz nefes aldırsa da bugün bile ülkedeki “Yabancı” kelimesi Türkiye’den gelenleri ifade etmektedir. Oysaki ülkede daha çok yaşayan Alman, Sırp gibi etnik gruplar, göçmenlerle ilgili konularda ön plana çıkartılmamaktadır.
Avusturya’nın içinde bulunduğu bir başka ikilem ise, Avrupa ülkeleri arasında İslamiyet’i ilk kez resmi din olarak kabul eden ülke olmasına rağmen Türkiye’den gelenler üzerinden, Müslümanlar burada çoğu zaman “öteki” olmuş veya ötekileştirilmiştir.
Kim ne derse desin, Avusturya kamuoyu, Avrupa’daki “Türkiye karşıtlığı oranı en yüksek olan ülke olma özelliğine de sahiptir – Ve bunun Türkiye’nin siyasi iktidarlarıyla “kısmen” bir alakası yoktur…
Bugün iki ülke arasında bir yakınlaşma söz konusu.
Her ülke kendi çıkarları doğrultusunda dengeler kurar ve bu dengeleri kurarken, duygularıyla değil, bilimsel verilerin ve analizlerin sonucuna göre davranır.
Avusturya Türkiye ile ilişkilerindeki olumlu gelişmeleri, Ankara’nın mevcut iktidarından dolayı eleştirenlerin bilmesi gereken, bugün Ankara iktidarında CHP’de olsaydı, Avusturya’nın çıkarları denk düşmediği sürece, ilişkiler bugünden farklı olmayacaktı.
Şu an bir savaş var! Ve bu savaş Avrupa’nın tahıl ithalatını ve enerji kaynağını derinden etkiliyor. Avusturya’nın Türkiye ile ilişkileri iyileştirmekten başka yolu yok. Buna ek olarak göç ve göçmen sorunu da Avusturya sınırlarını zorluyor.
Avusturya hükümeti ve basını dün diktatör dediğine, bugün iyi arabulucu diyebilir. Bu diplomaside olağan bir durumdur. Türkiye Cumhurbaşkanı, Almanya Başbakanına Nazi benzetmesi yaptığı günleri unutmamak lazım. Oysaki Türkiye’nin dış ekonomik ilişiklerinde her dönem lider olan ülke Almanya olmuştur…
Bütün bunların ışığında, Avusturya Türkiye ilişkilerinin iyiye doğru yol almasına şaşıranlar, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin tarihine bir bakmalıdırlar.
2006 yılında Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda Avusturya’da karşı çıkanlar yüzde 81’lik bir orana dayanmakta, daha da kötüsü SPÖ ve ÖVP tarafından desteklenen ve 2007 yılı içerisinde kabul edilen Türkiye’nin AB üyeliğini bir referanduma götürme yasa kararıyla Türkiye’nin Avusturya tarafından AB’ye girme onayı, Avusturya halkına bırakılmıştır.
Avusturya siyasi partileri içerisinde direk Türkiye’nin AB üyelik sürecini destekleyen parti bulmak zor. Bunlardan en ılımlısı olarak gözüken Victor Adler önderliğinde 1889 yılında işçi temsilcilerinin bir araya getirilmesiyle kurulan SPÖ’dür. Ancak SPÖ’nün Türkiye
politikaları inişli çıkışlı bir yol izlemektedir.
Bir diğer parti ise Yeşiller’dir. Ancak Yeşiller partisinden Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen ve seçilen ve de mevcut Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen, “Ben Cumhurbaşkanı olduğum sürece, Türkiye AB üyesi olamayacak” demiştir.
Son aylarda, iki defa Türkiye Cumhurbaşkanını aradığı ve Erdoğan, Avusturya Parlamento başkanının Ankara ziyareti sırasında, Alexander Van der Bellen’i Ankara’ya davet ettiğini dip not olarak düşüyorum…
Avusturya’da bir Türkiye ve Erdoğan seviciliği başladı. Bütün bunlar, biz Türkiye göçmenleri için çok önemli ve olumlu gelişme.
Ama korkularımız var!
Arada kalmak…
Geçmişte Viyana – Ankara arasındaki gergin diplomasi ilişkisi altında ezilen Avusturyalı Türkiye göçmenleri, bu seferde iyi ilerleyen ilişkilerden kendilerine pay çıkaran ve bunu bireysel yükselişlerinde kullanmak isteyen siyasetçilerin ihtirasları altında ezilmek istemiyor.
Biz iyi veya kötü günde arada kalmak istemiyoruz…
Biz iyi olmak istiyoruz…