Türkiyelilerin Avusturya Perşembe Protestolarıyla Sınavı
Avusturya bir ay boyunca her Perşembe, Koalisyon Hükümeti karşıtları tarafından yapılan protesto gösterilerine sahne oluyor. ‘’İşte yine Perşembe’’ sloganı altında birleşen çeşitli sivil toplum örgütleri ve kimi siyasi partiler, emek sömürüsü yasalarına imza attığından dolayı Halk Partisi’ni (ÖVP), ırkçı ve ayrımcı politikalarından dolayı Özgürlük Partisi’ni (FPÖ) protesto ediyorlar. Mülteci ve yabancılar yasalarında kısıtlamaların […]
Avusturya bir ay boyunca her Perşembe, Koalisyon Hükümeti karşıtları tarafından yapılan protesto gösterilerine sahne oluyor.
‘’İşte yine Perşembe’’ sloganı altında birleşen çeşitli sivil toplum örgütleri ve kimi siyasi partiler, emek sömürüsü yasalarına imza attığından dolayı Halk Partisi’ni (ÖVP), ırkçı ve ayrımcı politikalarından dolayı Özgürlük Partisi’ni (FPÖ) protesto ediyorlar.
Mülteci ve yabancılar yasalarında kısıtlamaların yapılması, sosyal devlet anlayışının baskıcı bir rejime dönüştürülmek istenmesi, ‘’bunu kısmen bağımsız olan devlet kurumlarına, FPÖ baskısı örnek gösteriliyor’’, 12 saat iş günü yasaları gibi anti-demokratik uygulamalar, Perşembe protestolarının doğmasında önemli roller oynamıştır.
Zaten Perşembe protestolarının geçmişi de aynı partilerin 18 yıl önce kurdukları koalisyon hükümetine karşı bir duruş olarak doğmuştur. O nedenle de, ‘’işte yine Perşembe’’ şiarı uygun görülmüştür.
Avusturya hükümetinin, özellikle çalışanlar üzerinde yarattığı bu olumsuz fırtına, emek cephesi tarafından, ortak bir düşüncede kavranamamış, demokrasi ve emek güçleri arasında savrulmalar yaşanmıştır.
ÖVP-FPÖ hükümeti, ‘’esnek çalışma’’ sistemi kapsamında, Ticaret Odaları’nın net isteklerine yanıt vermiş, işverenlerin bu saldırısı karşısında, emek ve demokrasi cepheleri kendi sübjektif koşulları içerisine hapsolmuşlardır.
Hükümetin attığı her adımda, açık ve net bir biçimde, yabancılara başrol verilmesi, yabancıların temsilcileri tarafından, figüranlık olarak algılanmıştır. Yada algılanmak istenmiştir.
Bir ay içerisinde başkentte 50 bin kişi sokağa dökülmüş, yabancıları temsil ettiğini söyleyen kurumlar, kör ve sağırı oynamışlardır.
Türkiyelilerin oluşturduğu kurumların içerisinde, protesto geleneğine uzak, kaderci ve uzlaşmacı gerici kurumlara buradan söyleyecek bir sözümüz zaten yok. Onlar yenilgiyi en baştan kabul etmiş, deyim yerindeyse, kahvaltıcılar ve kermes-çilerdir.
Türkiye Sol Hareketlerinin, Avusturya temsilciliğine soyunmuş, olaylara sınıfsal temelde baktığını iddia eden oluşumlar, Avusturya’daki gelişmeler karşısında, sınıfta kalmıştır.
‘İşçilerin vatanı, karınlarının doyduğu yerdir’ diyen ideolojinin savunuculuğunu yapanlar, Avusturya’da çalışanlara karşı başlatılan saldırılar karşısında, sesiz kalmıştır.
Türkiye’de yaşanan anti-demokratik bir gelişme karşısında gösterilen reaksiyon, 12 saat iş yasası karşısında, gerici bir tutuma bürünmüştür.
Ekonomik saldırılar karşısında, geniş kitleri bu saldırılara politik zeminde örgütlemek ve harekete geçirme yöntemi rafa kaldırılmıştır.
Perşembe protestolarının en önemli ana temasından birisi olan, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, yabancıların gölgesinde, yerli halk tarafından ‘sokaklarda’ dile getiriliyor.
Kendisine devrimci-sosyalist, sosyal demokrat diyenler, dernek köşelerinde, kendilerinden olmayanları yaftalamaktan başka bir şey yapmadıkları, ÖVP-FPÖ hükümetinin iktidara gelmesiyle daha da gün yüzüne çıkmıştır.
‘’Yaşadığımız ülkenin sorunları, bizim sorunlarımızdır. Bu nedenle önceliklidir’’ sözü, sadece teoriden ibaret kalmıştır.
Avusturya’da her gecen gün artan geçim sıkıntısı, yabancı düşmanlığı ve uyum sorunları karşısında, bizden habersiz bizler için protesto gösterileri dahil, bir çok çalışma yürüten yerli halkla bir an önce aynı saflarda pratik olarak yer almamız zorunluluk haline gelmiştir.
Türkiye’de yaşamayı bile hayal etmeyenlerin, Türkiye merkezli siyaset üretmekten vaz geçmeleri, Avusturya gerçekliğiyle yüzleşmeleri, bir sonraki neslin geleceği için zorunlu hale gelmiştir.