Viyana Seçimlerinin Önüne Geçen ‘Şu Çılgın Türkler’
Avusturya’daki Türkiye kökenli seçmenler, varlıklarıyla yoklukları arasında siyasal anlamda benzer bir durumu yansıtıyor. Sandığa gitme oranları düşük; neredeyse üçte biri oy kullanıyor, hepsi bu. Ancak bu hareketsizliklerine rağmen, özellikle FPÖ gibi partiler için başlı başına bir kriz unsuru haline gelmiş durumdalar.
FPÖ ve benzeri aşırı sağcı partiler yıllarca göçmenleri sistemin dışına itmeye çalıştı. Şimdi ise bu göçmenlerin oy hakkına sahip olması, Avusturya siyasetinde büyük bir meseleye dönüştü. Bu noktada, Türkiye kökenli seçmenlerin tercihleri önem kazanıyor.
Avusturya’daki Türk seçmenler çok yönlü bir profil çiziyor. Bir kısmı hâlâ sol partilere [SPÖ, Yeşiller] oy verirken, muhafazakâr ve milliyetçi kesim giderek sağa yöneliyor. Ayrıca, Ankara’nın etkisiyle hareket edenler ve kendi çıkarlarına en uygun partiyi seçen pragmatist bir grup da mevcut.
FPÖ’nün Türklere yanaşması hem ilginç hem de stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Göçmen ve İslam karşıtı ve de milliyetçi söylemleriyle tanınan bir partinin, özellikle muhafazakâr ve milliyetçi Türk seçmene yönelmesi şaşırtıcı görünebilir.
Evet FPÖ, Türkiye kökenli seçmenleri kazanmaya yönelik bir politika izliyor.
Peki bunu kimler destekliyor?
Ve neden?
Örneğin, FPÖ Viyana İlçe Başkanı Leo Lugner’in, Avusturya Türk İslam Birliği [ATIB] tarafından iftara davet edilmesi, bu yakınlaşmanın somut bir göstergesi. Dahası, 23 Mart 2025’te yapılacak iftarın, Lugner’e ait Lugner City AVM’de düzenlenecek olması, FPÖ’nün Türkiye kökenli seçmenlere verdiği önemin bir kanıtı. Ancak bu durumun ATIB tarafından bağımsız bir şekilde organize edildiğini düşünmek gerçekçi olmaz. Ankara, FPÖ’ye doğrudan destek vermese de diaspora politikaları ve medya aracılığıyla bu yönelimi teşvik ediyor olabilir.
FPÖ’nün muhafazakâr ve milliyetçi Türklerden oy alabileceği kesin gibi görünüyor. Bu yönelimin Ankara eksenli olması da mantıklı bir senaryo. Normalde FPÖ’nün Türkiye’ye mesafeli olması beklenirdi, ancak son dönemde Ankara’ya doğrudan cephe almaktan kaçındıkları görülüyor.
Bu savı destekleyen bir diğer gelişme ise FPÖ’nün Avrupa Parlamentosu Milletvekili Harald Vilimsky’nin, 27 Şubat 2025’te “Türkiye AB’ye üye olamaz!” başlıklı bir afiş paylaşması ve FPÖ merkezinin bu afişi hemen sildirmesi.
Rusya-Macaristan-Türkiye ittifakı, FPÖ’nün Macaristan ve Rusya ile olan yakınlığı göz önünde bulundurulduğunda, dolaylı da olsa FPÖ-Ankara yakınlaşmasını açıklayabilecek unsurlardan biri. Bu ittifakın temel hedefi, Avrupa’nın siyasi merkezine karşı daha bağımsız bir blok oluşturmak. FPÖ’nün yükselmesi, Avusturya’nın da bu eksene yaklaşmasını sağlayabilir. Burada, muhafazakâr ve milliyetçi Türk seçmenlerin ikinci kriteri, yani “tercih edilen partinin Türkiye’ye karşı izlediği politika” devreye giriyor.
Bunun yanı sıra, FPÖ’ye yönelen Türk seçmenler pragmatist bir yaklaşım sergiliyor olabilirler. Sol partilerin artık onların çıkarlarını korumadığına inanan büyük bir kesim var. Ancak asıl belirleyici etkenlerden biri, FPÖ’nün mültecileri geri gönderme vaadi olabilir.
Sosyo-psikolojik açıdan bakıldığında ise, yıllarca FPÖ karşıtı söylemlerle büyüyen bazı seçmenlerde, en çok istemeyen taraf olan FPÖ tarafından kabul görme duygusunun yarattığı bir bağlılık da oluşmuş olabilir. Bu durumun, “FPÖ’ye oy verme” refleksini doğurduğu söylenebilir.
Bu “çılgın” hareket, yani FPÖ’ye yöneliş, taktiksel mi yoksa kalıcı bir ideolojik dönüşüm mü? Bunu zaman gösterecek.
Öte yandan, FPÖ’nün Viyana seçimlerinde aday gösterdiği Türkiye kökenli adayla yaptığım görüşmede, kendisinin daha önce SPÖ’lü olduğunu ancak SPÖ’nün Türkiye’ye yönelik politikalarını olumsuz gördüğünü ve partiyi savunmaktan vazgeçtiğini belirtti. Bu açıklama, AK Parti’nin Avrupa’daki Türk diasporasını “Türkiye düşmanlarına karşı birlikte olmalıyız” mesajıyla yönlendirmesini hatırlatıyor. Avusturya özelinde bu mesajın FPÖ’yü işaret ettiği açık.
SPÖ, Yeşiller veya diğer sol partilerin Türkiye hükümetine insan hakları, demokrasi ve ifade özgürlüğü üzerinden yönelttiği eleştiriler, FPÖ’nün ise Avusturya’daki Kürt kökenli sol hareketlere ve PKK’ya karşı sert bir tutum sergilemesi, özellikle milliyetçi ve muhafazakâr Türkler arasında FPÖ’ye olan sempatiyi artırabiliyor.
Ancak bu gelişmenin FPÖ açısından da kolay bir süreç olmayacağı aşikâr. FPÖ, Türk seçmenden oy alabilir, fakat asıl zorluk, bu yönelimi kendi tabanına anlatmak olacaktır. Avusturya medyasının bu konuyu giderek daha fazla işlemesi, FPÖ’nün iç dengelerini zorlayabilir. Sonuç olarak, FPÖ’nün kazandığı Türk seçmen desteğini sürdürülebilir bir hale getirip getiremeyeceği büyük bir soru işareti olarak önümüzde duruyor.