“Dilin gurbeti sığınmacılığın en zor yanı”
“Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı ve Avusturya Alevileri” gibi kitapların yazarı Hüseyin A. Şimşek’in kitap olarak 13’üncü, roman olarak ise 5’inci eseri olan ‘Askıda Hayatlar’, FAM Yayınları tarafından önceki hafta içinde yayımlandı. Romanın içeriğini oluşturan olaylar örgüsü, ağırlıkla sığınmacılarla ilgili ve Viyana’da geçiyor.
Bugüne kadar 13 kitaba imza atmış yazar-şair Hüseyin A. Şimşek’in roman olarak 5’inci eseri, ‘Askıda Hayatlar’ adıyla FAM Yayınları tarafından önceki hafta içinde yayımlandı. 1998’den beridir Viyana’da yaşayan Şimşek, yazın faaliyetlerini Türkçe, Almanca, Zazaca (Kırmancca) olmak üzere üç dilde sürdürüyor.
Toplam 333 sayfadan oluşan yeni romanın akışı, iki ana bölüm halinde sağlanmış. Her bir ana bölüm de üçer alt kısımdan oluşuyor ve romanın içeriğini oluşturan olaylar örgüsü, ağırlıkla Viyana’da geçiyor.
Roman, çiçeği burnunda bir sığınmacının Viyana’daki üçüncü haftasından itibaren başlıyor. Birinci bölümün alt kısımlarındaki kurgu, güncelden geçmişe doğru iç içe geçen -farklı ama birbirine bağlı- üç adet ‘zaman kutusu’ üzerine oturtulmuş. İlk kutuda, Viyana’da şaşkın, kanı donmuş ve şok içinde bir ana karakter çıkar karşımıza: Mert! Henüz ‘kilitli bir sandık’ gibidir okur için. Memleket, toplum ve anadilinden kopmuştur başka bir ülke, toplum ve dilde kendini yeniden varedebileceğini ise aklı almıyordur henüz. Sadece iltica edenlerin değil üniversite öğrenciliği, yabancı işçi alımı, politik sığınma ya da akademik geçiş üzerinden yeni bir ülkeye katılanların da -farklı farklı boyutlarda ama- illa ki bir ‘hayatı askıya alma’ dönemi yaşamak zorunda kalışlarını iliklerine kadar hissetmeye başlar. Kendisi gibi sığınmacıların, ‘dilin gurbeti’ denilen hali, nasıl da çok daha ağır yaşamak zorunda kaldıkları gerçeğiyle yüz yüze kalır.
Mert, amcaoğlu Kadir’in ve onun -üniversiteli yıllardan beridir sevgilisi olan- Vera’nın kanatları altındadır Viyana’da. Bir de sığınma başvurusunda kendisine danışmanlık yapan Sabine vardır! Sığınmacı olmanın birçok sıkıntısını ona yaşatmama çabası içindedir bu üçlü! Sığınma hakkının bir an önce tanınması için ilgili kurumlarla ilişkiler sürdürmenin yanı sıra, Mert’e yeni kentini gezdirmek, tanıtmak, onun eve kapanıp kalmaması için yeni yeni yollar aramak ve bulmak konusunda Vera, Kadir’den daha ataktır. Fakat sonuçta, Vera da Kadir de işe gitmek zorundadır. Dolayısıyla, onlara rağmen sığınma hakkının tanınacağı günü beklemek, pek de kolay olmamaktadır Mert için. Büyüyüp hayata atıldığı İstanbul, dünyayı yutmaya hazır bir şehirken, kendisinin ona tutunamamasını kabullenemez.
Amcaoğlu Kadir’in evi Tuna, Yeni Tuna, Tuna Adası, Eski Tuna ve Floridsdorf Su Parkı’na çok yakındır. Bu, hiç kimseye veya hiçbir şeye ilişmeden, günün belli saatlerini dışarıda geçirme olanağı sağlar Mert’e. Garlarda da meşgale aradığı günler de gelir. Uluslararası tren trafiğine de açık Floridsdorf Garı’na takılmak, İstanbul’a dönme hayalini diri tutar. Orada, “bir yere gidecekmiş gibi yapma oyunu” oynar. Kendisini yeni bir hayatın beklediği gerçeğini, ısrarla kulak ardı etmeye çalışır. En çok da ana Tuna Nehri’yle konuşur bazen içinden, bazen fısıldayarak dertleşir onunla. Tuna’nın sularını, katıldığı Karadeniz üzerinden İstanbul Boğaz’ına ulaştırır hayalen.
Bir gün, Eski Tuna kıyısında iki köpeğini gezintiye çıkaran bir kadınla, köpeklerden birinin afacanlıkları dolayısıyla muhattap olmak zorunda kalır. Onu, ‘Kızıl Saçlı Çifte Köpekli Kadın’ adıyla kazır aklına. Bu kadından yana şansı, her nedense pek yaver gider. Bir kere de Floridsdorf Su Parkı’nda görür onu. Dahası var Innere Stadt belediyesinde tesadüfen girdiği bir kafe-barda, garson olarak çıkar karşısına aynı kadın! Artık onu sabit bir mekânda bulabilme olanağı vardır. Ki bu, Mert’in yeni kentindeki ‘takılmaları’nın odağını değiştiriverir.
Sığınmacı oluşunun beşinci ayı sonunda, nihayet İltica Dairesi’ndeki ilk duruşmaya çıkarılır Mert. İlgili memur, sığınmacıya iki temel soru yöneltir: Ne olmuştu da kaçmıştı ülkesinden? Sığınmak için neden Avusturya’yı seçmişti? Bu sorular, Şubat-Aralık 1999 arasındaki arka planın anlatılacağı bir geriye dönüşle, birinci bölümün ikinci kısmına geçişi sağlar. Artık, zaman ‘dün’, mekân ise terk edilen İstanbul’dur. Okur, Mert’in İstanbul’daki son bir yılının başlarına -Şubat 1999’a- götürülür ve romanın ana kahramanını kaçırtan olaylar zinciri serilir önüne. İstanbul’daki iletişim fakültelerinden birinden mezun genç bir akademisyen olan Mert, halen anne-babasıyla oturmaktadır. Çalışma hayatına ise -akademik eğitimini aldığı değil de- başka bir alandan atılmıştır. Üniversite okuduğu yıllarda, sevgilisi Seher’in etkisiyle fotoğraf atölyelerine devam etmesi oldukça işe yaramış, birden fazla aylık turizm dergileri çıkaran orta boy bir yayıncılık kuruluşunda foto muhabiri olarak çalışmaktadır. Hayatının genel akışından hoşnut, taze heveslere sahip ve heyecanlıdır. Aynı iş yerinde çalışan sayfa sekreterlerinden Derya ile taze bir aşk yaşamaktadır. İlk ikili buluşmalarında, “omuzlarında birinin ya da bir şeyin kederi mi var”, diye sormuştur Derya. Mert, anlatacağına söz verir ve ekler: “Şimdi değil ama…”
Özellikle annesinin karşı olmasına rağmen, Çapa’da bir çatı katı kiralar Mert. Sevgilisine müjdeyi vermek üzere iş yerine koşar, ablasını ziyarete gelmiş ‘müstakbel baldız’ı Gülsen’le tanışır aynı gün. Ailesini ‘beyaz bir yalan’la ikna etmiş olan Derya, uzun aralıklarla Mert’in evine misafir oluyordur artık. Mesaiye bırakılmak korkulu rüyasıyken, artık özlenen bir şey olmuştur genç kadın için! Onlar coşku ve heyecanla evlenmeye, bütün dünya ise ‘ikinci bin yıl’a girmeye hazırlanmaktadır. ‘Millenium’ kargaşası, hengamesi ve türlü türlü kaygıları dinmek nedir bilmezken, 1999’un Ekim ayı ortalarında Mert-Derya çifti için hayatlarının gidişatı tersine döner. Mert, Derya’nın kızkardeşi Gülsen dolayısıyla ama tesadüfen hayatını altüst eden olaylar zincirinin içinde bulur kendini. Kiraladığı çatı katını boşaltır, aile evine döner.
Sadece İstanbul’un değil, koca bir ülkenin dar edildiği Mert, sevgilisi Derya’yla son bir kez -ortak arkadaşları Berna’nın evinde- aynı çatı altına girer. Olaylardan dolayı en büyük yıkımı Derya’nın annesi görmüş, felç geçirmiştir. Tutuklanıp hapse atılmış kızkardeşini ve felçli annesini bırakmayı bir an için bile aklına getirmemektedir Derya. Dolayısıyla, sonu belirsiz bir ayrılık akşamı ve gecesidir yaşanan. Derya, flört etmeye başladıkları günlerde sevgilisine yönelttiği, ama henüz yanıtını alamadığı soruyu bir kere daha anımsatır. Bu anımsatma, üçüncü kutunun açılmasını sağlar, geçmiş zamanın ‘evvelsi gün’üne -Mert’in 1993’ün Eylül’ü ile 1997’nin Haziran’ı arasını kapsayan üniversite yıllarına kadar geriye- gidilir. Derya, sevgilisinin deşmeye yeltendiği halini öğrenir. Meğer, genç adamın yakasını bırakmayacak bir trajedinin gölgesinde geçmiştir o yıllar. Yani, gerçekten de omuzlarında birinin kederi vardır! 2000 yılına giremeden, ülkeyi terk etmek zorunda kalır Mert. Sığınılacak ülke olarak Avusturya’nın seçilmesi ise, amcasının oğlu Kadir’in orada yaşıyor olmasından dolayıdır.
Her sığınmacı, ‘kilitli bir sandık’tır önce
İkinci bölümde de üç alt kısımla, iç içe üç kutuyla karşılaşırız. Ancak bu kutulardan çıkan zaman dilimleri ilk bölümünkinden farklıdır. Birinci bölümde kurmacanın akışı ‘bugün’, ‘dün’ ve ‘evvelsi gün’ şeklinde uzak geçmişe doğruydu oysa ikinci bölümde alt kısım sıralanması ‘bugün’, ‘evvelsi gün’ ve ‘dün’ şeklindedir. İkinci bölümün ilk kısmında, yazar bizi tekrar Viyana’ya ve 2000 yılının sonuna getirir. Sığınmacılıktaki ilk bir yılını geride bırakmışsa da Mert’in iltica davası henüz sonuçlanmamıştır. Bu kısımda, Mert’in tek bir günün sabahı aktarılır: 28 Aralık 2000 sabahı, ‘Ela’ diyerek hitap ettiği bir kadının evinde uyanır Mert. Hemen çıkmaz yataktan, birkaç kez uyur uyanır uyanıkken geçmiş günlere savrulur, her tekrar uyuyakalışında yeni yeni rüyalar görür.
Mert, bir yıl önce anne, baba, kızkardeş ve sevgilisini onlarca akraba ve yakın arkadaşını geride bırakıp terk etmişti İstanbul’u. Şimdi ise yeni hayatının en renkli simalarından biri olan Christiane Viyana’yı terk etmişti. Son görüşmelerinde, ‘yanlış adreste oyalanma’ demişti Mert’e. Henüz rayına oturmamış yeni hayatında açılan bu gedik, genç adamda derin bir hayalkırıklığı yaratmıştı. Neyse ki, Christiane’nin gösterdiği ama gitmeye cesaret edemediği o adreste bulmuştu kendini ve birlikte olunmuş bir gecenin ardından Ela’yla kahvaltı sofrasına oturmuştu şimdi. Usul usul yiyip içiyorken, kendini kollarında bulduğu kadınla laflıyordu. O da kestirebiliyordu artık, sığınmacılığının geride kalan bir yılını anlatması gerekecekti önce, sonra da bütün bir ömrünü. Ki Mert de Ela’dan isteyebilsindi aynısını.
İkinci bölümün ikinci kısmında, Mert’in o bir yıllık sığınmacılığının son yedi ayını buluruz. Çaktırmadan ‘Kızıl Saçlı Çifte Köpekli Kadın’ı yakın takibe almış olan Mert, onun çalıştığı kafe-bara devam etmeyi sürdürmektedir. Bu arada, kadının en yakın arkadaşı Christiane’yle tanışır önce. Christiane, hem Kızıl Saçlı Çifte Köpekli Kadın’a açılan penceredir, hem de Mert’i ardından sürükleyecek yeni bir sima. Mert’i, kendisinin de çalışanları arasında yer aldığı ‘Diller Atöyesi’ne katar ve bu sayede küçük bir çevre edinmesini sağlar: Fikri, Ronny, Behnam, Karl, Donya, Diego… Bütün bu insanların, 2000 yılının Mayıs-Aralık arasında çakışarak yaşadıkları hayat öyküleri aktarılır.
İkinci bölümün üçüncü kısmında da bir günlük bir zaman dilimi işlenir: 28 Aralık 2000 günü! Ela’nın evine gelmezden önceki ve Mert açısından sürprizlerle dolu son akşamdır bu. Yani yazar, anlatmayı, yakın geçmiş zamanda bitirir. Ancak okur, o bir akşamlık yakın geçmiş zamanla ilgili son sayfaları okurken, geriye dönük birçok çözümleme, birçok taşı yerine oturtma, önceki bölümlerde önüne konulan birçok bulmacayı çözme uğraşı içinde bulur kendini. |© DerVirgül
Kitap: Askıda Hayatlar
Yazar: Hüseyin A. Şimşek
Yayınevi: FAM Yayınları
ISBN: 978-605-5293-95-6
E-mail: fam@famyayinlari.com
Fiyat: 45 Tl