Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya gedik

Oğuz Atay’ı MEB 12. Sınıf kitaplarında önce modernist romanın temsilcisi olarak gördük. Büyük bir hata işlediğini düşünen bakanlık sonraki yıllarda Oğuz Atay’ın Postmodernist bir roman ve öykü yazarı olduğuna karar verdi

Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya gedik

12 Ekim 1934 yılında İnebolu’da dünyaya gelen Oğuz Atay CHP’de milletvekilliği yapmış bir ağır ceza hâkiminin oğluydu.

Müesses nizamın büyük devrimlerle dayattığı makbul vatandaş tanımının bütün gerekliliklerine sahip Atay, üniversite okumak üzere İstanbul’a geldiği ilk yıllarda politik ve entelektüel dünyaya dâhil olmuştu.

Oğuz Atay, gençlik yıllarında sol eğilimli bir gençti Metin Erksan, Halit Refiğ ve Ferid Edgü gibi isimlerle dostluk kurmuştu. Taksim-Baylan’ın genç isimlerinden birisiydi.

Atay ayrıca, Kemal Tahir’in meşhur ev tartışmalarına da zaman zaman katılarak etrafında cereyan eden dünyayı anlamaya çalışıyordu.

Gazeteci Mehmet Barlas’ın babası CHP Gaziantep eski Milletvekili Cemil Sait Barlas’ın çıkardığı ‘Pazar Postası’ isimli gazete, Oğuz Atay’ın politik görüşlerini imzasız bir şekilde de olsa yayımladığı ilk mecraydı.

Atay, ‘Ne yapılmalı’ sorusuna bir cevap aradığı yıllarda kaleme aldığı bir yazıyı ‘Tutunamayanlar’ romanına da ele alarak o günkü düşüncelerine dair şu sözleri paylaşacaktı

Ne yapmalı?

Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi yoksa başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi?

En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi?

Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi?

Yoksa, toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli? (Sayfa 93)

Atay, sol ideolojide hayal kırıklığı yaşamıştı. Ülkede onun hassasiyetlerini taşıyacak başka bir ideoloji de bulunmuyordu.

Yıldız Ecevit, Atay’ın yaşadığı düş kırıklığını şu sözlerle açıklıyordu:

Onun ‘Olaylar’ dergisinde yaşadığı düş kırıklığının, sol ideolojilerin çevresinde yer alan insan etmeninden kaynaklandığı kesindir: içten bağlı olduğu ve kuramsal düzlemde tartışmasız desteklediği sol ideolojiye değil, ülkesindeki ideolojik insan uzak duruyordur Atay.

Büyük ideolojilerle yola çıkmadan önce, insanı tinsel düzlemde geliştirip, söz konusu ideolojiyi taşıyabilecek güçte bir kişiliğe ulaştırmanın önkoşul olduğunu ‘Ne Yapmalı?’ metninde dile getiren genç sosyalist, haklı çıktığını görmüştür.

Oğuz Atay’a dair tartışmalar: Modern mi postmodern mi?

Oğuz Atay’ı MEB 12. sınıf kitaplarında önce modernist romanın temsilcisi olarak gördük.

Büyük bir hata işlediğini düşünen bakanlık, sonraki yıllarda Oğuz Atay’ın postmodernist bir roman ve öykü yazarı olduğuna karar verdi.

Biçime dayanan bu kısır tartışmalar Oğuz Atay’ın anlatmak istediği gerçekliği gölgeleyen akademik gevezeliklerden öteye geçmiyordu.

Bülent Aytok Özaltıok’un bu konudaki sözleri, durumu özetler mahiyettedir:

Oğuz Atay ‘derdi’ olan bir yazardır ve onun ‘derdi’ postmodernizmle uzaktan yakından kesişmemektedir. Oğuz Atay’ın ‘derdini’ postmodernist yazarların da kullandığı birtakım tekniklerle anlatıyor oluşu onu postmodern bir yazar yapmaya yetmez.

Atay’ın söylemeye çalıştığı şeyleri dışarıda bırakarak söyleme şeklini esas alan araştırmalar, değerlendirmeler Oğuz Atay’ın eserlerinin içini boşaltmaktadır.

Şayet onun anlatmaya çalıştığı şeyleri bir kenara bırakıp kullandığı teknikleri ön plana çıkararak bir değerlendirme yapılırsa romanlarda yer alan bireyin yalnızlığı, yabancılaşması, hor görülmesi, bunalımı küçük burjuva aydınının kimlik bunalımı, samimiyetsizliği, Türk modernleşmesinin sorunları gibi son derece hayati konular dışarıda bırakılmış olacaktır.

(Oğuz Atay’ın Romanlarında Varoluşçuluk)

Müesses nizam ve Oğuz Atay

Oğuz Atay esasen bir mühendistir ama roman ve hikâyeleriyle tanınmıştır, tıpkı iyi bir matematikçi olan Ömer Hayyam’ın rubaileriyle tanınmış olması gibi. 

Atay’a ‘1970 TRT Roman’ ödülünü getiren ‘Tutunamayanlar’ eseri, ancak 1972 yılında yayımlanabilmişti.

Eserin bu kadar geç basılmasının en önemli nedeni oldukça hacimli olmasıydı. Yayınevi sahipleri zarar etmek endişesiyle bu kitabı basmaktan kaçınıyordu.

Ayrıca birçok biçimsel yeniliği ihtiva eden kitap, birçok yayınevi tarafından sonuna kadar okunmuyordu. Nihayet iki cilt halinde basılan eser bir süre kamuoyunda da beklenen ilgiyi göremedi.

Günümüzde ise büyük ilgi gören eserlerinde Oğuz Atay’ın müesses nizam eleştirisi ve aydın problemini kendisine ‘dert’ edindiğini görüyoruz.

Müesses nizam ile kast edilen ise makbul bir vatandaş dayatmasıyla birtakım ciddi sosyolojik tahribatın meydana gelmesine neden olan Kemalizm rejimidir ki Oğuz Atay eserlerinin tamamında Kemalizm’e çok sert eleştiriler getirecekti.

Müesses bir nizam olarak Kemalizm

CHP Milletvekili Şeref Aykut, Kemalizm’in düşünce dünyasını CHP Dördüncü Büyük Kongresinde şu sözlerle ilan ediyordu:

Türk Devrimini son asırların değişikliklerini hazırlayan fikirlerin ve daha sonra göğdelenen Rasyonel, Sosyolojik, Marksist, Faşist rejim ve ideolojileri ile izaha kalkmak da fazla bir iş olur.

Kamâlizm bunların üstünde yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir.

Elbette Kemalist düşünce sadece bir politik düşünce değildi.

Yeni nesillerin müzik zevkinden eğlence hayatına kadar pek çok meselede bir dayatmada bulunacaktı.

Neşe Gürallar Yeşilkaya, Halkevleri özelinden bu şekilciliği şu sözlerle açıklayacaktı:

Bir ‘modern proje’ olan Kemalizm, ‘yeni toplum’u ve ‘yeni hayat’ı yaratmayı amaçlar. ‘Yeni hayat’ın gerektirdiği alışkanlıklar, davranış-düşünüş biçimleri, sanat ve müzik zevki, eğlence biçimleri, ya da kısaca ‘kafa yapısı’ şekillendirilir.

‘Yeni hayat’ın amaçlanan niteliği, hem ‘muasır’ olan, hem de ‘millî’ olandır. Toplumun ‘mürebbi’si halkevleri, ‘telkin ve terbiye’ ile toplumu ‘eğitir’, halka ‘doğru tezi aşılar’. Ferdler ‘kaynaşmış kütle’ içinde, bu kütle ile biçimlenir.

Oğuz Atay, Kemalist sisteminin dayatmacı hayat tarzını en üst perdeden Turgut Özben karakteri ile ‘Tutunamayanlar’ romanında dile getirecekti.

Turgut karakteri eski arkadaşı Selim’in intiharı üzerine arkadaşının ölümünü sorgulayarak başladığı yolculukta çok önemli bir sonuca varacaktı arkadaşı Selim dayatmacı rejime karşı siyasi, kültürel ve sosyal bir mücadeleye başlamıştı.

Fakat Selim, rejimle ve rejimin çarpıklıklarıyla başa çıkamayarak intihar etmişti.

Turgut da Selim’in fark ettiği gerçeklikleri görür ve rejimin ona dayattığı tüm kimlikleri terk ederek kayıplara karışır.

Sisteme dair bir başkaldırı ve arayış, ‘Tutunamayanlar’ eserinde, Atay tarafından şu sözlerle dile getirilir:

Yeni bir dil yaratmak istiyorum.

Beni kendime anlatacak bir dil.

Çok denediler, efendimiz.

Allah’tan, ne dediklerini bilmiyorum Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim.

Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum.

Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Ben Karagöz falan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor.

Dağılın!

Kukla oynatmıyoruz burada.

Acı çekiyoruz.

Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz.

Son kapıya geldik.

İnsaf sahiplerine sesleniyoruz.

Ey insaf sahipleri!

Ben ve Olric sizleri sarsmaya gedik.

Batılılaşma tartışmaları ve Oğuz Atay

Oğuz Atay’ın müesses nizama getirdiği eleştirilerin merkezinde yanlış anlaşılmış ve uygulanmış bir Batılılaşma düşüncesi bulunmaktadır.

Mütemadiyen bir yenilik arayışının zaman içerisinde gerici bir yaklaşıma dönüştüğü şu sözlerle dile getirilir:

Gittikçe eskici oluyoruz Olric.

Ne yapalım efendimiz.

Yeniliklere yetişemiyoruz.

Doğru.

Nefes nefese kalıyoruz.

Erkeklik bizde kalsın.

Olup bitenleri de izlemiyoruz.

Eskiye bağlılığımız bir şey bildiğimizden değil.

Eskisi bundan kötü olamaz ya, diyoruz.

Tam da bilmiyoruz yeniyi. Onlar utansınlar Olric. (…) Evet, bu millet…

Burada yaşayanlar, altı yüzyıl öncekilerden altı yüzyıl gerideler Olric.

(Tutunamayanlar Sayfa 590)

Selim Işık, Kemalist rejiminin dayatmalarından intihar ederek kurtulmuştur.

Oysa romanın bir diğer karakteri Turgut, sisteme boyun eğmiş bir karakterdir.

Ne yapacağını bilmeyen Turgut karakteri üzerinden Türk aydınının çaresizliği şu sözlerle dile getirilir:

Birçok meseleyi askıda bırakıp gittin. Beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında.

Ben de dişlilere ceketimi kaptırdım.

Eteğimin ucundan bağlandım bu düzene.

Ceketi çıkarmadan olmaz.

Ceket çıkarma talimatı da verilmedi daha.

Çıkar üstündekileri, kurtul bu düzenden.

Olmaz Selim: çırılçıplak kalırım sonra. Tutunacak bir yer bulamam sonra.

Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı.

Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa.

Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.(Sayfa 598)

Atay, rejimin kendisine yöneltilebilecek eleştirilere son derece kapalı olduğunu da bilir ve şu ifadeleri dile getirir:

Herhangi bir konuyu mantıkî neticelerine götürmek son derece tehlikeli ve yasaktır. Hiçbir vatandaşımızın bu oyuna kapılmasına asla ve kat’a müsaade edilmemelidir.

Bu, ancak oyun kabilinden ve Cumhuriyet Bayramlarında, maytapla birlikte patlatılması caiz olan bir kaziyedir.

Tutunamayanlar eserinin ‘Şarkılar’ bölümünde ise yazar rejimin travmalarını açık bir şekilde dile getirmekten çekinmeyecektir

Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de

Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata’nın izinde Gitmekten başka bir kavramı olmayan Cumhuriyet çocuğu olarak yayan

Kaybettiniz (benim gibi) (Sayfa 124)

Atay, Türk aydınının yaşadığı trajediyi ‘Tutunamayanlar’ eserinin dışında da ciddiyetle ele aldığını görüyoruz.

Ölümünden sonra yayımlanan ‘Günlükler’inde yaşadığımız toplumsal krizi şöyle betimleyecekti:

Sanıyorum. Bir bakıma ‘irrational’ -Batının anladığından ayrı- bir görüş bu. İçindeki düşüncenin fark etmediği bir ‘humour’ olan saf diyebileceğim bir görüş.

Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı, ‘myth’lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde.

Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde.

Türk toplumunun yaşadığı bunalımın en önemli nedeni olarak Batı’dan ithal edilen aydının köhne fikirlerinin rejim tarafından dayatılması olarak sunulduğu ‘Tehlikeli Oyunlar’ isimli eserinde Atay, Hikmet karakteri ile düşüncelerini sert bir biçimde muhatabına iletmektedir:

Ülkemizde tarım ürünleri yetişir. Kuru üzüm ve incir yetişir.

Önce ıslak yemişler yetişir. Onları, güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz. İngiltere’ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. Gerçek tohumları gönderirler. Biz, o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeğe çalışırız.

Son yıllarda, kuru üzüm ve incirin yanısıra, köylü de göndermeğe başlamışızdır.

Bu köylüleri, önce şehirlerde biraz yetiştiririz tam olgunlaşmadan (yolda bozulmasınlar diye) başka ülkelere göndeririz. Onlar da bize döviz gönderirler. Halk müziği göndeririz şoför plağı gönderirler, aranjman gönderirler.

Az gelişmiş ülke göndeririz yardım gönderirler. Zelzele, toprak kayması, sel felaketi haberleri göndeririz çadır ve heyet gönderirler. Asker göndeririz teşekkür gönderirler.

Bin zorlukla yetiştirdiğimiz değerler göndeririz dış ülkelerde çalışan yabancılar istatistiği gönderirler. Gerçek insanlarımızı göndeririz bize oradan mektup gönderirler.(Sayfa 112)

Oğuz Atay’ın müesses nizama eleştirisi bunlarla da sınırlı değildi. Kişilerin ve fikirlerin tartışılmaz bir hale getirildiği atmosferi reddederek sert bir şekilde eleştirmeye devam etmektedir:

Ülkemiz, büyük adamlar da yetiştirmiştir. … Hemen hepsi bugün birer heykel olan bu büyük adamlar, ülkemizi bir baştan bir başa kaplar. Ne yazık ki, haritaların ölçekleri elverişli olmadığı için, bu heykelleri gerçek yerinde göstermek mümkün olmamıştır.

Tarım ürünlerimizi gösteren bazı haritalarda, belki de dört beş şehir büyüklüğündeki portakallarla, ayakları ve sakalları il sınırlarından taşan tiftik keçilerinin yanında bu heykelleri de göstermek iyi olurdu. Büyük adamlarımız, ülkemizin önemli ürünlerinden biridir.

Fabrikalar gibi, bu büyüklerin heykelleri de ülkemizin üstünde yeterli sayıya ulaşamamıştır.

Ben, Salim İyicel, Devrim İlkokulu III A öğlenci öğrencisi, sayın öğretmenime ve arkadaşlarıma, bu devimin sınırları içinde, heykelleri tanıtmağa çalışacağım. … Resimli kitaplarda gördüğüm heykellerden en çok hoşuma gidenleri, parmaklarıyla bir yerleri gösteren büyük adamlar oldu.

Hikmet Bey Amca, çocuklar okulda yırtarlar ya da içindeki resimlere gözlük takarlar korkusuyla, bu albümleri yanımda getirmeme izin vermedi. … (Tehlikeli Oyunlar – Sayfa 113)

13 Aralık 1977 yılında henüz çok genç bir yaşta hayata gözlerini yuman Oğuz Atay, eserlerinde müesses nizama ve rejimin dayattığı makbul vatandaş tanımına çok sert eleştiriler getirmişti.

Bazı edebiyat eleştirmenleri tarafından bireyci bir edebiyat anlayışı sınırları içerisinde değerlendirilen Atay, sanıldığının aksine son derece politik eserler meydana getirmişti.

Eserlerinin çoğunlukla biçimsel özelliklerine göre ele alınması Oğuz Atay’ın tartışmaya açtığı konuların gölgede kalmasına neden olmaktadır oysa Atay, rahatsız etmeye ve sarsmaya gelmiştir.

*Daha ayrıntılı bir okuma için Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar eseri Yıldız Ecevit’in ‘Oğuz Atay’da Aydın Olgusu’ eseri Hüseyin Türkkan’ın ‘Türk Romanında Resmi İdolojinin İronisi: Oğuz Atay Örneği’ isimli çalışması incelenebilir./  Mehmed Mazlum Çelik/The Independentturkish

Yayınlama: 15.12.2020
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.