Kendimi külümden yarattım | bir Anka kuşu gibi
Prometheus’tum çiviyle çakılırken taşlara, Ciğerimi kartallara yedirdim, Spartakus’tüm köleliğin çığlığında. Aslanlara yem oldum, tükendim. Kör kuyuların dibinde Yusuf’tum, Kerbela çölünde Hüseyin, zindanlarda Cem Sultan, sehpada Pir Sultan. Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu? Tanrılardan ateş çaldım. Yüzyıllarca tutuştum, üst üste yandım. Bir Anka kuşu gibi anne, bir Anka kuşu gibi, kendimi külümden yarattım…
Anka kuşu, ya da diğer adıyla Zümrüdüanka, çeşitli kültürlerde yer alan ve efsanelere konu olmuş mitolojik bir kuştur.
Özellikle Arap, İran, Türk ve Yunan mitolojilerinde önemli bir yer tutar. Anka kuşu, küllerinden doğma özelliğiyle tanınır. Bu özelliği nedeniyle yeniden doğuşun, dirilişin ve ölümsüzlüğün sembolü olarak kabul edilir.
Anka kuşu yaşlandığında veya öldüğünde kendini ateşe verir ve ardından küllerinden yeniden doğar. Bu döngü, hayatın sonsuz döngüsünü ve yeniden doğuşu simgeler.
Efsanelerde, Anka kuşunun çok büyük ve göz alıcı renklere sahip olduğu anlatılır. Bu renkler genellikle altın sarısı, turuncu ve kırmızı tonlarında betimlenir.
Anka kuşu, bilgeliği ve ölümsüzlüğü temsil ettiği için birçok kültürde bilge bir varlık olarak kabul edilir. Zor ulaşılan, nadir görülen bir kuştur ve bu nedenle bilgelik arayışında olanların sembolü olarak görülür.
Anka kuşu, sadece Doğu kültürlerinde değil, Batı mitolojilerinde de (örneğin Phoenix olarak) benzer özelliklerle yer alır. Anka kuşu imgesi birçok sanat eserinde, şiirde ve hikayede yeniden doğuşu, değişimi ve hayatın döngüsünü sembolize etmek için kullanılmıştır.
Daha güçlü kaynaklara göre ise, kökeni Pers mitolojisi ve edebiyatına dayanan, efsanevi, iyicil bir kuştur. Eski Mısır mitolojisinde ise Feniks, Türk mitolojisindeki Hüma, veya Tuğrul gibi kuşlarla benzer özellikler taşıdığı için kahramanlığın bireysel veya toplumsal semboli olarak kabul edilmiştir.
Simurg figürü Pers sanatı ve edebiyatının tüm dönemlerinde görülür. Azerbaycan, Gürcistan, Orta Çağ Ermenistan’ı, Doğu Roma İmparatorluğu ve Pers kültürünün etkili olduğu başka bölgelerin ikonografilerinde de görülür.
Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg’un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı’nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.
İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.
Sasani Persler Simurg’un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacı, Gaokerena’da tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir. Ayrıca, Sên-Murv/Simurg Pers edebiyatında Homâ olarak tanımlanmış, Arapça’ya ise Rukh olarak girmiştir.
Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederler. Simurg’un tüylerinin bakır renginde olduğu söylenmiştir. Her ne kadar başlarda bir köpek-kuş olarak tasvir edilse de daha sonraları sıklıkla bir insan veya köpeğin başıyla gösterilmiştir. Onun iyiliksever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı.
Firdevsî’nin destansı eseri Şehnâme’de (Şahların Kitabı) Simurg en tanınmış halini almıştır. Şehnâme’de Simurg’un Prens Zal ile olan ilişkisi yer alır. Şehnâme’ye göre Kral Sam’ın oğlu Zal albino olarak doğmuştur. Kral Sam albino oğlunu görünce, çocuğun şeytanların tohumu olduğunu düşünüp çocuğu bir dağa terk etmiştir. Çocuğun ağlayışlarını duyan yumuşak kalpli Simurg çocuğu alıp büyütür. Zal her türlü bilgiye sahip Simurg’dan hikmet almış birçok şey öğrenmiştir. Yine de büyüyüp bir yetişkin olduğu zaman insanların dünyasına girmek ister. Simurg çok üzülse de, ona bir tane altın tüy verip gitmesine izin vermiştir. Eğer Zal, Simurg’un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakacaktır.
Krallığına döndüğünde Zal güzel Rudaba’ya aşık olur ve onunla evlenir. Karısı bir oğula hamile kalır fakat doğum zamanı geldiğinde birçok sorun yaşarlar. Zal karısının doğum sırasında öleceğini fark eder ve tam Rudabah ölüme yakınken Zal Simurg’u çağırmaya karar verir. Ortaya çıkan Simurg Zal’ın bir tür sezaryen benzeri yöntem uygulamasını sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve büyük Pers kahramanlarından biri olacak Rüstem’dir.
Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Batı’da Feniks, İran geleneğinde Simurg, Orta doğu geleneğinde Anka kuşu, Türk geleneğinde Kerkes adını alan bu efsanevi kuşların ortak bir özelliği ölümsüzlüktür. Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda genellikle bir yanma motifi bulunur. Örneğin, Kerkes, Herodot ve Plütark’ın değindiği Feniks’te de görüldüğü gibi, öleceği zaman, bir tür ateş olup kendi kendini yakan ve kendisinden yeniden doğan bir kuştur. Anka ya da Zümrüd-ü Anka Orta doğu geleneğine göre, Kaf Dağı’nda yaşar. Bu efsanevi kuş sembolizmlerinde simgelenen başlıca anlamlar, spiritüel aydınlanma ve reenkarnasyon olarak açıklanır. Feniks sembolizminde kuşun yanması cehenneme iniş deneyimini, yeniden doğması ise arınılarak saf şuur halinin elde edilişini simgelemektedir.
Efsaneye göre Simurg ya da bilinen adıyla Zümrüdü Anka kuşu, bilgi ağacının dallarında yaşar ve akıllara gelebilecek her şeyi bilir. Öyle ki, bütün kuşlar ona inanır, başları sıkıştıkça Simurg’un kendilerine yardım edeceğini, onları hep zor durumlardan kurtaracağını düşünürler. Zümrüdü Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendisine ağacın kuru dallarından bir yuva yapar ve hiçbir zaman ne olduğu anlaşılmayan bir yapışkanla yuvayı sıvar, yuvanın içinde ölümü bekler. Ta ki güneş bütün görkemiyle ortaya çıkıp, kuru dalları yakıncaya kadar… Simurg oluşturduğu yuvada yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar.
Yüzlerce soğuk namlu üzerime çevrildi
Yüzlerce demir tetik aynı anda gerildi
Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular
Öpmeye kıyamadığın oğlun yere serildi
Üşüştü birer birer çakallar üzerime
Üşüştü her bir yandan göğsüme, ciğerime
Anne, beni leş gibi yiyip talan ettiler
Teşhis edilmek için savurdular önüne
Yeryüzündeki acıların hepsini, hepsini tattım
Heder oldum, ekmeğime tütün kattım
Beni milyon kere yaktılar üst üste
Bir Anka kuşu gibi anne, bir Anka kuşu gibi
Kendimi külümden yarattım
Geceler tanır beni, konarım göçerim ben
Geceler tanır beni, kan damlar içerim ben
Anne, sen beni unut karanlığın bağrında
Kırmızılar ekerim, siyahlar biçerim ben
Suçüstü yakalandım bölüşürken kalbimi
Suçüstü, kelepçeyle yardılar bileğimi
Anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı
Bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi
Prometheus’tum çiviyle çakılırken taşlara
Ciğerimi kartallara yedirdim
Spartakus’tüm köleliğin çığlığında
Aslanlara yem oldum, tükendim
Kör kuyuların dibinde Yusuf’tum, Kerbela çölünde Hüseyin
Zindanlarda Cem Sultan, sehpada Pir Sultan
Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu?
Tanrılardan ateş çaldım
Yüzyıllarca tutuştum, üst üste yandım
Bir Anka kuşu gibi anne, bir Anka kuşu gibi
Kendimi külümden yarattım. | Şiir: Yusuf Hayaloğlu | © DerVirgül
Tebrik ediyorum çok güzel şiir olmuş ayrıca bu efsane çok çok şeyi anlatıyor tabi ki bunu anlayabilenler için bilgeliğe eritilmiş kişiler için geçerlidir