“Kürt şakaları yapıyoruz diye Kürt trajedisi bitmiş değil”

“Kürt şakaları yapıyoruz diye Kürt trajedisi bitmiş değil”

Tiyatrocu ve stand-up komedyeni Fırat Aksal: Kürt şakaları yapıyoruz diye Kürt trajedisi bitmiş değil dedi.

Independent Türkçe için Fırat Aksal ile hem sahne kariyerini hem de bir dönem siyasette izah edilemeyen sakıncalı Kürt sorununun mizahını konuştuk.

Fırat Aksal, mizahla alakadar olan insanların yakından tanıdığı bir isim.

Tiyatrocu ve stand-upçı…

Kendine has üslubu, yaptığı politik espriler, anlattığı aile şakalarıyla sosyal medyanın keşif denizinde de bazen karşımıza çıkabiliyor.

Aksal, aynı zamanda TuzBiber Stand-Up, BKM ve Apartman Sahne gibi mekanlarda da seyircisiyle buluşuyor.

Aksal’ın sahne sanatlarına ilgisi de enteresan.

Kendisi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler okurken bir anda “ailesinden intikam almak istercesine” sahne sanatları meyletti.

O günden bugüne sahneden inmeyen başarılı komedyen, şu sıralarda hem tek kişilik gösterilerine devam ediyor hem de Baran isimli tiyatro oyunu ile seyirci karşısına çıkıyor.

Söz konusu oyunda üzerine atılan bir cinayetten dolayı hapse atılan Baran’ın sürüklenen ve savrulan hayatından kesitler sunuluyor.

Independent Türkçe için Fırat Aksal ile hem sahne kariyerini hem de bir dönem siyasette izah edilemeyen sakıncalı Kürt sorununun mizahını konuştuk.

Öncelikle dedenizden başlamak istiyorum. Sahnede anlattığınıza göre, rahmetli dedeniz solcu bir öğretmen olduğu için birçok yere sürgün edilmiş. Ancak o bunu anlatırken “Türkiye’nin birçok yerini gezdim” diye lafa girermiş. Bu sürgün hikâyesinin geçmişindeki realite nedir?

Evet. Çocukluğum anneanne evinin o tarafında geçti. Gırgır-şamata ile…

Herkes herkesle şakalaşırdı, dalga geçerdi, yani yaşadığı acıları tiye almaya başlayacak evreye çabuk girilirdi.

Bizde de dedem yaşadıklarını anlatırdı. Hepsi acıklı şeylerdi ama bu aşıldığı için eğlenceli anlatırdı.

Yani unutma ihtiyacı olduğu için bir yandan üzülüp bir yandan bunun geyiğini çevirirdi.

Çünkü dedem 70’lerden 80’lerin ortalarına kadar solcuydu ve öğretmendi. Bu iki kimlik birbirini binince idealist bir persona ortaya çıktı.

İki yıl evvel vefat edinceye kadar bize hep ışık oldu. Ama çok çekti ve çektirdi de…

Komediyi seven biriydi. Fıkra nasıl anlatılır, insan nasıl güldürülür kısmını ilk dedemden öğrendim.

Kendisi zaten gezgin bir adamdı. Vefat etmeden önce görmediği iki şehir olduğunu söylerdi; Hakkari ve Sinop. Diğer bütün şehirleri görmüştü.

Devlet zaten onu sürekli sürerdi. O da sürüldüğü şehrin etrafındaki yerleri hep gezmiş. Yani gezmesine devlet de ‘katkı’ sunmuş.

Ama gittiği her yerde kendi fikrini ve ideallerini dile getirmiş. O yüzden sürekli gezmek durumunda kalmış ve anneannem de onun peşinden gitmiş.

En sonunda artık anneanneme ‘”Sen Diyarbakır’da, Dicle’de kal, devlet beni nereye sürerse oraya giderim” diyerek birkaç şehri yalnız gezmiş.

Mesela gittiği bir şehirde okul yokmuş. O oradayken önce okul yaptırıp sonra eğitim vermiş ama daha sonra sürülmüş. Yani idealist bir adamdı dedem…

Gelelim Zazaca öğrenme hikayenize… Aileniz sanırım memur olduğu için size önce Türkçe öğrettiler. Zazacayı da sonradan öğrendiniz.

Evet, ben Dicle’de doğup büyüdüm. Bizim anne tarafı eğitime önem verirdi ve birçok kişi öğretmendir. Sürekli kitap okuyup dururlardı.

Annem-babam da, “Bak, biz hayata Zazaca başladık, sonra Türkçe öğrenirken zorlandık. Biz seninle Türkçe konuşalım da sen Zazacayı sonra zaten öğrenirsin” gibi bir algı vardı.

Benim de Zazacayı önce öğrenme şeklim, dönemin sosyolojiyle alakalı bence.

Çünkü ben 93’te doğdum, 2000’lerde zaten Türkçe konuşuluyordu bizim orada…

Mesela 80’lerde doğsaydım önce Zazacayı öğrenirdim. Çünkü sosyal dil Zazaca o dönem.

Sonra sanırım resmî ideolojinin baskısıyla artık yavaş yavaş insanların yarısı Zazaca yarısı Türkçe konuşurdu.

Mesela şimdiki nesillere bakıyorum çocuklar hep Türkçe konuşuyorlar ama sonradan çat pat Zazaca konuşmaya başlıyorlar.

Yatılı okullarda da okudunuz… Evden ne zaman ayrıldınız?

Bazı arkadaşlarım ilkokulda YİBO’da okudu. Ben ise lisede yatılı okudum. Yatılı okul insanı hayata erken hazırlayan bir şey.

Yatılı okul önce sizi yalnızlaştırıyor sonra artık komün hayatına atılıyorsunuz.

İlk başta battaniye altında yalnız olup ağlarken, sonradan arkadaşlarınla can ciğer oluyorsun.

Dicle’nin okumaya yönelik ilgisi yüksek. Çok fazla arkadaşım yatılı okudu ama onlar Urfa, Adıyaman, Antep gibi şehirlerde okudu.

Ben ise Antalya’yı kazanıp gittim. Ailem de batıda başlamamı isteyip hayata erken atılmamı onayladı.

Antalya’da ilk başta zor günlerim oldu. Çünkü farklı bir yerdeyiz, size farklı gözle bakıyorlar.

Bırak öğrencileri, bazı hocalar bile biz ayrıştırıyordu. Derste falan bana alttan alta laf sokan, psikolojik şiddet uygulayan hocalar da vardı.

Arkadaşlarımın bazılarının velileri de öyleydi. Beni gösterip çocuğunun kulağına bir şeyler söylüyordu. Bunları gördüm.

Sonra görmemeye başlıyorsun… Arkadaşların da çocuk sen de çocuksun ve hepiniz manipülasyona açıksınız.

Ama zamanla arkadaş ortamı oluştu ve artık tersi oldu. Biri bana ayrımcılık yapmaya kalkıştığında benden önce Türk olan arkadaşlarım engelliyordu.

Tabii olay bu noktaya gelinceye kadar bayağı sıkıntı çektik.

“Sıkıntılar” derken, yolunuz mizaha düştü… “Komedi insanı trajedisiyle barıştırıyor” diyorsunuz. Bu noktada, Türkiye’de ezilen kesimler ne kadar barışık? Kürtler trajedilerine bugün hangi mesafeden bakıyor?

Bütün Kürt komedyenler yakın arkadaşlarım. Biz Kürt şakalarını yaparız. Komik olduğunu ve şaka amaçlı yapıldığını herkes biliyor.

Ben gösterimde “‘Kart-kurt’tan Kürt şakası yaptığımız bir evreye geldik” diyorum.

Zaten trajedi, komedinin ham maddesidir. Bunu Henri Bergson, Terry Eagleton gibi birçok düşünür söylüyor. Ben sadece bununla barıştığımda bu tespiti fark ettim.

Karşı taraftan önce kişinin kendisiyle barışması gerekiyor. İhtilaflarda bu böyledir.

Karşı tarafla uzlaşmadan önce uzlaşının olma ihtimali kişinin kendisi tarafından fark edilmeli.

Yani biz Kürt şakası yapıyoruz diye Kürtlerin travmatik durumları bitti anlamına gelmiyor.

Halen onun etkileri devam ederken bu bir savaşma çeşidi aslında. Psikolojik bir kalkan oluşturuyoruz mizah yoluyla; yani buna gülerek. Öbür şekilde kafayı yeriz.

Bana şunu diyen de oldu; “Bak Kürt sorunu yok ki… Kürt şakası bile yapıyorsun…”

İyi de Amerika’da siyahi sorunu yok mu? Siyahi şakaları yapılıyor.

Kürt sorunu aynı şekilde devam ederken Kürt şakaları da öbür yandan yapılıyor.

Peki Kürtler nasıl refleks gösteriyor? Kürtlerin mizahla imtihanı nasıl?

Kürtlerle alakalı şaka yaptığımızda konunun muhatabı ikiye ayrılıyor.

“Sizde Kürtlük var mı” esprim epey gündem oldu. Yorumlara baktım, bir kısım Türkler, “Kürt şakası yapıyor”, “teröristlik” falan diyor.

Ama diğer taraftan bir bakıyorum, Kürtler daha fazla dövmüş beni…

“Türklere şaklabanlık yapan bir Kürt”, “bilmem nesin” vs…diyen var.

Bu tarz konuşanların profillerine baktığımızda çoğu Avrupa’daki Kürtler.

Orada kendi fikirlerini rahatlıkla dile getirdikleri için, belki de yaşadıkları bir alınganlık; Avrupa’daki sosyolojiyi bilmiyorum…

Oysa Türkiye’deki Kürtler bunun humorunu anlamışlar ve eğleniyorlar.

Avrupa’dakilerin bir kısmı ise ağza alınmayacak şeyler sıraladılar.

Ben kendi etnisitemi yermiyorum. Bizi yerenlerin bizi gördüğü yerden onlara kendilerini gösteriyorum.

Sahneye çıkıp Kürtleri yermek gibi bir amacım olabilir mi? Bugüne kadar on binlerce insan güldürmüşüm belki. Ne yani ben faşistleri mi güldürmüşüm?

Ben hiçbir faşistin stand-up bileti alıp benim stand-upı izleyeceğini de düşünmüyorum açıkçası.

Bizimle yan yana gelebilen, uyumlanabilen insanlarla bu işi götürüyoruz.

Tabii bana gülen insanlarla aynı masada oturup bir şeyler içtiğimde de bir şeylere gülüşüp konuşuyorum. Öyle insanlar yani…

Ama gittikçe mizahta bir ortaklaşma görüyorum. Alevi şakasına ben gülüyorum, MHP şakasına da gülüyorum.

George Orwell’in bir lafı var; “Mizah insanı aşağılamaz, uzun süredir insanlara aşağılandığını hatırlatır” diyor.

Biz de hatırlattığınız için sanki aşağılamayı biz yapıyoruz gibi algılanıyor.

Ortaklaşma demişken… Türkiye toplumunun komedide en ortak olduğu alanlar neler sizce?

Aile hikayeleri bence. Amcanı anlattığında herkesin amca refleksi bellidir. Aile yapısı ortak olduğu için, aile şakaları çok çabuk karşılık buluyor.

Ben Tuzbiber’de, BKM’de ve başka komedi kulüplerinde gelen kitlelere bakıyorum.

Geçen bir gösterimde yaş kitlesi 50 üstüydü çoğunlukla… Onları offensif ironiyle güldürümeyeceğimi düşündüm ve sadece amcamı-anneannemi anlattım…

Güzel de geçti gösteri çünkü aile hikayelerindeki mizah çoğu zaman ortak olabiliyor.

Diğer bir nokta ise sosyal etkileşim ağları arttı ve insanlar başka kitlelerden insanlarla temas sahibi oldu.

Sosyal medya burada çok katkı verdi. Bu duvar kırıldı.

Diğer bir nokta ise Türkiye şartları ile alakalı. Türkiye’de şartlar zorlaştığı için insanlar artık sadece yaşamak istiyor.

İşler o raddeye kadar geldi. “Bir tanecik ömrümüz var. Bunu yaşayalım” diyorlar.

Yani insanlar haz odaklı bir yaşama yöneldi çünkü bir tanecik ömrümüz var.

Eskiden ömrünü feda eden idealist tavırlar hâkimken, şimdi insanlar bireyci yaklaşımla “ya ben de önemliyim” demeye başladı.

Bence Gezi de bu yüzden var oldu. Bence insanlar kendi hayatlarını önemseyip merkeze aldığı için de Gezi olayları hızlandı.

Biraz da tiyatroyu konuşmak istiyorum. Baran’a yönelik şu ana kadar geri dönüşlerde nasıl bir tepki var?

Çok severek oynadığım ve yapmaktan keyif aldığım nadide işlerden biridir bu oyun.

Tek kişilik bir oyun, yani sadece ben oynuyorum. Stand-up’ın avantajlarından faydalanacağımı düşünerek bu işe başladık.

Sıla Erkan yazıp yönetti. Sağ olsun. Yazar Selim Temo’nun Çiftlere Cinayet Dersleri isimli 96 yılında yayımlanmış ve ödül aldığı bir kitabı var.

Sıla kitabın arka kapağını kitapçıda okumuş ve okurken bir işaret fişeği çakılmış zihninde… Oradan aldığı ilhamla bir hikâye kurmuş.

Sıla “Orada para karşılığı kadınlara hizmet eden jigolo mesleğine dair bir roman var. Okumak ister misin?” dedi ve ben de okudum.

Ama yazılan senaryo kitaptan tamamen farklı. Hatta benzerliği yüzde 1 ancak var.

Ama Sıla’nın işaret fişeği o kitapla yandı. Ondan sonra bu nasıl olur, şu nasıl olur diye araştırdık ve bu jigololuk mesleğini hali hazırda yapan bazı insanlarla röportajlar yaptık.

Sağ olsunlar, bizi de kırmadılar. Biraz o hayatı da anladık. Ama oyunun merkezinde Baran’ın yaptığı bu meslek yok.

Sahneye çıkıp jigololuğu anlatmıyorum. Benim en çok para kazandığım meslek buydu diyerek anlattığım hikâyelerden birinde anlatıyorum.

Müşterilerimin birine âşık oluyorum. O kişi cinayete kurban gidiliyor ve suç benim üzerime atılıyor vs…

Bu hikâye etrafında Baran’ın yaşam öyküsünü performans diliyle ve tasarımıyla sahneye çıkarıyoruz.

Güzel de gitti. Jüriler izledi, beğendi. Beğenen ve öven çok oldu ama Türkiye’de tiyatro seyircisi azaldı.

Bunun da ekonomik krizle alakalı olduğunu düşünüyorum.

Hem tiyatro hem stand-up kısmında tek başına sahnedesiniz şu an… Sizi en çok neler etkiliyor?

Açıkçası tiyatro sahnesinde insanlar bazen metni beğenip oyunculuk kısmını beğenmiyor veya bazen oyunculuğu beğenip metni beğenmiyor.

Ama stand-up öyle değil. Güldün mü, gülmedin mi? Gülmediysen başarısız, güldüysen başarılısındır. Bu kadar.

Metin aynı metin, yer aynı yer, saat aynı saat olmasına rağmen sürekli oradaki seyirci reaksiyonu değişiyor.

Aynı hikâyeyi, aynı mekanda anlatıyorsun ama bir hafta sonra anlattığında etkisi aynı olmuyor.

Bir sürü dinamiği var. Seyirci sarhoş mu gelmiş, saat kaç, sen gösteride kaçıncı kişi çıkıyorsun, Türkiye’de bir gündem oldu mu, gelen yaş popülasyonu nasıl vs… Bunların hepsi etkili oluyor.

Mesela ben sahnedeyken iki seyirci kavga etti. Bu tamamıyla benim dışında bir gelişme.

Veya bir arkadaşıma bira şişesi fırlatıldı vs. Komedi darbeye çok açık bir alan.

Bir kaşık pekmez nasıl tüm sütü bozarsa aynı şekilde un ufak bir terslik komediyi alt üst edebiliyor.

Bir kişi yüzünden 150 kişilik seyirci gerilebilir ve ne yaparsan yap o zaman gülmezler.

Son olarak bize projelerinden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir ajandanız var?

Tek kişilik oyunumu ilerde dijital alanda yayınlamayı düşünüyorum.

Bu arada stand-up atölyesinde ders veriyorum. Atölyeden çıkan komedyenlerle, Rota Stand-up adında bir komedi kulübü kurduk.

Orada devam ediyoruz. Ayrıca bu stand-up işini kültür haline getiren TuzBiber Stand-Up ve BKM’ye ben kendi adıma teşekkür ediyorum.

Çünkü gerçekten bu işten para kazanmamız o markalar sayesinde oldu.

Yani bu işten ev geçindirebilirmişiz veya çat pat bir gelirimiz oldu dediğimizde bunu sağlayan markalar onlar oldu.

YouTube’da bir program yapmayı düşünüyoruz. Bir de yeni bir oyun düşünüyoruz. Şimdilik bunlar var…

Yayınlama: 10.09.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.