Avrupa’nın acı bir seçimi var | Savaş mı, Refah mı?
Almanya gibi ülkeler, askeri harcamaları artırma sözü vermelerine rağmen, bunun için cömert refah programlarını feda etmekten çekiniyorlar.
Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra Avrupa devletleri askeri bütçelerini kısıp sosyal programlara daha fazla para harcayacak güce kavuştu.
Bu süre zarfında koruma işini büyük ölçüde ABD’ye bırakan Avrupa artık yeniden silahlanmayı düşünüyor. Zira hem Rusya, Şubat 2022’de Ukrayna’ya açtığı ve bir türlü bitmek bilmeyen savaşla yayılmacı zihniyetini bir kez daha ortaya koydu hem de Washington artık Çin’e odaklanmak istiyor.
Ancak sosyal yardımları azaltıp silahlanmaya başlamak, tam tersini yapmaktan çok daha zor.
Örneğin Almanya’da sivillerin kullanımına bırakılan askeri üsler, spor merkezi ve huzurevi gibi tesislere dönüştürüldü. Batı’da yarım milyon, Doğu’daysa 300 bini bulan asker sayısı, iki yönetimin birleşmesine rağmen Almanya toplamında yalnızca 180 bin civarında.
Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesinden sonra Almanya, bunun bir “dönüm noktası” olduğunu belirtip gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 2’sini askeriyeye harcama kararı alsa da atılan adımlar yeterli görülmüyor.
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius bütçede kendilerine çok az pay ayrıldığını yakın zaman önce belirterek şu ifadelerle tepki göstermişti:
Bu benim için sinir bozucu. Bazı şeyleri bu tehdit seviyesinin gerektirdiği hızda yapamayacağımız anlamına geliyor.
Bağımsız düşünce kuruluşu Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nün bu ay yayımladığı rapor, Almanya bu hızla silahlanmaya devam ederse 2004’teki obüs sayısını yeniden yakalaması için yüz yıl geçmesi gerektiğini ortaya koydu.
Almanya Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanı Robert Habeck ise radikal sağın yükselişi gibi tehditlere dikkat çekerek şöyle diyor:
Orduya daha fazla para vermemiz gerekiyor diye refah devletinden vazgeçme düşüncesini ölümcül buluyorum. Ülkeyi bir arada tutmak için sosyal harcama gerekli.
AfD’liler de “Ukrayna ve mülteciler, okulda yemek verilmesinden daha mı önemli?” gibi sorular sorarak seçmenleri kendi tarafına çekmeye çalışıyor.
Dünyanın önde gelen ekonomi gazetesi Wall Street Journal, bu denklemi “silah ya da tereyağı” diye özetliyor.
Diğer yandan NATO’nun askeri harcamasının üçte ikisini karşılayan ABD’de başkanlık koltuğuna aday isimlerden ikisi de Avrupa’nın kayda değer bir şekilde bu maliyetin altına girmesi gerektiğini savunuyor.
Donald Trump’ın başkanlık yaptığı dönemde kurduğu baskı, yeniden seçilirse artarak devam edecek gibi duruyor. “Rusya ne istiyorsa yapabilir” diye az ödeme yapan ülkeleri tehdit eden Cumhuriyetçi, Avrupa devletlerinin NATO’nun yüzde 2 hedefini aşarak gayrisafi yurtiçi hasılalarının en az yüzde 3’ünü birliğe vermeleri gerektiğini vurguluyor.
Polonya ya da Baltık devletleri hariç, Trump’ın istediği gibi yüzde 3 veren neredeyse hiçbir ülke yok. İtalya ve İspanya, yüzde 2 hedefi bir kenara dursun, yüzde 1,5’tan dahi azını veriyor.
Münih merkezli düşünce kuruluşu Ifo, Soğuk Savaş sonrasında Avrupa’nın askeri harcamaları kısarak 1991’den beri 1,8 trilyon euro tasarruf ettiğini bildiriyor.
Berlin merkezli Bertelsmann Vakfı’ndan savunma uzmanı Christian Mölling, herkesin aklındaki soruyu soruyor:
Herkes çok özel bir yol ayrımında olduğumuzu biliyor. Soru şu: Para nereden gelecek?