Deprem haberciliği nedir, ne değildir?
“Oysa haberin ve hikâyenin birden fazla tarafı olduğu bilinmelidir.”
Deprem haberlerinde depremden uzaklaşan, sorumluları koruyan, depremin büyüklüğünden sıkça bahsederek, yetersizliği kadercilik olarak öğreten ve kanıksatmaya çalışan deprem haberciliği…
Faik Bulut
Beni “deprem haberciliği” ya da mesleki bir kavram olarak “afet haberciliği” konusunu ele almaya yönelten birkaç olaydan söz edeceğim.
* Adem Demirkıran imzasıyla 13 Şubat 2023 akşamı İhlas Haber Ajansı’nda (İHA) şöyle bir haber servis edildi:
Çinli arama kurtarma personeli Müslüman oldu.
Bu asparagas haberi kısmen veya aynen yayımlayan medya kuruluşları ise şunlardı:
TRT Haber, Yeni Şafak, Sabah, Haber 7, Star, Ülke TV ve Diyanet TV.
Habercilik konusunda mesleki ve etik kurallara oldukça önem veren Journo.com.tr. isimli sitenin uyarıları üzerine haberin düzmece olduğu anlaşıldı.
Asparagas haberi yayımlayan İHA’nın görsel olarak yapay zeka kullandığı kolayca ortaya çıktı.
Bahsi geçen medya kuruluşlarının bir kısmı haberi yayından kaldırdı. İktidar yanlısı ve muhafazakâr kimi siteler ise haberi geri çekme gereğini duymadı.
* İktidarın imar affını destekleyen ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) uhdesinde olan “İmar ve inşaatların kurala uygunluğunu denetleme hakkı”nın Çevre Bakanlığı’na devredilmesi (iktidarın bu hakka el koyması) sırasında AK Parti siyasetleri doğrultusunda yayın yapan Yeni Şafak gazetesi, 11 Temmuz 2013 tarihli haberini şu başlıkla yayımlamıştı:
“Mimar ve mühendis vesayeti bitti!
* Aynı Yeni Şafak, depremlerin ardından yeniden tartışma konusu haline gelen, bu alandaki yolsuzluklar nedeniyle kimilerinin “rantsal dönüşüm” dedikleri “kentsel dönüşüm” uygulamaları vesilesiyle siyasi-ideolojik hasmı saydığı Cumhuriyet gazetesini hedef alan 20 Şubat 2023 tarihli bir haber yaptı:
Cumhuriyet gazetesi, 2017’de dönemin Antakya Belediye Başkanı İsmail Kimyeci ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği eski bakanı Mehmet Özhaseki’nin duyurduğu kentsel dönüşüm projesine karşı çıkan sol örgütlerin tepkisini servis etti…
Bu tutumuyla Yeni Şafak gazetesinin “afet haberciliği” hususunda sınıfta kaldığı görülüyor.
Dolayısıyla da deprem sırasındaki haberlerinin tek taraflı olmasına ve gerçeğin sadece iktidara halel getirmeyen yüzünü yansıtmasına şaşırmamak gerekiyor.
* Gazete Duvar isimli internet sitesinde 19 Şubat 2023 tarihli şöyle bir haber yayımlandı:
Malatya’da büyükşehir belediyesine ait fuar merkezinde 316 çadırdan oluşan ve 2500 kişinin kaldığı çadır kenti ziyaret eden A Haber televizyon kanalı muhabirinin yaptığı 7 dakika 16 saniyelik haber şöyle eleştirildi:
‘İktidara yakın A Haber, Malatya’da çadırda kalan depremzede aileyi ziyaret etti. 6 kişinin kaldığı 25 metrekarelik çadırın antresi (!), salonu (!), kileri tanıtıldı, büyüklüğüne ve sıcaklığına vurgu yapıldı. Muhabir, depremzedelerin ağzından devlete yönelik övgü sözlerini defalarca verdi.’
ATV muhabirinin haberi sunuş tarzı ve özü, “afet haberciliği”nin tarafsızlık ve etik kuralları açısından birkaç medya organı tarafından daha eleştirildi.
* Sol eğilimli haftalık Gazete Oksijen’in, “Deprem fotoğraflarına edebi yazı” serisi, sosyal medyada tepkilere neden oldu.
Tepkilerin ardından, “Kullandığımız anonslarda bazı sorunlu ifadeler kullanıldığını kabul ediyor ve özür diliyoruz. Ancak buradan hareketle ‘Oksijen’in acıdan nemalanmaya çalıştığına’ yönelik eleştirileri hak etmediğimizi düşünüyoruz” açıklamasını yaptı.
Haftalık Gazete Oksijen, Kahramanmaraş merkezli, 10 ilde yıkıma neden olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından çekilen fotoğrafları söze dökmeleri için yazarlarından yazı istemiş; depremin ardından çekilen fotoğraf altlarını edebi cümlelerle kaleme almalarını istemiş ve “Fotoğrafların dili yoktur, konuşmazlar. Ama istedik ki bu kez sesleri duyulsun. Sözü işin üstatlarına bıraktık. Depreme dair en çarpıcı kareleri Ayfer Tunç, Buket Uzuner, Tuna Kiremitçi, Aslı Perker, Nedim Gürsel, İsmail Güzelsoy ve Seray Şahiner kaleme aldı…” ifadelerini kullanmıştı.
Deprem sürecinde basın mensupları arasında şu tür tartışma ve serzeniş örneklerine de tanık olduk, okuduk:
Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Berivan Kutlu, ilk kez görevli olarak Gaziantep’e yollanmış. Ardından Nurdağı ve Türkoğlu ilçelerinde haber yapan Kutlu, karşılaştığı zorluğu şöyle dile getiriyor:
Polisin herhangi bir engellemesiyle karşılaşmadım. Ancak askeri yetkililer tarafından uyarıldım. Şöyle ki: ‘Öyle fotoğraf çek, şuna yer verme, şunu da gösterme… Cenazeleri gösterme, yaralıları gösterme, bizim yüzümüzü gösterme. Ağıt yakan insanları gösterme!’ Ne yapmamı bekliyorlar, ben anlamıyorum. O an diyorum ki herhalde ‘Nurdağı’nda deprem oldu ama herkes çok iyi…’ Böyle bir haber yapmamı mı bekliyorlar? 2
Siyasi iktidarın kontrolündeki medyada yaygın sansür, manipülasyon ve propaganda yüzünden yetkililerin yanı sıra bağımsız gazeteciler de zaman zaman depremzedelerin hışmına uğruyor.
9 Şubat’taki tweetinde bu ifadeleri kullanan gazeteci Ruşen Takva, iktidarın kontrolündeki medyanın deprem bölgesindeki tüm gerçekleri yansıtmadığını vurguluyor.
Takva, şöyle diyor:
Yaptığımız eleştirilere, ana akım medyanın güzide temsilcileri tarafından şu karşılık geliyor: ‘İnsanlara umut vermeyelim mi? Neden umudu göstermiyorsunuz?’ İyi de sahada umut kalmadı ki… Durum ortada ve gösterdikleri gibi tozpembe değil. Olmayan bir şeyi nasıl gösterelim? Mesele bundan ibaret!
Şanlıurfa’nın ardından Adıyaman’a geçen genç ama tecrübeli gazeteci Rabia Çetin, 11 Şubat’ta gittiği mıntıkada bir grup korucunun engellemesi ve saldırısına uğramıştı. Halkın tepkisi üzerine korucular geri adım atmışlar. Şöyle diyor Çetin:
Depremzedeler, yetkililerin yanı sıra gazetecilere karşı da çok tepkili. Görüntü alırken birçok defa yurttaşların müdahalesine maruz kaldım. Diğer yandan ana akım medya mensubu meslektaşlarımız bilgi paylaşımında bazen seçici davranabiliyorlar. Ancak onların da canla başla çalıştıklarını söyleyebilirim. Ayrıca bölgede bulunan gazeteciler arasındaki dayanışmanın oldukça güçlü olduğunu da eklemek gerekiyor. 3
Olumlu örnekler açısından deprem koşullarında görev yapan Türkiyeli gazeteciler hakkında kaleme alınmış bir değerlendirmeye de yer vermeliyim.
The Guardian ve Financial Times gibi ünlü Batılı gazetelerde uzun süre çalışan, Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun (IFJ) 24 yıl boyunca başkanlığını yapan, ardından medyada öz düzenleme, iyi yönetişim ve etik davranışı teşvik eden küresel bir kampanya olan Etik Gazetecilik Ağı’nı (EJN) kuran İngiliz gazeteci Aidan White, 6 Şubat depremi sonrasında gazetecilerin verdiği sınavı Journo.com.tr için yazdı:
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) kurucularından olan ve hâlen dernekte eş direktörlük görevini yürüten Barış Altıntaş gözlemlerini aktarıyor:
‘Kurtarma çalışmalarında gazeteciler çok önemli bir rol üstlendi. Birçoğu insanların enkazdan çıkarılmasına katkıda bulundu. İhtiyaç sahiplerine çadır ve yiyecek buldular, yerinden yurdundan olmuş insanların ulaşımını sağladılar. Yaptıkları haberler bu afet zamanında taşıdıkları önemin yalnızca bir kısmını oluşturuyor.’
Ancak sonraki günlerde gazeteciler, yetkililerin engeliyle karşılaştıklarında ve şiddet tehditlerine maruz kaldıklarında kendilerini ateş hattında buldular. Depremin ardından gazetecilerin ve sivil toplum örgütlerinin gösterdiği hızlı tepki, afetin boyutu karşısında ilk anda adeta paralize olmuş gibi görünen devletin hareketsizliği ve ağır kalan tepkisiyle zıtlık arz ediyor.
Barış Altıntaş diyor ki: ‘Toplumun tamamı enkaz altında ve bu ölçekte bir felaketin sorumluluğuna dair cevaplar isteyen gazetecilere, doğru soruları sordukları için gözdağı veriliyor. Sanki kıyametin ortasındayız, korkunç bir (ütopik toplum anlayışının tersi olan) distopyadayız.’
Türkiye Gazeteciler Sendikası yöneticisi Mustafa Kuleli’ye göre: Hükümet destekli medya, olay mahallinde eleştirilerini seslendirenlere söz hakkı tanınmasını engelliyor ve hükümetin başarısızlık bahanelerine uyacak şekilde, bilimsel görüşleri manipüle etmeye çalışıyor. Bazı televizyon muhabirleri depremzedenin sesi duyulmasın diye mikrofonu arkasında tutuyor. Kimileri ise, hükümeti eleştiren depremzedeleri yalan haber yaymakla suçluyor. Refleks olarak, AKP hükümetini eleştiren herkesin yalan söylediğini öne sürüyorlar.
İletişim Başkanlığı, (Asrın Felâketi) adı altında, depremin kimsenin altından kalkamayacağı kadar büyük olduğu yönünde bir propaganda kampanyası yürütmektedir. Tüm yaptıkları, eyleme geçmek yerine kaderciliği teşvik etmektir. Aynı zamanda, uluslararası bilim insanları, hükümet yanlısı medya tarafından siyasi bir tartışmanın içine çekilmektedir.
İngiliz gazeteci Aidan White’ın son cümlesi önemlidir:
Oysa haberin ve hikâyenin birden fazla tarafı olduğunu bilinmelidir.
İktidar eksenli gazetecilik (kriz haberciliği) yeni bir olgu değil. Osmanlı döneminde bile vardı.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı ve Tarih Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan, 23 Ekim 2021 tarihli Gazete Duvar’da yayımlanan “Toplumsal ve siyasal açıdan 1984 depremi” başlıklı yazısında bu konuya değiniyordu:
…Depremden telgraf hatları da zarar gördüğü için, diğer yerleşim birimlerinden haber alınamamakta, dolayısıyla depremin yalnızca İstanbul’da olduğu zannedilmektedir. Telgraf ve Posta Nezareti çok büyük hasar görmüştür. Bir müddet sonra kent içi ve dışı haberleşme Nezaret bahçesinden sağlanmıştır.
Kent içi ulaşım da felç olmuş, tramvay seferleri durmuştur. Tünel herhangi bir zarar görmemekle birlikte önlem olarak tramvaylar işletilmemiştir. Geç vakitlere doğru Sultanahmet ile köprü arasında tramvay seferleri aksamalı olarak başlamıştır.
Deprem sonrasında resmi dairelerin hasar gördüğü konusu pek işlenmemiş, işlense de geçiştirilmiştir. Örneğin -şimdi olmayan- Adliye Binası pek hasar görmemiş gibi anlatılsa da işlerin aksamaması için taşındığı da eklenmiştir.
Depremin ertesi günü yayınlanan Tercüman-ı Hakikat gazetesi ilk yazısına ölenlere değil, padişahın sağlığına dua ederek başlamıştır. Gazetede, padişahın ve onun devletinin halkın yardımına hemen nasıl yetiştiği özenle anlatılır…
Depremden birkaç gün sonra, gazeteler hasar ve can kaybı konusundaki haberleri bir kenara bırakarak, devletin halka yardım etmek konusunda ne kadar etkin olduğunu anlatan haberleri vermeye başlamıştır.
Depremden yalnızca beş gün önce, yeni bir gazete ‘İkdam’ adıyla yayınlanmaya başlamıştır. Deprem günü yayınlanacak altıncı sayısı bir gece önce sansür memuruna gönderilmiş, oradan emredilen düzeltmeler ve çıkartmalar yapılmıştır.
Ancak bu işlem yapılırken bir dizgi hatası sonucu, bir başka cümledeki ‘Mösyö’ kelimesi olması gereken yerden kalkıp, padişahtan söz edilen cümlenin başına gelmiş ve cümle ‘Mösyö Cenâb-i Şehriyâri’ olmuştur.
Bu tür bir yanlışlık gazetenin süresiz kapatılması için yeterlidir. Gazetenin yazı kurulu üyeleri de bunu bildiği için, her an bir sansür memurunun gelip gazeteyi kapatmasını beklerken zelzele olmuş, İstanbul karışmıştır. Ama aynı gün birden fazla gazete ‘yanlış zelzele haberleri’ nedeniyle ceza almıştır. Sabah gazetesinin kapatılma gerekçesi Rumca yayınlanan Konstantinopolis’ten inceleme ve doğrulama yapmadan aktardığı bir haberdir. Haberin kaynağı Konstantinopolis gazetesi ise bir hafta süreyle kapatılmıştır.
Dönemin popüler bilim dergilerinde ise birkaç istisna dışında zelzeleye ilişkin tek satır bile yer almadığı görülür. Bu konudaki ilk istisna, Malumat dergisinde arkası gelmeyen yazı dizisidir. Amacı bilimsel konuları vülgarize ederek işlemek olan dergiler, bu görevlerini yerine getirememişlerdir. Örneğin Hazine-i Fünun’da tek satır yazı yoktur. Mektep dergisi deprem sonrasında iki hafta gecikmeyle çıkmasına karşın, Allah’ın ve kâinatın büyüklüğü konusunda kısacık bir yazı yayınlanmıştır ki içinde zelzelenin adı bile geçmemektedir.
A.Cihan Soylu, Evrensel gazetesinde “afet yayıncılığı” açısından birbirine zıt iki tutuma değiniyor:
…Hatta tekelci şirketlerin medya organlarında çalışan ve fakat gördükleri manzara karşısında yalan söyleme gücünü kendinde bulamayan kimi muhabirleri de ‘devlet kurumlarının ilk iki-üç gün ortalıkta görünmediğini, yardımda geciktiklerini’ söylemekteydi.
‘Terörist olmadığı’na MHP’lilerin bile tanıklık edebilecekleri CNN Türk özel haberler şefi, durumu ‘Ceset kokusuyla umut kokusunun birbirine karıştığı bir yer burası. Hâlâ umut, hâlâ enkaz altından sağ çıkan insanlar var. Bir de cenazesini almak için bekleyenler… Ne anlatsam boş…’ diye durumu özetliyor…
Diğer tarafta ise ‘devlet’ duruyordu! Devlet aygıtını çekip çevirenler adına konuşanlar bu aleni durumu; bu çığlıkları değil sadece halk dayanışmasını, emekçi örgütlerinin hızlı seferberliğini, yardım ve kurtarma çabalarının halkça örgütlenmesini yok sayma, karalama ve önlemeyi acil gereklilik saydılar. On binleri-yüz binleri yalanlayabilecekleri güçte olduklarını düşünerek ‘Yardım edin, kimse yok mu?’ çığlıklarını ‘dezenformasyon’ olarak nitelediler.
Amerikalı dilbilimci, medya uzmanı ve filozof Avram Noam Chomsky, 1988 yılında Edward S. Herman ile birlikte yazdığı ve sonradan güncelleştirilen Rızanın İmalatı (Manufacturing Consent) isimli kitabında, yukarıda örneklerini verdiğim habercilik tarzını “sarı gazetecilik” olarak tanımlıyor. Ona göre;
Etik değerler ve kamu yararı gözetilerek yapılan gazetecilik manipüle etmeye değil, düşünceyi teşvik edip bilgilendirmeye çalışmalıdır… Sarı gazeteciliğin panzehiri ciddi ve gerçek gazetecilik, namussuzluğun panzehiri ise dürüstlüktür.
Bu münasebetle geçmişteki bazı tanıklık ve izlenimlerime de değinmek isterim.
Türk basını/medyası, genel anlamda konunun uzmanı olmayan muhabirlerle çalışır.
İletişim fakültelerinden mezun olanların sayısı artmasına rağmen oralarda öğretilen mesleki ve etik kurallar çoğunlukla plaza medyasında geçersiz sayılır.
Kartel medyasının sahipleri büyük sermayedarlar olup, tekelindeki “basın holdingini” ya piyasa rekabetinde ya da siyasi-ticari-mali alanda bir silah, bir araç olarak kullanır.
Gazetenin tepesindeki yönetmen-yazı işleri gibi sorumlular ise köhnemiş alışkanlıklarını devam ettirirler.
Tahtları sallanmasın diye muhabirleri işbaşında, uygulamada eğitip yetiştirme diye bir dertleri de olmaz.
Örneğin Mehmet Ali Birand ile yanındakileri yetiştirme hususunda dikkati çeken bir gazeteciydi.
Sözcü gazetesi yazarı olan Necati Doğru da Milliyet gazetesi ekonomi sayfasından sorumlu olduğu 1990’larda benzer bir anlayışa sahipti.
O, “Büyükelçi çocuğu ve İngilizce bilen monşer gazeteci yerine sokağı tanıyan halk çocuğu gazeteciyi tercih ettiğini” söylerdi.
Buna karşılık Güneri Civaoğlu’nun yanındakileri geliştirdiğine dair herhangi bir izlenim edinmedim.
Meselenin bir yanı budur; diğer tarafında ise “uzmanlık” kriteri var. Babıâli’de çalıştığım sırada yakından tanık olduğum ekonomi-iş dünyası, polis-emniyet, belediye muhabirleri mesleki formasyona sahip değillerdi.
Önemli bir kısmı o alanlardaki patron veya yetkilileriyle arasına mesafe koymaz, gazetecilikteki mesafeli kalma kuralını bilerek ihlal ederlerdi.
Bugün bile “savaş gazeteciliği”, “afet gazeteciliği” formasyonu kazanmış çok az basın mensubu mevcuttur.
Söz gelimi Türkiye 40 yılı aşkın bir zamandan beri silahlı Kürt hareketiyle çatışma halindedir.
Diyarbakır-Sur, Silvan, Silopi, Cizre, Nusaybin, Yüksekova’da Temmuz 2015’te “Hendek Operasyonları” adı altında bir çeşit “şehir savaşı” yaşandı.
Oralara gönderilen muhabirler, resmi bilgiler dışında haber aktaramadılar. Sınır ötesi operasyonlarda ise, genellikle Diyarbakır merkezli OHAL yetkililerinden alınan resmi haberler hemen olduğu haliyle medyada yer alıyordu.
2003 yılında, ABD-İngiltere ikilisinin ortaklığıyla başlatılan Irak işgali sırasında o dönemde haklı bir üne kavuşan El Cezire TV kanalının (2011 Arap Baharı denen halk ayaklanmalarıyla birlikte bu kanal da tarafsızlığını yitirmiş oldu) Bağdat ve çevresinde iyi yerel haber ağı kurmasına özenerek Türkiye’den oraya gönderilen bazı muhabirler, kaldıkları otelin balkonundan şöyle bir haber geçmişlerdi:
CNN International kanalının bildirdiğine göre savaş başlamıştır, Bağdat’a füzeler atılmaktadır!
Madem Amerika’daki CNN kanalının haberini aktarmakla yetiniyorsun, o zaman niçin gittin oralara diye sormazlar mı adama?
Hatırlıyorum; M. Ali Birand’ın, sözü edilen savaşın ilk gününde çalıştığı kanalın merkez stüdyosunda sunum yaparken giydiği “safari” tarzı gömlekle savaş haberciliği anlayışını ortaya koyması hayli tartışma konusu olmuştu.
Gerçi bizler, Irak’taki savaş sürecinde çok sayıda yerli-yabancı “iliştirilmiş gazeteci” (embedded journalist) rezaletine de tanık olmuştuk.
Bu arada Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına ilaveten silahlı cihatçı örgütler ile Suriye ordusu arasındaki çatışmaları doğru düzgün yansıtacak birileri var mıydı acaba?
Kısacası kuralına uygun “savaş haberciliği”, salt miğfer takıp üzerine de “Press/Basın” ibaresi yazan yelek giymekle de olmuyor.
Türkiye’de “savaş gazeteciliği” yapabilen sınırlı sayıdaki meslektaşlarımızdan biri Coşkun Aral idi.
Bilebildiğim kadarıyla 1980’lerden itibaren herkesin herkesle çatıştığı Lübnan’a yıllarca gidip geldi.
Cengiz Çandar ise 1975-1991 dönemine ilaveten 1980’lerde Lübnan’da yaşanan çatışmaları izlemesine rağmen profesyonel bir “savaş gazetecisi” değildi.
Daha çok Filistin lideri Yaser Arafat ve benzeri önderlerle ilişkisine dayanarak haber-yorum yapıyor; ikinci elden aldığı cephe haberlerini dönemin Cumhuriyet gazetesine yansıtmakla yetiniyordu.
Hal böyle olunca da doğa olaylarının (sel, orman yangını, deprem vs) uzmanı sayılabilecek ve bu alanda kendini yetiştirmiş örnek model oluşturabilecek “gazeteci/haberci” tipine fazla rastlamadığımı söyleyebilirim.
Evet, deprem bölgelerine gönderilenlerin hiç değilse bir kısmı tecrübelidir; ancak afetler konusundaki bilgi birikimleri ve tecrübeleri noktasında emin değilim.
Kimi acemi-yeni muhabirlerin ise sahaya inmiş veya hiç inmemiş sorumluları tarafından “resmi çizgi ve söylem dışına çıkmama” hususunda sıkıca uyarıldıklarını bile duymaktayız.| The Independentturkish
Kaynakça:
1. T24 sitesi 10 Şubat 2023.
2. https://journo.com.tr/deprem-haberciligi-gazeteciler-anlatiyor-kamu-yarari, Ebru Alpak, 16 Şubat 2023.
3. https://journo.com.tr/iktidar-medya-deprem-gazeteciler-tepki, Furkan Tunçdemir, 11 Şubat 2023.
4. https://journo.com.tr/turkiye-deprem-gazetecilik-aidan-white, 17 Şubat 2023)
5. https://www.gazeteduvar.com.tr/toplumsal-ve-siyasal-acidan-1894-istanbul-depremi-haber-1539406.
6. https://www.evrensel.net/yazi/92529/devlet-hazir-ve-hakimdir.
7. https://journo.com.tr/chomsky-gazetecilik, Tuğçe Sağdıç, 9 Ocak 2023.