Eski Türk geleneğinde gerçeküstü bir inanış
Türk tarihi açısından derin anlamları olan sembollerden biri. Farklı isimlerle de biliniyor. Türklerin, “yada” dedikleri taşın sihirli olduğuna inanılır. İnanca göre bu taşlar istenildiğinde yağmur ve kar yağdırılabilir, hava olaylarına tesir edilebilir.
Seng-i metar ya da hacer’ül metar olarak bilinen yada, eski Türk geleneklerinde bir çeşit sihirli taştı.
Türkler bu sihirli taşı sıcaklığın dayanılmaz olduğu günlerde yahut yangınlarda yağmur yağdırmak için kullanırdı.
Bilhassa Türkler için son derece kutsal olan ağaçların korunması için bu taş son derece önemliydi.
Türkler ve ağaç kültürü
İslamiyet öncesi Türk inanışında halkın başında bulunan hakan, Ötüken ismi verilen bir ormanda yaşardı.
Bu orman öylesine kutsaldı ki Bilge Kağan yazıtında ülkenin bekası için bu ormanda kalınmasını şu sözlerle tavsiye edilecekti:
“Ötüken ormanında oturur isen ebediyen ülkeyi tutmuş olacaksın.”
Bu söylem tesadüfi değildi; çünkü Türklerin inancında göğü, yani evrenin yaratılışını, anlayabilmek adına en kutsal iki nesne; dağ ve ağaçtı.
Bu sebeple ibadetlerin önemli bir kısmında da ağaç kutsal olarak görülmekteydi.
Eğer ki bir hükümdar, ağaçlarla çevrili bir ormanda, Ötüken’de, halkını tutmayı başarabilirse o ülkesini tüm bozgunlardan ve kötülükten de muhafaza etmiş olacaktı.
Bir kişi dünya hayatından göçüp gittiğindeyse onun şerefine en yaraşacak şey, mezarının başına bir ağaç dikmek olacaktı.
Bunun dışında da büyük Türk hükümdarları iktidarının gücünü ve şanını açıklamak adına muhakkak soyunu bir ulu ağaç hikâyesine bağlardı.
Örneğin Uygurların yaratılış destanında şöyle bir bölümle karşılaşırız;
Bir gün bu iki ağacın arasına gökten iki ışık inmişti. Bu yüzden iki taraftaki… yavaş yavaş büzüşmeye başlamıştı. Bu durumu gören halk şaşırmıştı. Oraya doğru yaklaştılar. Tam yaklaştıkları an kulakları güzel bir müzik ve nameler gelmeye başladı. Her gece buraya bir şık inmeye, ışık etrafında da otuz şimşek çakmaya başladı. Başka bir gün ayrı yerde kurulmuş beş çadır gördüler. Her çoğun karşısında onları doyuracak kadar süt dolu emzikler asılıydı.
…
Çocuklar büyüyünce anne babalarını sordular. Onlar da o iki ağacı gösterdiler.” (Türk mitolojisi – Bahaeddin Ögel)
Buradan Uygurların soylarını bir ağaçla kutsadıklarına şahit oluyoruz.
Neredeyse her Türk boy ve devletinde ‘Ağaç’ en şerefli simge olarak kabul edilmekteydi.
Bazı boyların ise insanoğlunun ve diğer canlıların ağaçlardan yaratıldığına dair güçlü inançları bulunuyordu.
Bu sebeple İslamiyet öncesi Türkler de ağaç, toplumu şekillendiren en önemli unsurlardan birisi olmuştu.
Ayrıca ağaç, Türklerin yalnızca dini inanışlarını da değil; yaşam biçimlerini ve sanatlarını da derinden etkilemişti.
Ağaç kültü beraberinde birçok inanış da getirmişti ve yada taşı da bunlardan birisiydi.
Türkler ve yada taşı
Bu taşla ilgili ilk ciddi malumatı Kaşgarlı Mahmut’tan öğreniyoruz:
Bir türlü kamlik (kahinliktir). Belli başlı taşlarla (yada taşı ile) yapılır. Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgâr estirilir. Bu, Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi: bu sürede kar yağdırıldı ve Ulu Tanrı’nın izniyle yangın söndürüldü.”
Türk alplerinin silah kabzalarında ya da kalkanlarında çeşitli yada taşı süslemesi bulunuyor. İyi bir savaşçı olmanın yanında iyi bir “yadacı” olmak, yani göklere hükmetmek de Türk destanlarının ve geleneklerinin başında geliyor.
İnanışa göre bu taşla ateşin ormanları yakmasının önüne geçebilir, toprağın bereketlenmesi için kar yağdırabilir yahut düşmanını bertaraf etmek için fırtınalar çıkartabilmek mümkündü.
İslam inancında “yağmur duası”nın bulunması sebebiyle Türklerin bu inanışı Arap aydınlarının ilgisini çekmişti.
Konuyla alakalı Arap seyyahların ilgisi bunu ortaya koymaktadır. Arapların hacer’ül metar dedikleri sihirli Türk taşı için Kazvini şu sözleri kullanacaktı:
“Türk memleketlerinden getirilir. Çeşitli renklerdedir. Bir şey içindeki suya konulduğunda, gökyüzü bulutlanır ve yağmur yağar, hava soğur ve kar yağar. Bu meşhur bir iştir. Ben bu şekilde yağmur yağdırıldığını gören birisini gördüm.”
Yine Makdîsî ve İbn Haldun gibi isimlerin bu taşı zikrederken “Türklerin coğrafya üstündeki avantajı” şeklinde ele alıp değerlendirmeleri konuyu son derece ilgi çekici bir hale getiriyor.
Öte taraftan Osmanlı ulemasının bu geleneğe bidat şeklinde yaklaştığını görüyoruz. Taşköprülüzade Ahmet Efendi, Türklerin bu eski inanışını İslam dairesi içerisinde “küfür” olarak ele aldığına şahit oluyoruz:
“Türklerden bazı idraksiz taifenin, yağmurların meydana gelişini veya uzaklaştırılmasını sağlayabildiklerini iddia ederler. İnceleyip tecrübe etmemiş olan şehirler halkı bile bunu tasdik ederler. Öyle bildirirler ki, efsun veyahut Allah tarafından, şefaat yolu ile yağmur yağdırır veya yağan yağmuru uzaklaştırırlar. Bu büyük bir dolap, kuvvetli bir hile ve fitnedir. Bu durum avamdan ve sıradan boş insanlardan pek çoğu için ibret ve sapıklık sebebidir. Yine bu türden olarak bazı dağlı Türkler yanında bir taş vardır ki, sanıldığına göre yağmuru celbedicidir. Hepsi onu bilirler. Su içine koyarlar, sihre benzer bazı şeyler de yaparlar ve haşa küfrü gerektiren bazı sözler söylerler.”
Osmanlı ulemasının kesin yaklaşımının aksine büyük İslam alimi Ebu Bekir er-Râzî’nin konuya yaklaşımı bidat-küfür şeklinde değildir:
“Türkistan’da Karluklar ile Peçeneklerin ülkeleri arasında bir yokuşa ordu veya bir sürü uğrarsa, taşlar sürtünüp de karanlık sis basmasın veya bardaktan boşanırca-sına yağmur yağmasın diye hayvanların tırnaklarına yün bağlanır ve yürümeleri hafifletilir. Eğer hayvanların tırnağı o taşa dokunursa veya hayvanı sıkı sürmekten dolayı bir taş zedelenirse, hemen hava kararır, etrafta bulutlar peyda olur ve yağmur başlar. Mevsim kış ise yağmur tufan gibi şiddetli yağar, yollar kapanır. Bu diyardan geçenler bu taşlardan alarak Türkistan şehirlerine ve sair yerlere götürürler.”
Velhasıl, daha fazla ayrıntıya boğmayalım; ama bu efsunlu taş hakkında daha fazla malumatı Ahmet Öğreten’in Türk Kültüründe “yada kaşı” ve XVIII. Yüzyıl Sonu Osmanlı-Rus Savaşlarında Kullanılması makalesinde fazlasıyla bulabilirsiniz. Bilhassa sayısız alimin görüşüne referans vererek konuyu ele alması okuyanı mest edecektir.
Türkler, diğer bütün medeniyetlerden daha fazla gök ile ilişki içerisinde olmuşlardı. Yada taşı ile doğa hükmettiklerine dair inanış bunun en mücessem örneği idi. Bu taşla yangın zamanlarında yağmur kuraklık vaktinde kar yağdırıldığına inanırdı.
Sözü Merhum Üstat Sezai Karakoç ile bitirelim:
“Yağmur duasına çıksaydık dostlar,
Bulutlar yarılır, hava açardı,
Şimdi ne ihtimal, ne de imkân var,
Göğe hükmetmekten kolay ne vardı.
Yağmur duasına çıksaydık dostlar!
Ben geldim geleli açmadı gökler;
Ya ben bulutları anlamıyorum,
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler,
Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum;
Ben geldim geleli açmadı gökler…” | The Independentturkish | Mehmed Mazlum Çelik