Fatih Sultan Mehmet’in cansız bedeninin başına gelenler
Türk tarihinin en kudretli padişahı Fatih sultan Mehmet’in cansız bedeni iktidar hırsıyla önce üç gün tamamen unutulmuş, ardından hatırlanınca da ceset ne yazık ki çürümüş ve bu şekilde yıkanıp defnedilmişti
Fatih Sultan Mehmet 3 Mayıs 1481 yılında Memlukler üzerine sefere çıktığı bir sırada bugün Gebze tarafında bulunan Tekfur Sarayı civarında hayatını kaybetti.
Öldüğünde daha 51 yaşındaydı.
Padişahın naaşı gizlice İstanbul’a gönderildi.
Kısa bir süre sonra iktidar savaşı başlayınca devlet ricali ne yazık ki Fatih Sultan Mehmet’in cansız bedenini unutacaktı.
Daha beteri Sultanın bedeni yıkandığında çoktan çürümeye başladığı da kahreden başka bir detaydır.
Ceset öylesine kokmuş ki kimse gidip yıkayamıyordu.
Buyurun sözü Uzunçarşılı’ya bırakalım:
Bu olaylar cereyan ederken ölümünü müteakip cesedi saraya nakledilmiş olan İstanbul Fatihinin naşının üzerinde üç gün üç gece mum yanmadığı Kapucular Kethüdası vasıtasıyla İstanbul Muhafızı İshak Paş a’ya bildirildiğinden Paşa’nın emri üzerine teneşirine mum yakılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed’in gasl edilmesi de elemli olmuştur. Yazın sıcağında on günden ziyade elbisesi ile kapalı kalan ceset koktuğundan yanına kimse gidememiş, Baltacılar Kethüdası Kasım ile anın usta dediği tahnit memuru ölüyü beraber soyup dahili ahşasını çıkartmak suretiyle mumyaladıktan sonra kefenlemişler ve sonra da merasimle defnedilmiştir.
Bakınız Uzunçarşılı’nın referans aldığı arşiv kaydı da aynen şöyle:
… O halde Hünkâr müteveffa oldu üzerinde üç gün üç gece mum yanmadı, Vardım Kapucular Kethüdasına söyledim. Dahi İshak Paşa’ya söyledi, emreylediler, mum yaktılar. Rayihası ucundan kimse yanına varmadı. Ben fakir usta ile bilece içini ayırtladım. Bu zikr olan sözleri kethüdamız dahi bilür… (Topkapı Sarayı Arşivi 735121)
Fatih’in dehası ve eğitimi
İkinci Murat Han’ın Türk eşi Hüma Sultan’dan dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, her zaman özel bir çocuk olmuştu.
Sahip olduğu eğitim ve kişisel kabiliyetleri dikkate alındığınızda denilebilir ki Osmanlı Sultanları içerisinde hiçbir padişah onun ilminin zirvelerine yetişememiştir.
Genç şehzade zengin birikimine rağmen dehasının bir yansıması olsa gerek eğitiminin ilk devresinde büyük zorluklar yaşamıştı.
Hocalarının bütün gayretlerine rağmen Şehzade Mehmet okumayı dahi sökemiyor ve herhangi bir ilerleme kaydedemiyordu.
Fatih’in zihin dünyasında harikalar yaratacak Molla Gürani’nin Hocalık sürecini Süheyl Ünver, “İlim ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han” isimli çalışmasında şöyle anlatır;
Bursa’da Çelebi Sultan Mehmet’in yaptırdığı Yeşil ‘Sultaniye, medresesinde müderris olan Molla Yegân ‘Mehmed bin Armağan, bir sene Hacca gider. Dönüşte mu’tâd veçhile İlmî temaslarda bulunmak gayesiyle Mısıra uğrar. Orada tahsilini henüz bitiren genç ve kuvvetli âlim Molla Gürâni ile tanışır. Bu olgun ve ciddî âlimi pek beğenir, beraberce Anadolu’ya “Rum’a, yani Türkiye’ye gitmeği teklif eder. Molla Gûrâni bu arzuyu kabul eder. Beraberce Bursa’ya gelirler. Molla Yegân usulen İkinci Sultan Murad’ı ziyarete gider. Molla Gûrâni de beraberdir. Lâkın yanına girmez, dışarda kalır. Padişah bu ziyarete memnun olur. Bana Hacdan ne hediye getirdin diye sorar. O da kapının arkasında hazır duran Molla Gûrâni’yi içeri alarak takdim eder. Molla ile görüşürler. Pâdişâh onu pek beğenir. Ciddiyet ve ilmine hayran kalır. Söz Mehmed Çelebi’ye intikal edince daha henüz Kur’anı bile sökemediğinden üzüntü ile bahsederek onu hoca olarak intihâb eder, Bu ciddi ve okumayanlara karşı asla müsamahası olmayan Molla Gûranî genç şehzadenin ilk dersinde yanma sopa ile girer.
Mehmed Çelebinin yeni Hocasının sopa ile yanma girmesi tuhafına gider ve tecessüsle bunun neye yarayacağını sorar. Molla Gûrâni kesin olarak şu cevabı vermiştir;
Eğer okumakta tekâsül gösterirseniz Pâdişâh babanızın emriyle bunu istimâle mecbur kalacağım.
Bu rivayete göre Gürani’nin Fatih üzerindeki en önemli etkisi genç şehzadenin dehasını ortaya çıkartması olmuştu.
Namık Kemal, bu zekânın ortaya çıkarılması sürecini ‘avcı elinden kaçamayan bir yavru aslanın’ terbiyeye razı olması olarak değerlendirir:
Avcı elinde muztar kalmış aslan yavrusu gibi bir şeye muktedir olamayarak çaresiz derse başlamış, fakat nefsince bir eziyet bildiği tahsili ilerlemiş, fıtratında gizli istidat inkişafı lezzet ve haz duymuştur. (Namık Kemal – Evrak-ı Perişan)
Molla Gürani’nin genç şehzadeye verdiği eğitim ondaki öğrenme arzusunu büyük bir açlığa dönüştürmüştü.
Molla Hocazâde, Molla Hatipzâde, Molla Hasan Samsunî, Sinan Hocapaşa, Molla Abdülkadir Hamidi ve Molla Ahmed gibi isimler Şehzade Mehmet’in ilim havuzunu doldurmak üzere birbiriyle yarışıyorlardı.
Fatih’in ilme olan tutkusunu Süheyl Ünver ilginç bir anekdotla şöyle aktarır:
Fatih esasen İlmî tecessüse malikti. Her şeyi öğrenmek isterdi. Hıristiyanlık esasını ve afaroz edilenlerin Ölüsü, gömülünce çürüyüp çürümediklerini Patrik ve Hıristiyan âlimlerinden sordu Konya’dan Edirne’ye gelen Hekim. Beşir Çelebi ile konuştu. Bu Beşir Çelebi Risalesinde yazılıdır. O sÖylenilen her şeye tecrübesiz inanmazdı. Bu da aldığı müspet ilim terbiyesinin iktizası idi. Beşir Çelebinin bir rivayetini toprağı kazdırarak teşvik etti. Afaroz edilenler den birisinin mezarını açtırarak yapılan iddiaya tevsik ettirmeden inanmadı. Bunlar hep Fatihte ilmî zihniyetin mevcut olduğunu gösterir birer misaldi. (Süheyl Ünver – İlim ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han)
Fatih’in hoşgörü yönetimi ve liderlik vasfı
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra tarihte eşine az rastlanır bir hoş görü yönetimi kurmuştu.
Mısır’dan Kürdistan’dan, İran’dan ve Avrupa’dan birçok ilim insanı Fatih’in ricası ve davetiyle İstanbul yolunu tutmuştu.
Yalnızca Müslüman sanatkâr ve ilim erbabları değil, yabancı sanatkâr ve bilim insanları da bu devirde büyük itibar görüyordu.
Örneğin; İstanbul fethedildikten sonra Bizanslı sanatçı Ciovanni Kirisolora’nın kayınvalidesi ve kızı esir pazarına düşmüştü.
Kirisolora, son çare olarak bir mektupla durumu Fatih Sultan Mehmet’e bildirdi. Fatih konuyu öğrenir öğrenmez Kirisolora’nın kayınvalidesi ve kızını kurtararak kendisine teslim etti.
Ayrıca Kirisolora’ya isterse faaliyetlerine İstanbul’da özgürce devam edebileceğini bildirdi.
Fatih’in ilmi konulardaki hoşgörüsü şahsi kütüphanesine de yansımıştı.
Dünyanın dört bir ucundaki değerli çalışmaları temin edip Osmanlı’nın ilmi birikimine kazandıran Fatih, zengin bir kütüphane kurmuştu.
Anjiyolulu, meşhur Osmanlı tarihi çalışmasında bu zengin kütüphaneyi şöyle tarif ediyordu:
O, buraya binlerce cilt eser toplamış ve tefsire ait olan kitapları da kurdurmuş olduğu diğer camilerin her birine paylaştırmıştı. Bu eserlerin büyük bir kısmı yazarlarının kendi el yazıları ile yazılmış olup söz konusu camilerin her birinde görevli memur ve muallimlere birer kaynak olma özelliği taşıyorlardı.
Tarihin bir cilvesi Fatih’in öz oğlu Beyazit, babasının ölümünden sonra bu kütüphanedeki birçok değerli çalışmayı dağıtmış ve Fatih’in kütüphanesini emanet ettiği Molla Lütfi’yi zındık ilan ederek öldürtmüştü.
Cesedinin başına gelenlerin nedeni ve Cem Sultan’ın akıbeti
Böylesi, bırakın Türk tarihinde, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir hükümdarın başına gelen musibetin neden iktidar kavgasıydı.
Beyazit ve Cem Sultan birbiriyle mücadeleye girişince haliyle Sultan ihmal edilmişti.
Bu kavgada Fatih, daha hayattayken tarafını belli etmiş ve Cem Sultan’ın padişah olmasını istemişti.
Cem Sultan’ın hayat hikâyesi en az tablonun hikâyesi kadar talihsizdir. Osmanlı şehzadeleri içerisinde en acıklı hikâye Cem Sultan’a ait olsa gerektir.
Fatihli Mehmed Tevfik Paşa’nın kaleme aldığı Cem Sultan biyografisinde onun talihsizliğini “Milletin hafıza-i ihtiramında en acıklı, en rikkatli ihtisâsât uyandıran Osmanlı hanedanı şehzadesi” olarak tanımlayarak şunları söyler;
Şehzade Cem ise yalnız pederi Fatih’in makam-ı saltanatını değil taht-gâh-ı fetânet ve irfanın cemm-i füyûzâtı olan zekâ-yı cevvâlini de tevârüs etmek mevhibe-i fıtratıyla mübeşşer iken doğmada gecikmek kabahatiyle cezalanmaya mahkûm olmuş, affını ümit beyhude olan bu cezadan tahlis-i gerden için baba toprağını terk ile nefsini iğtirâba mahkûm etmiş bir şehzade-i elem-dîdedir.
Tevfik Paşa’nın da belirttiği gibi Allah’ın üstün meziyetlerle yarattığı bu şehzadenin tek kusuru yalnızca geç doğmaktı.
Babası Fatih Sultan Mehmet’in kendisine “Cem sen padişah olacaksın!” dediği rivayet edilen Cem’in ilk talihsizliği kendisine Sultanın öldüğünü bildiren mektubu taşıyan elçinin yolda Beyazıt’ın adamlarınca yakalanarak öldürülmesiydi.
Cem, Bursa’da sultanlığını ilan etmişse de yenilgiler üzerine bir tufan gibi çökmüştü.
Babası gibi ince ruhlu ve sanatkârları koruyup kollayan Cem, Bursa’da kısa süreli sultanlık ilanından dolayı tarihe Cem Sultan olarak geçmişti.
Ağabeyi Beyazit’e karşı mağlup olduktan sonra hayatının geri kalanını diyar diyar gezecek bir sürgün ve mahkûm olarak geçirecekti.
Oğlu Oğuzhan’ı ve karısını Mısır’da bırakarak Adana’ya gelmiş; fakat isyan edecek yeterli kuvvet bulamayınca Balkanlara geçmeye karar vermişti.
Bu yolculuk sırasında şövalye Pierre D’Aubusson eline düştü ve yıllarca sürecek Avrupa mahkûmiyeti başladı.
Bu süreçte Papa’nın emrine bir ordu vererek Osmanlı’ya saldırması teklifini reddeden Cem, yaşamı ile Avrupalıları hatta Papa’nın kendisini dahi etkilemişti.
Onun dramı Haçlı şövalyesi Pierre D’Aubusson, Fransa Kralı ve hatta Papa’nın kendisinin Cem’in mahkûmiyetinden elem duymasına neden olmuştu.
Liderler zaman zaman kendisini serbest bırakmak istemişse de politik açıdan büyük bir avantaj sağlayan Cem serbest bırakılamamıştı.
Fakat yüksek bir şahsiyete sahip olduğunu fazlasıyla hissettiren Cem’e karşı büyük bir hürmet gösterilmişti.
Cem Sultan, tüm iyi muameleye rağmen bir tutsaktı ve yaşadıklarını ağabeyi Beyazit’e yazdığı mektuplara da yansıtıyordu.
Beyazit’e yazdığı bir mektupta kendi yaşamı ile Sultan Beyazit’i karşılaştırarak şunları diyecekti:
Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan,
(Sen gül yatakta mutluluk içinde yatarsın)
Ben hicr ile balin edinem harı sebep ne
(Ben ayrılıkla/çölde neden dikenleri yatak edeceğim)
Ayrıca Rodos’a hareketinden önce Cem’in Sultan Beyazit’e yazdığı mektupta da abisine karşı çok sert ifadeler kullandığı görülüyor:
Sultan Cem’den kardeşi insafsız Sultan Bayezid’e, Tanrı ve peygamberimiz, beni Hristiyanlara sığınmaya zorladığın koşulları nasıl yarattığına tanıktırlar. İmparatorluk üzerinde sahip olduğun haklardan beni yoksun ettikten sonra her yanda bir de beni izliyor ve şefkatli hanedanımızın amansız düşmanı Rodos Şövalyelerini sığınmaya zorlamak üzere bir an bile durmuyorsun. Şu anda yabanıl topraklardayım. Burası ayaklarım altında sallanıp duran tahtadan bir köprü. Bizi su taşıyor olmasına rağmen, babamın memleketinden daha güvenli.
Bunun sebebi de sensin. Burada beraber olduğum insanların dinini simgeleyen şey; bir adamın,üzerine çivilendiği kanlı bir haç iken, ben onlara minnet etmek zorundayım. Ama ben, inançlarımıza hala bağlıyım. Allah’ım beni cezalandırırsa, sebebi sen olacaksın, Çünkü beni gayrimüslimlere sığınmak zorunda bıraktın. Kardeşlerimizi katledenlere mahkûm ettin. Filistin topraklarını ve Ege Denizini kanımızla kırmızıya boyamış bu adamların evlerinde, kendi babamın evinde olduğumdan daha güvende olacağım.
İnşallah geceleri kâbuslarla uyanırsın! Kul hakkı, inancımızın temelini oluşturur. Hangi evde kardeşin ölümü kardeşi sevindirebilir? Allah seni bu düşüncelere mahkûm etsin. İçimde bir damla bile umut olmasaydı, doğduğum topraklara doğru yüzümü bile çevirmezdim, ama buralar benimdi, unutma.
Eğer babamız padişahımız, onurlu Osmanlı adını bu derece alçaltacağının önceden tahmin etseydi, seni elleri ile boğardı. Ancak zulmünün öcünü almak için İlahi adaletin tecellisi babamızın yokluğunu hissettirmeyecektir. Tanrı’dan tek dileğim senin cezalandırıldığını görünceye kadar yaşamaktır.
(Direnen Türkler,
Müslüm Ulusoy- Tanı Yayınları)
Cem gurbette bir sürgün olarak hayatını kaybettiğinde, bazı tarihçilerimiz bunun eceli ile olduğunu söylerken bir kısım tarihçiler de Beyazit’in onu öldürttüğünü iddia etmektedir.
Velhasıl, Türk tarihinin en kudretli padişahı Fatih sultan Mehmet’in cansız bedeni iktidar hırsıyla önce üç gün tamamen unutulmuş.
Ardından hatırlanınca da ceset ne yazık ki çürümüş ve bu şekilde yıkanıp defnedilmişti.
Biliyorsunuz, bu talihsizliği Atatürk de yaşamıştı. Cumhuriyetin kurucusu vefat edince herkes işi gücü bırakmış ve “kim cumhurbaşkanı olacak” derdine düşmüştü.
Bereket versin Başvekil Celal Bayar ve kız kardeşi Makbule Hanım vardı da Fatih Sultan Mehmet’in başına gelenler Atatürk’ün başına tam manasıyla gelmedi. | The Independentturkish |Mehmed Mazlum Çelik