Kızılcık Şerbeti ne kadar gerçek?
Gözünüzde canlandırın, yer bir mağaza; seküler anne ve kızı alışverişteyken iki başörtülü kadınla karşılaşır. Bir taraf diğerini “özgürlük düşmanı” olmakla, diğer taraf da karşısındakini “medeniyet düşmanı” olmakla suçlar…
Gözünüzde canlandırın, yer bir mağaza; seküler anne ve kızı alışverişteyken iki başörtülü kadınla karşılaşır ve şu diyaloglar yaşanır:
– Bunlar da her yerde.
– Anne sussana, duyacaklar.
“Bunlar” sözünü duyan başörtülü kadınlardan biri, tepkiyle “Ne dedin sen?” diye sorar ve olanlar olur.
Bir taraf diğerini “özgürlük düşmanı” olmakla, diğer taraf da karşısındakini “medeniyet düşmanı” olmakla suçlar.
Medeniyetsizlik “başörtüsü”dür ve böyle “özgürlük olmaz olsun”dur.
İşte dizide o diyalogun geçtiği sahne…
Yukarıda özetle aktardığımız diyalog; geçtiğimiz haftalarda Show TV’de başlayan “Kızılcık Şerbeti” adlı diziden.
Bu diyalog aslında tipik bir eski Türkiye diyaloğu. Bu konuşmanın günümüze uyarlanması toplumda kabuk bağlayan yaraları tekrar kanatmaktan öteye geçer mi, en başta bunu düşünmek gerek.
Çünkü 31 Ekim 2013 tarihindeki TBMM oturumuna AKP’li dört kadın vekil başörtülü katıldı ve TBMM’de bu tarihten sonra başörtülü milletvekilleri herhangi bir engellemeyle karşılaşmadı.
2014’teyse ilköğretimde beşinci sınıftan sonrası için, 2015’te hâkimler ve savcılar, 2016’da polisler, 2017’de TSK mensupları için başörtüsü serbest hale geldi. Yani başörtülü kadınlar, hakları olanı mücadele ederek aldılar.
Eve ayakkabıyla girmek sekülerlik mi?
“Kızılcık Şerbeti” dizisinin konusu tipik bir aşk hikayesi ile başlıyor. Seküler, maddi durumu iyi olan bir ailede büyümüş zeki ve başarılı, ilerde doktor olacak bir genç kızla, Fatih’te yaşayan inançlı bir ailenin “iyi” erkek evladının aşk hikayesi…
Kızla oğlan birbirini severken seküler olan anne damat adayının kendilerine uygun olmadığını söyleyerek bu birlikteliği karşı çıkar.
Neden uygun olmamasının sebeplerini ilk bölümde verilen tepkilerden şöyle sıralayayım:
Damadın eve ayakkabıyla girmemesi ve kapının önünde çıkarmaya çalışması, kızın anneannesinin elini öpmeye yeltenmesi, ikram edilen alkollü içeceği istemeyip “Çay var mı?” diye sorması.
Peki gerçekten böyle mi?
Hepimiz evlerimize ayakkabıyla mı giriyoruz, sekülerler büyüklerinin elini öpmüyor mu, ya da hepimiz misafirlerimize alkol mü ikram ediyoruz?
Dizi bugüne kadar sosyal medyada en çok yorumlanan dizi oldu. Bir kesim sekülerizm ile dindarlık arasında hala dinlediğiniz kutuplaşmanın olduğunu söylerken, diğer kesim ise bunun iktidar tarafından kurgulanan bir proje olduğu iddiasında.
Dizide sürekli “gerici”, “medeni”, “çağdaş” gibi kelimeler kullanılmasıysa, kutuplaştırma eleştirisi yapanların bir nebze de olsa haklı olduğu kanısını güçlendiriyor.
Aysever ne dedi?
“Kızılcık Şerbeti” dizisi her kesim tarafından çokça konuşuldu. Programında bu konuya değinenlerden biri de gazeteci Enver Aysever’di.
Aysever, başörtüsüyle ilgili yasa teklifiyle dizi arasında bağ kuruyor, ancak sekülerizm eleştirirken teklifi veren ismin CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu olduğuna da dikkat çekiyor.
Aysever “Türkiye’deki bütün laikler yalıda mı yaşıyor, bütün laikler misafirlerine içine alkol koydukları kokteyller mi ikram ediyor, ben çok merak ediyorum bunlar nerede yaşıyor, bunlar holding aileleriyle karıştırıyor galiba ama kaldı ki sermaye de el değiştirmiş durumda” diyor ve zamanlama konusunda ise şu vurguyu yapıyor:
Dizi yasa teklifi zamanında başlıyor, fakat yasa teklifini veren de Kemal Kılıçdaroğlu. Böyle bir rastlantı olabilir mi? Bir dizi akşamdan sabaha hazırlanamaz, hazırlığı en az 6 ay sürer. Ama bu kadar tesadüf olabilir mi: Bütün başı açıklar faşist mi, bütün Cumhuriyetçiler başörtülülere tepeden mi bakar?
Dizinin özetine devam edeyim, annenin tüm karşı çıkmalarına rağmen kızımız oğlanla evlenmek ister ve hamile olduğunu söyler.
Anne ne yaparsa yapsın kız oğlandan vazgeçmez ve klasik olarak oğlana “kaçar.”
Bu arada öncesinde asıl kızımız (Doğa) hamile olduğu için, annesi onu kürtaj yaptırmak için doktora götürür.
Buraya bir not düşmek gerek, bu memlekette kürtaj fiili olarak yasaklanmış durumda!
Yani dizide gösterildiği gibi olmuyor o işler; ya kürtaj olamıyorsun ya da başvurduğun hastaneden ailene mesaj gidiyor, olabilecek yer bulursan da yüklü miktarda para ödemek zorunda kalıyorsun!
Gelelim diğer aileye. Fatih’te oturan ailemiz muhafazakardır… Anne ve abla başörtülü. Ama asıl önemlisi muhafazakâr aile o kadar anlayışlıdır ki seküler ailenin onları küçümsemesine rağmen bunu olağanlaştırırlar ve onlara karşı hep “iyilik”le giderler.
Çünkü dizinin ilk bölümlerinde resmedilen vurguya göre seküler aile kötüdür, asıl toplumsal yarılmayı yaratan seküler ailelerdir!
Kısaca dizinin özeti buyken, yine mağdur olan muhafazakâr ailedir. Seküler aile, muhafazakâr aileyi anlamaktan fersah fersah uzaktır.
Geride bıraktığımız 20 seneye rağmen, iktidarın inanç üstünden yürüttüğü kampanya toplumun her yerine sirayet etmekten geri durmuyor.
Uzun zamandır zaten televizyonlara yansıyan durum bu sefer de seküler aile “eziciliği” adı altında kendisini gösteriyor.
İki taraf birbirini anlıyor mu?
Gerçekten de başörtüsü görünce çok kötü tepki gösteren insanlar var mıydı, vardı. Bugün de var. Yıllar önce başörtülü bir arkadaşımla otururken, yanımızdaki bazı insanlar “bunlar da her yeri sardı” demişti.
Tıpkı dizide teyze Alev’in görümce Nursema’ya sorduğu soru gibi, o diyaloğu daha detaylı hatırlatalım:
Alev (Başı açık): “Nursema senin yüzün ne kadar güzel, baksana çizilmiş gibisin, niye kapattın ki kafanı?”
Nursema (Başörtülü): “Ben sana başın neden açık diye soruyor muyum, sana ne benim örtümden, sizin normaliniz oysa bizim normalimiz de bu.”
Bu soruyu başörtülü kadınlara toplumda halen soranlar var mı, var. Ama başı açık ya da dekolte giyinen kadınları gördüğünde, bazı dindarlar da “Allah hidayet versin”e bağlamıyorlar mı? Bunu da unutmamak gerek.
Yine Nursema’nın başörtüsüne laf eden Alev’e giysisi üzerinden “hoppa” demesi aslında, kendisine yapılanın aynısı değil mi?
Başörtüsüne yönelik soruyu, “sana ne” diye karşılayan Nursema’nın Alev’in giysileriyle ilgili söz söyleme hakkını kendinde görmesi, toplumun aslında birbirini anlamaktan ne kadar da uzak olduğunu göstermiyor mu?
Şöyle diyordu Nursema’nin dizinin o bölümünde annesine:
Senin gelinin Doğa, o hoppa teyzesi için beni bir azarladı. Neymiş efendim, ben teyzesine niye öyle bakıyormuşum, onun kıyafetinden bana neymiş, isteyen istediğini giyermiş.
“Sırat köprüsünden geçmek”
Peki, gerçekte iki ayrı dünya görüşüne sahip ya da dizideki gibi biri muhafazakâr diğeri seküler iki ailenin çocukları evlenirse ne oluyor?
Bunu adını vermek istemeyen ve böyle bir deneyim yaşayan bir kadın şöyle anlatıyor, ki kendisi tarif ettiği travmanın hala içinde:
Ben böyle bir evlilik yaşıyorum ve şimdi keşke daha iyi düşünseydim, diyorum. Seküler kadın-muhafazakâr erkek ilişkisi, sırat köprüsünden geçmek gibi bir şeydir.
Sırat Köprüsü benzetmesi, dinleyenler için biraz abartılı gelse de araştırmalar da bu tespiti doğruluyor.
Evlilik törenine bile yansıyor
Mersin Üniversitesi’nden Bilge Deniz Çatak’ın karşıt inançtaki ailelere mensup çocukların evliliklerine dair yaptığı araştırma bunlardan bir tanesi. Çatak, karşılaşılan sorunların evlilik törenine bile yansıdığını belirtiyor.
Kızılcık Şerbeti dizisindeki düğün sahnesi de aslında bu detayı unutmamış.
Mersin Üniversitesi’nden Bilge Deniz Çatak araştırmasında şunları söylüyor:
Bu evliliklerdeki çatışma konuları evlilik töreniyle başlıyor. Bazen aileler ve akrabalar düğüne katılmayı bile reddediyor. Bazı aileler, çocuklarının dini kimliklerinin değişeceği korkusuyla bu evliliklere karşı çıkıyor. Modernleşmeyle birlikte her ne kadar yapısal olarak bazı değişimler yaşansa da çocukların yetiştirilmesi gibi birçok alanda eşler etki altında kalabiliyor. Ebeveynler, akrabalar ve çevreden yakın kişiler evlilik üzerinde önemli bir role sahiptir. Bazen eş seçme özgürlüğü gelenekler, ön yargılar ve ailelerin istekleriyle çelişiyor. Genel kanı, ebeveynlerin çocukları için homogami evlilik türünü tercih ettikleri yönünde.
Yaşayanlar anlatıyor: Annem ve babam beni sildi
Gelelim bu türden farklı ailelerin evlilik yapan çocuklarının deneyimlerine…
Söz muhafazakâr bir ailenin mensubu olan ve kendilerine benzemeyen bir gençle evlenmek istediği için ailesiyle uzun yıllar boyunca iletişimi kesilen Emine B. Adlı genç kadında.
Ailem ikiye bölündü. Annem ve babam beni sildiler, iki yıl konuşmadılar. Ağabeyim de Almanya’da yaşamasına rağmen sekiz yıl konuşmadı benimle. Ama ablalarımla görüşüyordum. Ailem ayrıca evlilik esnasında İslamiyet’e ait belirli ritüelleri yerine getirmediğimiz için de kızgınlarmış. Torunları olduktan sonra barıştılar benimle. Barıştıktan sonra en iyi damat eşim oldu. En çok onu seviyorlar.
Bir başkası ise sonuçta ailesi izin verse de işin içine şiddetin girdiği ve ailenin kızlarından vazgeçtiğini açıkça söylediği bir son yaşamış. İsminin tamamının yayınlanmasını istemeyen Özlem K. Şöyle konuşuyor:
Konuyu anneme ilk açtığımda aşırı tepki verdi, biraz bekle ağabeyin askerden gelsin ona soralım dedi. Ben o sırada başka bir ailenin yanında kalıyordum. O aile de çağdaş olduğu halde aşırı tepki verince, ben onları bırakıp kendi ailemin yanına geldim. Öz ağabeyim bahçede bütün çeyizimi yaktı, çivili ayakkabısıyla beni dövdü. Bir hafta hastanede yattım. Eşim benimle görüşebilmek için sokaklarda yattı. En sonunda annem eşimi çağırdı, ‘Sen bu kızı mutlu edeceksen al götür’ dedi. Bana da ‘Sen de kızım bir daha ne gel ne de ara’ dedi.
Son konuştuğumuz ismini gizli tutmak isteyen kadın ise aslında en başta bazı çelişkileri fark ettiğini söylüyor:
O dönemde 17 yaşında olduğum için bu farklılığın bilincinde değildim, bir anlık hevesle düşünemedim. Bunlar namaz kılıyor, oruç tutuyor, senin yapmadığın şeyler, nasıl olacak diye düşünmedim.
İlk önce biraz korktum, daha sonra karşısında ezilmemek için ben de tepki verdim. Din konusunda baskıcı olduğu için kafamda soru işaretleri başladı. Kapanmamı istemezdi, modern bir bayanla evlenmek istiyorum derdi. Ama açık giyinmeme ve makyaj yapmama kızıyordu. İçki içmemi istemiyordu, sadece yanında içebilirmişim. Ramazan’da içmeme çok kızıyordu. Bu durum da kafamda soru işaretleri yaratıyordu.
Karşılıklı iyi niyete ihtiyacımız var
Bu yazıyı+ biraz kişisel bir yorumla bitirmek istiyorum:
Türkiye’de muhafazakâr ve seküler ailelerin çocukları birbirlerini sevemez mi? Elbette sevebilir. Ama siz muhafazakâr aileyi kenetlenmiş, sevgi dolu, anlayışlı, olumlu ve melek gibi gösterip, seküler aileyi ayrılmış, sevgisiz, anlayışsız, olumsuz ve öcü gibi gösterirseniz bu işin içinde kötü niyet vardır. Bu kötü niyet de deminden beri dikkat çekmeye çalıştığım kutuplaşmaya hizmet eder./Müjgan Halis/The Independentturkish