Kölelikten Osmanlı sarayının en tepesine ulaşan sahte doktorun tuhaf hikâyesi

Kölelikten Osmanlı sarayının en tepesine ulaşan sahte doktorun tuhaf hikâyesi

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Kanuni Sultan Süleyman dönemi, Osmanlı ve İspanyollar arasında Akdeniz’de büyük bir mücadeleye sahne olmuştur.

İspanyol korsanlarının ele geçirdiği sayısız vatandaşımızın yanı sıra, Müslüman leventler de birçok İspanyol’u ele geçirmişti.

Bunların içinde Cervantes gibi önemli isimler de bulunmaktaydı.

Hekim Pedro ise bu isimlerin içinde en sıra dışı hikayeye sahip olanların başında gelmektedir.

Osmanlı’nın deniz akıncıları

Osmanlı Devleti, coğrafyanın bir neticesi olarak kara devleti şeklinde kuruldu; fakat Karesioğulları’nın devlete katılımı sonrası denize ve denizciliğe olan ilgi oluşmaya başladı.

Bu ilgi 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra zorunlu bir ihtiyaca dönüştü.

Osmanlı Devleti, karada güçlü olmasına rağmen denizlerde rakipleri karşısında zayıf kalıyordu.

Bu yüzden korsanlık faaliyetlerinde bulunan leventlerle zorunlu bir ittifak yoluna gitti.

Korsanlık ifadesi bugün anlaşıldığı şekliyle haydutluk faaliyetine “lissü’l-bahr” denilirdi; gaza anlayışına göre İslam’ın âli menfaatlerini savunan korsan denizcilere ise “gaziü’l-bahr” denilirdi.

Oruç Reis, Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis gibi denizciler gaziü’l bahr olarak tanımlanan korsanlar arasında kabul edilirdi.

Osmanlı leventleri için gaza anlayışı hâkim olmasına rağmen düşmanları göz önüne alındığında, saflarındaki korsanlar daha kozmopolit bir yapı arz ediyordu, çoğu önemli deniz akıncısı Hristiyanlıktan İslam’a geçmiş kişilerdi; öte yandan birçok korsan dinini değiştirmemişse bile Osmanlı saflarında mücadele edebiliyordu.

Oysa aşağıda ayrıntılı şekilde anlatılacağı üzere varlık sebebini müzmin bir Osmanlı düşmanlığı üzerine inşa eden Saint Jean Tarikatı korsanları zaman içinde Batı dünyasından dahi dışlanacaktı.

Korsanlığın sıcak hattı: Akdeniz kıyıları

Gerek lissü’l bahr gerekse gaziü’l bahr korsanları için jeostratejik açıdan korsanlığa en uygun deniz; Akdeniz’di.

Birçok adanın ve girintili kıyılara sahip limanların bulunduğu Akdeniz havzası korsanlara önemli avantajlar sağlıyordu.

Ele geçirilecek geminin tuzağa düşürülmesi veya bir deniz pususu sonrası saklanmak için Akdeniz kıyılarından daha ideal bir havza düşünülemezdi.

Ayrıca stratejik güzergâhların bulunması trafiğin işlek olmasını sağlıyordu ki bu da ticaret gemilerine baskın yapmayı kolaylaştıran faktörlerden birisiydi.

Bu durumun bir sonucu olarak bugün Ege olarak nitelendirilen Batı Anadolu kıyılarından İspanya ve Cezayir kıyılarına kadar geniş bir korsan ağı meydana gelmişti.

Bu durum zaman zaman Hint Okyanusu’na kadar taşınacak Hz. Muhammed’in kabrini ve kutsal bölgeleri tehdit edecekti.

Yine ticaret yollarının güvenliğini riske atması sebebiyle korsanlık faaliyetleri Osmanlı için bir beka meselesine dönüşecekti.

Akdeniz’de yoğunlaşan bu mücadele 16 ve 18’inci yüzyıllar arasında çetin bir biçimde sürdü.

Bu süre zarfında 1 milyondan fazla insan ya savaş sırasında ya da ani bir korsan baskını neticesinde köle durumuna düşmüş ve yüz binlerce kişi hayatını kaybetmişti.

Cervantes’in esareti

Muhtemelen Türklerin eline köle olarak düşen en ünlü İspanyol, romanın kurucusu Cervantes’ti.

Köle pazarları ve kölelik Osmanlı’da da tarihi bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle Akdeniz’deki deniz savaşlarında leventleri motive eden unsurların başında esir ele geçirerek bunları köle pazarlarında satmaktı.

Cervantes daha önce Türklere karşı savaşırken kolunu kaybetmişti.

Türklerle tekrar savaşabilmek için donanmaya geri katıldı; ama bir çolağın donanmada yükselebilmesi söz konusu değildi. Bu sebeple donanmadaki görevinden ayrıldı.

Çolak Cervantes görevinden ayrılırken Don Juan de Austuria’nın bizzat kendisinden bir referans mektubu almış ve bu sayede yeni bir hayat kurmanın planlarını yapıyordu.

Tres Limanı yakınlarındaki bir gemide olduğu sırada Türk leventlerinin ani bir baskını ile Türklere esir düşmüş yeni bir hayat kurmasını sağlayacak mektup, artık bir kâbusun en büyük gerekçesi olacaktı.

Türkler yakaladıkları bir çolağı normalde küçük bir fidye ile serbest bırakırdı; ama cebinden Austuria’nın mektubu çıkan ve kendisinden son derece övgü ile bahsedilen bir esir oldukça büyük bir fidye ile serbest bırakılabilirdi.

Çolak Cervantes’in son derece önemli biri olduğuna karar veren ünlü Türk denizcisi Deli Mami, onu şahsi kölesi olarak esir etti.

Cervantes, esir edildikten sonra yaklaşık 5 yıl büyük nefret taşıdığı Türklerle birlikte yaşadı.

Cervantes kardeşiyle birlikte esir edilmiş; ama ailesi ancak kardeşinin fidyesini ödeyebilmişti.

Esir kaldığı süre zarfında defalarca kaçmaya çalışan Cervantes tüm çabalarına rağmen kurtulmayı başaramamıştı.

Esareti sırasında Türkleri yakından tanımaya başlayan Cervantes’in Türk düşmanlığı yerini saygıya bırakmıştı.

Nitekim esir olduğu sürede Türk leventleri gururlu bir Çolak olan Cervantes’i istismar edecek bir davranışta bulunmamış, ona hürmet göstermişlerdi.

Bu karşılıklı ilişki Cervantes’in esaretinden sonra eserlerine yansıyacak Türk imajı da daha gerçekçi bir kimliğe bürünecekti.

Sahte bir hekimin yükselişi

Türk halkı Viaje de Turquia eserini Muhteşem Yüzyıl isimli dizi sayesinde kısmen öğrendi. Eserde Pedro de Urdemalas isimli bir kölenin doktor taklidi yaparak Osmanlı sarayının en tepesine kadar yükselişini ve hürriyetini kazanması anlatılıyor.

Aynı zaman kitap dönemi için Türkler hakkında geniş bilgiler verirken dönem eserlerinin önyargılı anlayışının da dışına çıkması açısından önemli.

Eser Pedro’nun yaklaşık 4 yıllık esaretine odaklanırken Kanuni Sultan Süleyman’ın sarayına kadar uzanması açısından önemli.

Öncelikle 1552’de esir düşen Pedro’nun ağzından esasen bir doktor olmadığını öğreniyoruz:

Sonunda hekim olduğumu söylemeye karar verdim, çünkü başarısız olduğum takdirde toprak bütün hatalarımı örtecekti; yanlış tedavi sonucu ölümlerin bütün suçunu, ‘Allah’ın takdiri böyle’ deyip Tanrı’ya (yükleyerek sorumluluktan kurtulacaktım. Ayrıca tedavi etmek ya da öldürmek için herhangi bir tıp kitabını rahatlıkla okuyup anlayacağımdan emindim.

Şans yüzüme güldü, zira kaptanın yanında benim bilgimi sınayacak bir hekim yoktu, kaptan beni yanına almaya karar verdi. Allah’ın yardımıyla elime çok iyi bir tıp kitabı geçti, içinde insan vücudunun tedavisiyle ilgili bütün bilgiler vardı. Mesleğim olduğu için kürek çekmiyordum, bu nedenle kitabı okumak için yeterli zamanım bulunuyordu.

Eserdeki hadiseyi sağır sultan da bildiği için geçiyoruz. Eserin tüm muhtevası padişahın kızına indirgenmesi son derece yanlış.

Oysa İstanbul’un mimarisi, ticareti ve sosyal hayatı hakkında sayısız bilgi ihtiva eder. Örneğin Türklerin evlilik adetleri şu şekilde ele alınır:

Dillerinde bir erkekle kadının hayatlarını birleştirmelerine ‘evlenmek’ denir. Bu konudaki adetleri bizimkilerden farklıdır. Ağırlığı veren erkektir, kadın tarafına kadını satın alır gibi verir. Kızın babası erkek tarafına bir şey vermez.

Gelin kendi eşyalarını beraberinde getirir. Damat nikâha kadar gelini göremez, ağırlık parası da önceden verilir, kızın babası bunu kız evi terk etmeden önce alır ve kızına üst baş, mücevher satın alır. Gelinin annesi maddi güçleri imkân verdiği ölçüde ev ev dolaşarak kadınları düğüne davet eder.

Kadın tarafının evinde bütün kadınların katıldığı bir ziyafet verir, bu arada kadınılar dışarı çıkarlar ve damadın davul zurnayla gönderdiği hediyeleri karşılarlar. Ertesi gün tekrar gelinin evine gelirler birlikte yemek yemek üzere dönerler. Damat hiçbir eğlenceye katılmayarak evinde bekler…

Pedro da tıpkı Cervantes (önceleri büyük bir Türk düşmanıdır) gibi Türklerin kendilerinden daha vicdanlı ve adaletli olduğunu dile getirmekten çekinmez:

Onlar bizim Müslümanlara yaptığımız gibi yapmazlar, daha insanca davrandılar. Kimseyi zorla Müslüman yapmazlar, zira dinleri buna izin vermez. Türklerin gemilerinde dört yıl kürek çekmek bizim gemilerde bir yıl kürek çekmekten daha iyidir. Kürek bizde bütün sene çekilmesine karşılık, onlarda sadece yazın çekilir; ayrıca bizim gemilerde çok az peksimet verilir, onlar ise bolca verirler ve bu peksimetleri daha iyidir.

İşe sahte bir doktor olarak başlayan Pedro, tıpta öyle yükseldi ki namı Osmanlı sarayına kadar uzandı.

Padişahın kızı Mihr-i Mah Sultanı da tedavi edince hürriyetine kavuştu.

Eseri yaklaşık 4 asır Madrid Üniversitesi kütüphanesinde kaldıktan sonra tesadüf eseri keşfedildi.

Bu eser Batı’nın Kanuni Sultan Süleyman devrine yönelik ilgisini daha da artırdı.

Yayınlama: 29.07.2024
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.