Nefretin ettikleri, nefretin ektikleri…
Yeni Zelanda’da 50 kişiyi öldüren zanlı, camileri hedef aldığı saldırıyı canlı olarak yayınladı. Canlı yayında katliam IŞİD’in prodüksiyonları ile benzerlik taşıyor.
Banu Güven
Nefret bir zehir.
Aynı Hrant Dink’in nefretle oraya buraya çekiştirilen o yazısında anlatmaya çalıştığı gibi, insanın damarlarından tüm varlığına yayılan bir zehir.
Öyle bir zehir ki, girdiği bedende vicdanı köreltiyor, zihni karartıyor, ruhu teslim alıyor.
Nefretin tamamen ele geçirdiği insanlar, başkalarının celladı olabiliyorlar.
Hele bir de kişiliklerinde bir çatlak varsa, canavara dönüşüyorlar. Aynı Yeni Zelanda’da camide ibadet eden 49 kişiyi öldüren cani gibi.
Ya da Hrant’a düzenlenen suikastın aktörleri gibi.
Nefret söylemi ırkçıdır, etnik gruplara ya da bir dine karşı düşmanlık içerir. Düşmanlık kustuğu azınlıklar sadece göçmenler, mülteciler değildir, LGBTİ’lere de saldırır.
Feministler de bundan paylarını alırlar. Gazeteciler gibi meslek grupları da hedeftedir.
Hele bir de kadın gazeteciyseniz, nefret dolu cinsiyetçi cümlelerden siz de nasibinizi alırsınız.
Bu nefreti destekleyen, haklı gösteren ve savunan ifade biçimleri, kimin ağzından çıktığından bakılmaksızın nefret suçuna girer.
Gel gör ki, o suç bizim memlekette doğru düzgün tanımlanmamıştır. Kanla duş alma, insanları direklere asma gibi tehditler sallayan ve nefretten nemalananlar da bu yüzden ortalıkta rahatça gezmektedir.
İnce çizgi
Nefret söylemiyle nefretin eyleme dökülmesi arasındaki çizgi öyle incedir ki.
Yeni Zelanda’daki ırkçı faşist katil Brenton Tarrant’ın internette yayınladığı bildirisi, o çizginin üzerinde yürüyenlerden, mesela Fransa’dan yayılan Müslüman ve Arap göçmen karşıtı Generation Identitaire hareketinden nasıl ilham aldığını göstermekte.
Generation Identitaire’in Lille grubu üyelerinden biri, El Cezire muhabirinin gizlice kaydettiği sohbette, Müslümanlar’a ait bir süpermarketi basma hayalini anlatıyordu: “Ölümcül bir hastalığa yakalandığımı öğrendiğim gün gidip kan dökeceğim. Cami olur, arabayla dalarım.
Bir market var.
arayıp o gün o markete gitmemesini, çünkü orayı kana bulayacağımı söyleyeceğim.
Öyle bir iş yapacağım ki, Charlie Hebdo yanında sıfır kalacak.
Cihatçılar gibi kimliğimi arabada bırakacağım. Sonra vitesi beşe takacağım.
Hayatta kalırsam yine yaparım.” Bunları anlatan adamı bir grup genç dinliyor ve beraberce gülüyorlar.
Birbirlerinden öğreniyorlar
Nefrete yenik düşenler, Cihatçısı’ndan Nazisi’ne kadar, birbirlerinden nasıl da ilham alıyor, ne çok şey öğreniyorlar!
Vahşi bir saldırıyı canlı yayınlamak ya da videoya çekmek de buna dahil. Katil Tarrant’ın müzik eşliğinde başlattığı canlı yayında katliam yapmasıyla, IŞİD’in prodüksiyonları birbirine paralel.
Yeni Zelanda katilinin videosunu paylaşan ve hatta haberlerine koyanları ise anlamak mümkün değil.
Facebook ve diğer platformların dolaşımdan kazımaya çalıştıkları video dönüp dolaşıp farklı Tag’lerle yine ortaya çıkıyor. Şu ana kadar o ince çizgide dolaşan kaç kişi bu vahşet videosunu indirdi?
Cevabı korkutucu olabilir.
Yeni Zelanda’da kan döken 28 yaşındaki Avustralyalı Brenton Tarrant, saldırıyı bir Avrupa seyahati sırasında planlamaya başladığını söylüyor.
Yukarıda anlattığım hareketin “Büyük Yer Değiştirme” tezi gibi argümanlarını kullanıyor.
Katil, Hıristiyan beyazların planlı şekilde, hızlı ve çok çoğalan Müslümanlar tarafından yerlerinden edildiğine inanıyor.
Türkiye’ye ve Erdoğan’a kafayı takması da bu yüzden. Merkel’e göçmen politikalarını esnek bulduğu, Suriyeli mültecilere kapıları nispeten daha çok açtığı için düşmanlık besliyor.
Pakistanlı bir çiftin Londra’da doğmuş, okumuş ve sonra da Belediye Başkanı olmuş Britanyalı oğlu Sadık Han da bu faşist için doğal bir nefret nesnesi.
Kendisini bir nevi beyaz Hıristiyanlar’ın kurtarıcısı olarak gören katil “Saldırmak için neden başkasının harekete geçmesini bekleyeyim ki?
Beklemek yerine ben yapayım bari” diyor.
Suça ortak olmak, azmettirmek
Saldırının faturasını ülkeye göç eden Müslümanlar’a çıkarmaya çalışan Avustralyalı Senatör Fraser Anning gibileri de suça ortak.
O çizginin üzerinde yürüyenleri aşağıya itmek için elinden geleni yapan tüm politikacılar gibi.
Bu tür faşistlerin karşısında tavır alanlar da var neyse ki.
“Söyledikleri iğrenç.
Bu görüşlere değil mecliste, Avustralya’da yer yok” diyen Avustralya Başbakanı Scott Morrison gibi.
Anning’in kafasında yumurta kıran genç gibi.
Senatörlükten alınması için imza kampanyası başlatan yüzbinler gibi.
Şimdi ne olacak? Avrupa’da ve başka birçok ülkede camilerde dayanışma toplantıları yapıldı. Irkçılığa karşı kuvvetli mesajlar verildi.
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, “Batı, Müslümanlar ölünce terör saldırısı demez” iddiasının sosyal medyada yayılmasından çok önce, “Bu bir terör saldırısıdır” dedi.
Nefretin nüfuz edemediği kesimler ırkçı ve İslamofobik şiddete karşı dünyanın dört bir yanında bir araya geldiler.
Ama yine de nefreti hemen yenmek mümkün değil.
Temelleri atılalı çok olmuş ve üzerine çok kat çıkılmış çünkü.
O yüzden kimsenin görmezden gelemediği şöyle bir ihtimal var: Potansiyel saldırganların içinde filizlenen nefreti besleyen bir söylem, sokakta ya da meclislerde varlığını sürdürecek.
Kısasa kısas diyen birileri yine kan dökecek.
Din diyecek, ırk diyecek, Batı diyecek, Doğu diyecek.
Tarrant ya da IŞİD gibi, aslında aynı şeyleri söyleyecekler.
Birbirlerine çok benziyorlar sonuçta.
Bir de bunu anlasalar.