Rakip ve düşman farkı

Seçim günü gelir, her seçim gibi kazananlar ve kaybedenler olur. O gecenin heyecanı içinde bile kaybeden kazananı tebrik eder ve muhalefet görevini üstlenir. Demokrasi böyle bir şey çünkü parti başkanları ve partililer birbirinin düşmanı değil rakibidirler. Aynı ülkenin yurttaşları olduklarını hiçbir zaman unutmazlar. Peki Türkiye’de böyle mi oluyor?

Rakip ve düşman farkı

Gazete oksijen | Zülfü Livaneli 

Gerçek demokrasilerde siyasi partiler ve başkanlarının birbirleriyle mücadele etmeleri doğaldır. Çünkü ülkeleriyle ilgili farklı düşüncelere sahiptirler. Büyüme modelleri, dış politika anlayışları, vergi düzenlemeleri, işçi işveren ilişkileri gibi konularda kendi görüşlerini savunurlar.

Fakat bu görüşler arasında birbirine tamamen zıt anlayışlar bulunmaz. Ülkenin var oluşunu, temelini, kimliğini tartışma dışı tutarlar. Görüşlerini medya ile ve doğrudan görüşmeler yoluyla seçmenlere aktarırlar.
Seçim günü gelir, her seçim gibi kazananlar ve kaybedenler olur. O gecenin heyecanı içinde bile kaybeden kazananı tebrik eder ve muhalefet görevini üstlenir.

Demokrasi böyle bir şey çünkü parti başkanları ve partililer birbirinin düşmanı değil rakibidirler. Aynı ülkenin yurttaşları olduklarını hiçbir zaman unutmazlar.

Ne yazık ki bu işler bizim de dahil olduğumuz, demokrasisi gelişmemiş ya da kesintiye uğramış ülkelerde böyle yürümez. Başkanlar birbirine en ağır hakaretlerle, sokak diliyle saldırır, partililer de sokakta mecliste kongrede sandık başında ölümüne kavga ederler. Çünkü bizim gibi ülkelerde siyasi rakip yoktur, siyasi düşman vardır.

Bu durumun sebepleri üzerinde epey düşündüm. Bulabildiğim sonuçlar şunlardan ibaret.

Demokratik ülkelerde asıl mesele ülkenin nasıl yönetileceği, hangi ekonomik kararların alınacağı, eğitim sağlık, savunma görevlerinin nasıl yerine getirileceği. Buna siyasi tartışma diyoruz.

Bizde ise demokrasi değil rejim kavgası var.

Yıllardan beri temcit pilavı gibi döne döne önünüze çıkardığım üç kutuplu Türkiye kendisini yeniden tanımlamak istiyor. Bazı partiler bu rejimi yıkmak ve yerine yeni bir rejim geçirmek için uğraşıyor. Dava dedikleri bir ideolojiyle darül-harp olarak gördükleri memleketi dar-ül İslam’a çevirmek istiyorlar. Bunun için de takiyye dahil her yola başvuruyorlar.

İkinci sebep ise İbn Haldun’un isabetli olarak tarif ettiği kabile asabiyeti yani kendi kabilesine sonsuz sadakat, düşmana acımasızca saldırı. Böyle bir ortamda haklılık haksızlık, gerçek, vicdan, insaf, izan kaybolur, sadece kabile menfaati kalır.

Bu yüzden biz Türkiye’de ne yazık ki kabile kavgaları görüyoruz ve kabile reislerini birbirine yeminli düşman haline getiren bir seçim ortamının içine giriyoruz.

Hatta sadece karşıt partilerde değil, tek bir partinin içinde ya da ittifak yapanlar arasında da düşmanlık ifadelerine rastlıyoruz.

Herkes kolaylıkla kabul eder ki böyle bir rejimin adına demokrasi denemez.

Deprem acıları

Halka hizmet etmekle yükümlü, küçük ve büyük makamlarda bulunan devlet mensupları, bu temel görevi unuttukları ve kendilerini halkın üzerinde bir kast olarak konumlandırdıkları için, bir devlet kibri içinde yurttaşı eziyorlar. Bunun en acı örneklerini deprem bölgesinde görüyoruz.

İnsanların acılarına saygı duyulacağı, dayanışma içinde merhem olunacağı beklenirken, tam tersine depremden kurtulmuş ama ailesini yakınlarını kaybetmiş, göçük başında bekleyen, hayatlarının en büyük travmasına uğramış yurttaşlara hiçbir anlayış gösterilmiyor.

Bir depremzede diyor ki; göçük altında can veren kızımı günlerce bu bir oyun diye avutmaya çalıştım.
Başka bir yurttaş, ‘Ablamı vinçlerle kaldırıp enkaz olarak çöpe atmışlar’ diye anlatıyor.

Yüzbinlerce insanın böyle dehşet verici anıları oluştu.

Şu anda her türlü hava koşuluna rağmen çadırlarda direnmeye çalışan yurttaşlara bu sefer de başka bir zulüm yapılıyor.

Yıkılan binaların pek çoğu asbestli. Asbestin kanser yapan ve yasaklanmış bir madde olduğunu bilmeyen yok. Buna rağmen o enkaz dere yataklarına, yakın yerlere dökülüyor. Bu da doktorların feryat ederek belirttiği gibi bir kanser patlamasına yol açacak.

Zaten ruhen ve bedenen yıkılmış, yaralanmış olan yurttaşlarımız bu durumu bir gösteriyle protesto etmek, hükümetin dikkatini çekmek, bu konuya çözüm üretilmesini istemek için sokağa çıktığında, devlet şiddetiyle karşı karşıya kalıyorlar. Eziliyor, hırpalanıyor, sürükleniyor, binbir türlü ezaya uğruyorlar…

İşte bunu anlamakta güçlük çekiyorum, inanın bana aklım almıyor. Bırakın hükümet görevini, bırakın kolluk gücü olmayı, acı çeken ve haklı bir talebi dile getiren insanlara karşı bu vicdansızlık nasıl ortaya çıkabiliyor. Bu işkenceyi yapanlar insan değil mi? Anaları babaları, çocukları kardeşleri yok mu? Neden vicdan, empati denilen duyguları kaybetmişler.

Şu anda deprem bölgesi denince üst makamların aklına kusurları saklamak, bunu ortaya koyanları suçlamak, seçime yönelik propaganda yapmak, artçı depremlerle sarsılan bölgeye alelacele beton dökmek ve ihaleleri eşe dosta paylaştırmak var. Onlar için depremin anlamı bu.

Ayıptır, yazıktır, günahtır.

Yayınlama: 09.04.2023
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.