30 Ağustos Zafer Bayramı’nın sembolü…
Büyük Taarruz’un başladığı 26 Ağustos 1922’nin şafak saatlerinde, saldırının sevk ve idare edildiği Afyon-Kocatepe’de topçu ateşi sesleri havadaki yoğun sise karışmıştır.
Batı Cephesi fotoğrafçısı olarak atanan Yedek Subay Etem (Hamdi) Tem‘in hatıralarına göre, cephedeki gelişmeleri adım adım takip eden Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, bir ara komutanların yanından ayrılıp, kayalıklar arasından tek başına tepenin ucuna doğru yürür.
Etem Tem, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın “düşünceli ve dalgın” halde hafifçe eğilip baş parmağını dudağına götürdüğü anlara şahit olduğunda, nefesini tutar ve deklanşöre basar.
Milli Mücadele tarihinin anıtlaşan fotoğrafı böyle ölümsüzleşir.
Fotoğraf, Büyük Taarruz’un başarıyla sonuçlandığı 30 Ağustos’da kutlanan Zafer Bayramı’nın da sembolü haline gelir.
Tem, bu kareyle ilgili “Sade bir asker esvabı, teklifsiz bir tavır, çevik bir vücut çizgisi, sonra bütün vukuatı içinde doğurup içinde yoğuran o baş, o harikulade insan kafası… Resme bir defa daha bakınız. Hiçbir milletin bu alelade fotoğrafından daha güzel kurtuluş abidesi yoktur…” notunu düşer.
Gazeteci, edebiyatçı ve siyasetçi Falih Rıfkı Atay, “Fotoğraf objektifi, tarihe bu kadar canlı bir eser bırakmamıştır” sözleriyle karenin ölümsüzlüğüne dikkat çeker.
BBC Türkçe’ye konuşan tarihçiler, Kocatepe fotoğrafının Sakarya Meydan Muharebesi’nde (23 Ağustos 1921 – 13 Eylül 1921) kazanılan zaferin ardından işgal güçlerine karşı Milli Mücadele’de “son noktanın” konduğu anı, aynı zamanda duruşu ve düşünceli hali ile Mustafa Kemal’in “omuzlarındaki sorumluluğu” temsil ettiği yorumunu yapıyor.
Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşlarının gizlilikle yürüttüğü harp hazırlıkları ve taarruzun zamanlamasına yönelik strateji vurgulanıyor.
Yunanca kaynakları araştıran uzmanlar ise bu dönemin karşı tarafın anlatılarında kaybı ve yenilgiyi, aynı zamanda “askeri, siyasi ve ekonomik alanda bölünmüş” ve “iflas etmiş” bir ülkeyi temsil ettiğini belirtiyor.
Kocatepe fotoğrafı nasıl çekildi?
Osmanlı İmparatorluğu‘nun Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi sonrası, İtilaf Devletleri’nin desteğini alan Yunanistan Batı Anadolu’yu işgal etmiş, “Megali İdea” (Büyük Fikir) doğrultusunda bölgede yoğunlaşan toprak taleplerini de, Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda dile getirmişti.
1922 yazında Yunan ordusunu Anadolu’dan atmak için tek çarenin kararlı bir saldırı olduğunu gören Kuva-yi Milliye ordusu, Batı cephesindeki taarruz hazırlıklarına hız vermiş, ordunun ağırlığı Eskişehir’den Afyonkarahisar’a kaydırılmıştı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922’de saat 05:30’daki tahrip atışıyla başladı.
Taarruz, 30 Ağustos 1922’de Yunan güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandı.
Yedek subay Etem Tem, elinde kamerasıyla taarruzun sevk ve idare edildiği, Afyonkarahisar ve Sinanpaşa ovalarına hakim kayalık Kocatepe’deydi.
Buradaki anıt fotoğrafla ilgili hatıraları, 2020’de Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Tülay Alim Baran’ın yayına hazırladığı “Tarihe Tanıklık Eden Bir Objektiften Kurtuluş Savaşı“ adlı kitapta yayımlandı.
“Şafakla beraber fırladım makinelerimi aldım. Atıma binerek dörtnal Kocatepe’ye. Vardığım zaman taarruzumuz başlamıştı. Orada Başkumandanlık, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Zeki Paşa), cephe ve ordu kumandanları ile harp kademesine mensup subaylar vardı” diyen Etem Tem’in, fotoğrafın çekildiği dakikalara dair anıları şöyle:
“Herkes tepenin üstünde gözle görünen kanlı çarpışmayı takip ediyor. Muhabere şubelerinin kurdukları sahra telefonlarıyla gelen raporlar yazılıyor, dakikası dakikasına kumanda heyetine veriliyordu. Çok defa Başkumandan bu gelen raporları toplu bir halde kumandanlarla beraber okuduktan sonra onlardan ayrılıyor, kayalıklar arasında tek başına dolaşıyordu.
“Raporlar tevali ediyor ve bir raporu okuduktan sonra gruptan ayrılarak kayalıklar arasında çok hareketli ve heyecanlı bir şekilde dolaşırken Kocatepe’deki o resmini çekmiştim.”
‘Taarruz ölüm kalım artık’
BBC Türkçe’ye konuşan Prof. Dr. Tülay Alim Baran, Atatürk’ün düşünceli duruşunu, “Ben fotoğrafa baktığım zaman Kocatepe’de bütün bir ülkenin sorumluluğunu üzerine almış, bütün bir ülkenin kaderini belirleyecek olan büyük bir asker görüyorum” sözleriyle yorumluyor.
Baran, “İnönü muharebeleri, Sakarya Meydan Muharebesi çok önemlidir. Ama artık son noktayı koyacaksınız taarruzla. Yani ya kazanacaksınız, ya kaybedeceksiniz. Bu, ölüm kalım artık, son adım” diyor.
Baran, Sakarya Muharebesi ile Büyük Taarruz arasında geçen yaklaşık 11 aylık hazırlık sürecinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) ‘Başkomutanlık Yasası’nın uzatılmasına ilişkin tartışmalar sürerken, muhalif seslerin taarruzun “bir an evvel neden başlamadığına dair” sorularının Mustafa Kemal Paşa’nın üzerinde “büyük yük” oluşturduğunu söylüyor:
“ ‘Sakarya çok büyük bir başarıydı ve son noktayı hemen koyalım’ gibi bir beklenti vardı açıkçası. Ancak Mustafa Kemal bunu yapmıyor. Sakarya ile taarruz arasındaki bekleme dönemi onun çok iyi bir hazırlık yapma planında olduğunu gösteriyor.”
TBMM tutanaklarına göre Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Muharebesi sonrası ordunun taarruz edecek gücünün bulunmadığını ve kış mevsiminin araya girdiğini, “hazırlıklar tamamlandığında en kısa zamanda taarruzun başlayacağını” söylüyordu.
Prof. Dr. Baran, taarruz gününün “tahmin edilebileceği bir tarihten çok uzağa” atılması için çabalar sürerken ordudaki eksikliklerin giderilmesi için askerlerin gizlilik içinde hazırlıkları gece saatlerinde yürüttüğüne dikkat çekiyor ve Mustafa Kemal’in stratejisine dair şunları söylüyor:
“Önümüz kış ve taarruza kalkışmak bir risk oluşturur. Zaten artık inisiyatif sizin elinize geçmiş, arka arkaya önemli bir cephe başarısı ile ordumuzun morali yükselmiş. Her türlü hazırlığı yapmak, orduyu kalkındırmaktı amaç. (Mustafa Kemal) Her bir ayrıntıyı son derece sağduyulu ve çok başarılı bir asker olarak hesap etmek mecburiyetinde ve biraz zamana ihtiyacı var.”
Taarruzun başlayacağı tarihin sızdırılmaması için hazırlıklar büyük bir gizlilik içinde sürdürülüyor, taarruzu başlatmak için Ankara’dan ayrılmaya hazırlanırken Mustafa Kemal’in Ankara-Çankaya’da bir çay ziyafeti verdiği bilgisi basına yayılıyordu.
28 Temmuz 1922’de bazı kumandanların bir futbol maçını seyretmek üzere Batı Cephesi’nin bulunduğu Akşehir’e davet edildiğine dair söylenti de bu planların bir parçasıydı.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta o günleri şöyle anlatmıştı:
“Taktik baskın halinde yürütülecek taarruz için kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.”
Bu esnada Büyük Taarruz’un detaylarından Mustafa Kemal Paşa dışında sadece Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa haberdardı.
Taarruz öncesi Kocaeli’deki birlikleri teftiş eden Mustafa Kemal Paşa, yabancı basın mensuplarına konuşarak Yunan ordusu ve İngiliz istihbaratının dikkatini buraya kaydırmak üzerine de bir strateji yürütüyordu. Bazı kaynaklara göre kimi silah arkadaşları, bu stratejilerin “tehlikeli” olduğunu düşünüyordu.
Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın üzerindeki baskı bunlardan ibaret değildi.
‘Kabus senaryo’
Taarruzun ana hedefi, daha önce İnönü Muharebeleri’nde de görev alan General Nikolas Trikopis’in başında olduğu, Afyon’un güneyindeki savunma güçleriydi.
BBC Türkçe’ye konuşan Georgia Eyalet Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi ve Türk-Yunan savaşını anlatan “Salvation and Catastrophe” (Kurtuluş ve Felaket) kitabının editörü Dr. Konstantinos Travlos, Mustafa Kemal Paşa’nın başlıca kaygısının buradaki Yunan güçlerinin “kaçması” olduğunu söylüyor.
“Türkler için mesele Afyonkarahisar ya da Eskişehir’i almak değildi. Mesele, Yunan ordusunun etrafını çevreleyerek onu ortadan kaldırmaktı. Bu bir imha muharebesiydi” diyen Travlos, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Türk komutanların da Yunan ordusunun Eskişehir hattına doğru geri çekileceği beklentisinde olduğunu düşünüyorum. Mustafa Kemal bence Afyon ve Eskişehir’i tahliye etmelerinin Yunan güçleri için mantıklı bir askeri seçenek olduğunu anlamıştı. Kabus senaryo tam da buydu. Oysa taarruzun bütün amacı 30 bine yakın askerin olduğu General Trikopis grubunun kaçması değil, önlerinin kesilmesi ve imha edilmesiydi çünkü eğer kaçarlarsa, ordunun ağırlığı da gitmiş olur, Türk tarafı için oyun biterdi. Eğer bunu başaramazsa taarruz sonuca ulaşamazdı.”
Bu esnada İngiltere, Fransa ve İtalya’nın aynı yıl Türk-Yunan savaşını sonlandıracak bir barış konferansı hazırlığında olduğunu hatırlatan Travlos, “Yunan ordusu var olduğu sürece, büyük güçlerin Türk milliyetçilerine (Kuva-yi Milliye güçlerini kastediyor) karşı müzakere ederken eli güçlü olacaktı çünkü Yunan ordusu onlar için pazarlık kozuydu” diye de ekliyor.
‘Yunan tarafında tükenmişliğin son belgesiydi’
Yunanca kaynakları inceleyen uzmanlar, “Ali Veran Savaşı” olarak da anılan bu dönemin literatürde “Küçük Asya felaketi” olarak kayda geçtiğini söylüyor.
Atina arşivlerindeki Milli Mücadele dönemine ilişkin kaynakları araştıran İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esra Özsüer, “Büyük Taarruz bizde son önemli savaş olarak görülürken, Yunan tarafında tükenmişliğin son belgesiydi” diye açıklıyor.
“1921’den beri cephede can çekişen bir Yunan ordusu var” diyen Özsüer, Ağustos 1922’de sadece “siyasi ve askeri değil, ekonomik alanda da iflas etmiş” bir Yunanistan olduğunu söylüyor.
“İnsanlar paralarını ikiye bölüp teminat olarak yarısını harcayıp yarısını da bankada tutuyorlardı ve bu, ekonomik kriz nedenli bir tasarruftu” diyen Özsüer, Kral I. Konstantin ile Başbakan Elefterios Venizelos yanlıları arasındaki siyasi kavganın “dönem dönem askerlere de yansıdığına” ve Yunan hükümetinin taarruzun sonuna kadar (sırayla Leonidas Paraskevopulos, Anastasios Papulas, Yeorgos Hacıanesti ve Nikolas Trikopis) dört kez komutan değiştirdiğine dikkat çekiyor.
Türk ordusuna kıyasla silah teknolojisi açısından üstünlüğü olduğuna dikkat çekilen Yunan ordusu, üç kolordudan oluşuyordu ve Afyon-Eskişehir hattında ana ikmal merkezi İzmir’di.
Mayıs 1922’de Anastasios Papulas’ın yerine getirilen General Yeorgos Hacıanesti, taarruzu ordusundan uzakta, yaklaşık 600 kilometre ötedeki İzmir’den verdiği emirlerle yönetiyordu.
Etem Tem: ‘Haydi bakalım Hacıanesti’ diye mırıldanıyordu
Tem, fotoğrafın çekildiği dakikalarda Mustafa Kemal’in Yunan başkomutanının adını mırıldanarak, “Haydi bakalım Hacıanesti” sözlerini yinelediğine dair şunları söylüyordu:
“Sigara sigara üstüne, nefes nefes üstüne çekiyor ve kendi kendine ‘Haydi bakalım Hacıanesti!’ diyor. Kocatepe’de en çok 40-50 kişi vardı. Bunların içinde Mustafa Kemal’in bu sözden ne demek istediğini anlayanlar çok azdı. Hacıanesti’nin gazete muhabirlerine söylediği, ‘Bütün cepheyi dolaştık, Mustafa Kemal dediğiniz kimseye rast gelmedik’ demesine karşılıktı.”
Büyük Taarruz’un basına yansımalarını inceleyen gazeteci-yazar Niyazi Ahmet Banoğlu da, meslektaşı Falih Rıfkı Atay’ın yazılarına atıfla, Hacıanesti’nin bir gazeteciye “Evet Mustafa Kemal diye bir isim işitiyorum, fakat cephede kendisiyle henüz teşerrüf edemedim” dediğini belirtmişti.
Hacıanesti bazı Yunanca kaynaklarda askeri yenilginin baş sorumlusu, bazılarında ise “günah keçisi” olarak nitelendiriliyor.
Esra Özsüer, Mayıs 1922’de Papulas’ın yerine getirilen Kraliyet yanlısı General Hacıanesti’nin “ruh halinin iyi olmadığını” ve bazı kaynaklarda “Korkunç Hacı“ anlamına gelen bir lakapla anıldığını söylüyor.
Hacıanesti’nin 1917’de ordudan ihraç edildikten sonra 1922’ye kadar cepheden mahrum kaldığını vurgulayan Özsüer, “Göreve geldiğinde çok iyi şartlarda bir Yunan ordusu bulmadığı gibi, eski bilgileri yeni teknoloji savaş planlamalarına uymuyordu. Orduda zaten kırılmalar vardı ve askerler infaz gibi tehditlerle, Kraliyet kararnameleriyle orduda tutuluyordu. Hacıanesti aşırı disiplin saplantılı, askeri bunaltan biriydi. Kendisine bağlı asker tümenlerinden bahsedemeyiz. Hem sevmiyorlar, hem itaat etmiyorlardı” diyor.
Türk ordusunun savaşın en önemli iletişim aracı olan telgraf hatlarına zarar vermesi sonucu Hacıanesti’nin verdiği emirlerin “zamanında cepheye gidemediğini”, Yunanistan-Batı Cephesi hattında da irtibat sağlanamadığını söyleyen Özsüer, Hacıanesti’nin Trakya’daki birlikleri takviye amacıyla Batı cephesine kaydırmamasının da Yunan bozgununa neden olan stratejik hatalar arasında sayıldığını belirtiyor.
Özsüer, Anadolu’nun çok içlerine girdikleri için “bilmedikleri bir coğrafyada zorlanan” Yunan askerlerinin “yiyecek sıkıntısı, susuzluk ve hastalıkla mücadele ederken İzmir’den gıda ve mühimmatı sağlıklı şekilde temin edemediğini” de sözlerine ekliyor.
Hacıanesti’nin verdiği emirler, irtibat sorunları ve mesafenin de etkisiyle askerlere zamanında ulaşamıyor ve cephede durum sürekli değişiyordu.
Atina’da Hacıanesti hakkındaki “memnuniyetsizlik” de artıyordu.
‘Napolyon da orada olsa, Yunan ordusunu oradan çıkaramayacaktı’
26 Ağustos’ta başlayan taarruzun ikinci gününde ordu, Afyon’un kurtarılması ile asıl neticeyi almış, 30 Ağustos 1922’deki Başkomutan Meydan Muharebesi ile taarruz başarıya ulaşmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, 26-27 Ağustos günlerinde Afyonkarahisar’ın güneyinde ve doğusundaki Yunan cephelerini düşürdüklerini, “Yunan ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde (Kütahya) kuşattıklarını” yazıyordu.
Yunan kuvvetleri İzmir istikametinde Anadolu’dan çekilmeye başlamıştı.
Cephenin akıbetiyle ilgili bilgilerin iletişim sorunu nedeniyle geç ulaştığı Yunan hükümeti, Hacıanesti’nin yerine başkomutan olarak Afyonkarahisar’daki kolun başındaki General Nikolas Trikopis’i atadığında, taarruz sonuçlanmış, etrafı sarılan ordunun başındaki General Trikopis ile beraber bazı Yunan komutanlar, 2 Eylül 1922’de esir düşmüştü.
Türk ve Yunan kaynaklarına göre Trikopis, Hacıanesti’nin yerine başkomutan olarak atanmış olduğunu 4 Eylül 1922’de huzuruna çıkarıldığı Mustafa Kemal’den öğrendi.
Türk ordusu, Yunan işgali altındaki İzmir’e 9 Eylül 1922’de girdi.
Hacıanesti ise Yunan siyasi tarihine Altılar Davası olarak geçen süreçte “Küçük Asya Felaketi”nden sorumlu tutulan isimlerden biri olarak askeri mahkemede yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı.
Konstantinov Travlos, Hacıanesti’nin “taarruzdan bir önceki hafta ordusunu Afyonkarahisar’dan Eskişehir’e ve Dumlupınar’a doğru geri çekmek amacında olduğunu ve hükümetin buna izin vermemesi halinde istifa etmeyi” planladığına dair bir savunma yazdığını, Atina’ya giderek “hükümetten bunu talep etmeyi planladığını” söylüyor.
Travlos’un ifadesiyle Hacıanesti’nin bu adımını “ağırdan alması” sonucu taarruz başlıyor ve mahkeme önündeki savunmasında bu yazılı müdafaadan bahsetse de, Travlos’un ifadesiyle “günah keçisi” olmaktan kurtulamıyordu .
Üç ay komuta etmiş olmasına rağmen “Yunan ordusunun eksikliklerinin faturasının Hacıanesti’ye çıktığını” söyleyen Esra Özsüer, “Bence değil Hacıanesti, Napolyon da orada olsa, Yunan ordusunu oradan çıkaramayacaktı” diyor.| BBC