6-7 Eylül olaylarının 64. yıl dönümü
6-7 Eylül olaylarının, İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlere saldırıların düzenlendiği ve ‘tarihi utanç’ olarak nitelendirilen vakanın 64’üncü yıl dönümü.
İstanbullu gayrimüslim azınlıkların evleri, iş yerleri, okulları, kiliseleri, haçları ve değerli eşyaları yakılalı ve tahrip edileli 64 yıl oldu. Peki Türkiye toplumu tarihten ders çıkarabildi mi? O günün ‘günah keçisi’ kimlerdi ve dünden bugüne ne değişti?
1954’te Kıbrıslı Rumlar, dönemin İngiliz sömürge yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi başlatmış, Yunanistan’daki hükümet ise Kıbrıs halklarının kendi kaderini tayin hakkı konusunu Birleşmiş Milletler (BM) gündemine taşımıştı. Kıbrıslı Rumların, adanın Yunanistan’a bağlanması fikri gündeme getirildiğinde ise adadaki Türk ve Rum halklarını karşı karşıya getirmişti.
Bu sürece paralel olarak 1955 yılında Türkiye’deki medya tarafından İstanbul’da yaşayan Rum halkına karşı nefret söylemi içeren haberler yazılıyor; basında İstanbullu Rumların nasıl refah içinde yaşadıkları ve mutlu oldukları, Batı Trakyalı Türk azınlıklarla karşılaştırılıyordu. Bu da iki halk arasında tansiyonun giderek yükselmesini körüklüyordu.
1954’te kurulan Kıbrıs Türktür Cemiyeti, Kıbrıs meselesinin ‘millileşmesi’ adına önemli bir hamle olmuş, bu konu üzerine kamuoyu yaratmak için İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde çalışmalar yürütmüştü. Cemiyet dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından da destekleniyordu.
Selanik’te Atatürk’ün evine bomba konulması
5 Eylül 1955’te Selanik’te bulunan Atatürk’ün evine bomba koyulması Türk kamuoyunda büyük yankı buldu. Prof. Dr. Ayhan Aktar, Yunan polisinin yaptığı araştırmaya göre bombayı Yunanistan’daki Türk azınlığından Oktay Engin’in koyduğunu ve 6-7 Eylül olaylarından 5 yıl sonra kurulan Yassı Ada Mahkemeleri sırasında Engin’in Türk istihbaratı adına çalıştığını kaydetti.
Dönemin gazetelerinden İstanbul Ekspres 6 Eylül’de, İstanbul sokaklarında “Yazıyor! Atatürk’ün evinin bombalandığını yazıyor” ile büyük bir yankı bulmasının ardından Cumhuriyet tarihinde ‘kara leke’ olarak anılan 6-7 Eylül saldırıları tarih sahnesinde yerini aldı.
6-7 Eylül’de gayrimüslimlere saldırılar
Atatürk’ün evinin bombalandığı haberi üzerine akşam saatlerine doğru Taksim Meydanı’nda toparlanmaya başlayanlar, slogan ve afişlerle İstiklal Caddesi’ne doğru ilerleyerek Rum dükkanlarını tahrip etmeye başladı.
Olaylar İstanbul’un her yanına yayılırken, saldırılar kısa süre sonra yerini dükkanların yağmalanmasına bıraktı. Saldırıya uğrayan ve yağmalanan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si ise Yahudilere aitti.
Resmi kaynaklara göre, 6-7 Eylül Olayları bağlamında 4 bin 214 ev, bin işyeri, 73 kilise ve 26 okul tahrip edildi. İnsan hakları örgütü Helsinki Watch’a göre olaylarda 15 kişi hayatını kaybetti.
Gayrimüslimlerin dükkanlarının yağmalanması ve saldırı olaylarının kontrol altına alınamaması sebebiyle 6 Eylül gecesi sıkıyönetim ilan edildi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, yaşananlardan medyayı ve ‘bazı komünistleri’ sorumlu gösterdi. Bayar’ın açıklamasının ardından ise aralarında Aziz Nesin, Can Boratav, Zehra Kosova gibi isimlerin bulunduğu birçok yazar ve aydın askeri hapishaneye gönderildi.
Sorumlular kimdi?
Gayrimüslimler üzerine araştırmalar yapan sosyolog ve yazar Prof. Dr. Ayhan Aktar, şahıslar düzeyinde 6-7 Eylül olaylarını ‘kim yaptı’ sorusuna cevap bulanamayacağını, aksine Atatürk’ün evine bomba koydular denilerek, yani ‘mukaddes’ olan ulusal sembolleri kimin ustaca yönlendirdiğinin bulunması gerektiğini savunuyor.
6-7 Eylül olaylarının neticesinde Türkiye’de, özellikle İstanbul’da yaşayan, binlerce Rum ve gayrimüslim ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, mallarına el kondu.
Peki ‘tarihi utanç’ olarak anılan 6-7 Eylül Olaylarından bugüne ne değişti?
Bu sorunun cevabını aramaya yönelik, 6-7 Eylül olaylarına yol açan nefret söylemleri ve bugünün Türkiye’sinde bu tür saldırılara en çok maruz kalan gruplardan biri olan Suriyelilere yönelik söylemler arasında kısa bir karşılaştırma anlamlı olabilir.
6-7 Eylül olaylarında, dönemin gazetelerinde İstanbullu Rumların ‘zenginliği ve refahı’, Trakyalı Türklere kıyaslanarak ‘bizim gibi yaşamıyorlar’ denmişti. Aynı şekilde bugün de özellikle sosyal medyada, “TOKİ evleri Suriyelilere bedava veriliyor”, “Suriyeliler istediği üniversiteye sınavsız giriyor” ya da “Suriyelilerden vergi alınmıyor” gibi gerçeklikten uzak haberler yer buluyor.
Gayrimüslimlere ve Suriyelilere yönelik nefret söylemleri arasında benzerlik var mı?
‘Misafir’ olma
Prof. Dr. Ayhan Aktar, ‘6–7 Eylül olaylarından sonra İstanbul’da yaşayan gayrimüslim azınlıkların ve özellikle Rumların Cumhuriyet rejimine olan inancının ciddi anlamda sarsıldığını’ söylüyor. Aktar’a göre, 1942–43 yıllarındaki Varlık Vergisi uygulamasından sonra ikinci defa gayrimüslimler bu ülkede istenmediklerini ve can–mal güvencesinden yoksun olarak sanki bir ‘misafir’ gibi yaşadıklarını düşünmeye başlamışlardı.
Bugün Türkiye’de resmi olarak geçici koruma kapsamında yer alan Suriyeli sığınmacılara mülteci statüsü verilemediği için medya ve kamuoyunda göçmenlere ‘misafir’ denildiği görülüyor. Mülteciler Derneği olarak da bilinen Mülteciler ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, ‘misafir’ olarak görülen Suriyeli sığınmacıların geçici koruma altında olmasını ‘geleceklerinin bilinmezliği’ sebebiyle risk taşığını belirtiyor.
Teyit.org editörlerinden Suriyeli sığınmacılarla ilgili çalışmalar yapan Gülin Çavuş, misafir söyleminde aslında vurgulanmak istenenin ‘siz burada misafirsiniz, kalıcı değilsiniz’ olduğunu düşünüyor.
Medyanın ayrımcı dili
İstanbullu Rumlar medyada, ‘zengin ve mutlu’ olarak gösterilirken diğer yandan Trakyalı Türklerin Yunanistan’da kötü koşullar altında yaşadığı medya tarafından sürekli dile getirilmişti. Dönemin basını Kıbrıs adası üzerine anlaşmazlıkları ayrımcı bir dille haberleştiriyordu. İstanbul Ekspres gazetesi, Atatürk’ün evinin bombalandığı haberini ve istihbarat örgütleri ile ilişkisi olduğu öne sürülen Kamil Önal’ın “Mukeddesata el uzatanlara bunu pahalı ödeteceğiz” demecini manşete taşıyarak vermişti.
Ayhan Aktar, Ağustos 1955’te , İstanbul Rumlarının rahat yaşamları konusunda İstanbul basınında yüzlerce haber çıktığını, bunun da halk arasında ‘Rumların Türklerin aleyhine olarak zenginleştikleri’ yönünde bir izlenim yarattığını belirtiyor.
Teyit.org editörü Gülin Çavuş’a göre, Suriyelilere yönelik nefret söylemine neden olan iki önemli nokta var: Suriyelilere yönelik devlet yardımı konusunda yayılan iddiaların ayrımcı bir dil kullanılarak yapılması ve daha çok suç işlediklerine yönelik iddiaların yayıldığı yanlış haberler. Çavuş’a göre bu durum, ayrımcılığı pekiştiren bir dilin oluşmasına sebep oluyor.
Hrant Dink Vakfı Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi Araştırma Koordinatörü Funda Tekin’e göre ise Suriyeliler medyada, özellikle satır aralarında, tehdit olarak temsil ediliyor.
Gayrimüslimlere ve Suriyelilere yönelik nefret söylemleri arasında farklılıklar neler?
Alt sınıf – üst sınıf tepkisi
Prof. Dr. Baskın Oran, 6-7 Eylül olaylarının ve Suriyelilere yönelik nefret söylemlerinin temelde aynı şeyden kaynaklandığını savunuyor: İnsan faktörünün, kendisinden farklı olana tepkisi.
Oran, ‘6-7 Eylül rezaleti’, farklı olana (gayrimüslime) tepkinin yanı sıra, alt sınıfların üst sınıflara (zenginlere) tepkisini de temsil ettiğini vurguluyor. Fakat bununla birlikte, Suriyeli sığınmacılara yönelik nefret söylemlerinde farklı olana tepkinin yanı sıra, bu kez üst sınıfların, sığınmacıların oluşturduğu alt sınıflara tepkisini de temsil ettiğini belirtiyor.
“Yukarıdan tahrik”
6-7 Eylül Olayları Baskın Oran’ın ifadesiyle ‘yukarıdan’ (DP iktidarı) tarafından tahrik edilmişti. Oran, Türkiye’deki kitlenin ‘Millet Sistemi’ tarihi sebebiyle de asırlardan beri hazır olduğunu ifade ediyor.
Diğer yandan Suriyeli sığınmacılara yönelik nefret söylemi için yukarıdan tahrik olduğunu söylemek doğru olmaz. Suriyelilerle ilgili yayılan nefret söylemlerini anlayabilmek için daha çok sosyolojik eğilimleri incelemek gerekli. Özellikle sosyal medyada göründüğü haliyle ‘Suriyeliler işimizi çalıyorlar’ ya da ‘hırsızlık ve taciz’ olaylarına karışıyorlar gibi nefret söylemlerinin ekonomik ve sosyolojik birçok nedeni var. Suriyeli mültecileri hedef alan nefret söyleminin gerekçelerden yoksun olduğunu görmek için İçişleri Bakanlığı’nın 2014-2017 yılları arasındaki verilerine bakmak yeterli olacaktır. Bu rakamlara göre Suriyelilerin karıştığı olaylar, Türkiye’deki toplam suçların sadece yüzde 1,32’sine denk geliyor.
‘Dünden bugüne ne değişti?’ ve ‘Türkiye toplumu tarihten ders alabildi mi?’ gibi soruların cevaplarını bulmak çok güç. Fakat tarihte toplumsal şiddet olaylarına dönüşen 6-7 Eylül nefret suçu gibi olayların tekrarlanmaması için medyanın ve siyasetin önemi büyük.
Suriyeli sığınmacılar bağlamında nefret söyleminin ve saldırı olaylarının önüne geçebilmek için uzmanlar, hükümet kurumlarının göç konusunda daha şeffaf olması ve medyanın bu kişileri ayrıştırıcı dil kullanmadan işlemesini öneriyor.
Uzmanlar ayrıca, Suriyelilere yapılan yardımların çok büyük bir kısmının Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nden geldiğini fakat yardımların bu kurumlar tarafından yapıldığı halka net ifade edilmediği için “Suriyelilere daha fazla ayrıcalık tanındığı ve devletin kendi vatandaşlarını korumadığı” gibi algılara yol açtığını söylüyor./Euronews