İmparatorluktan Modern Devlete | Türkiye Cumhuriyeti
Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi, 1876-1878 ve 1908-1918 arasında meşruti monarşi ile yönetilmişti. I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğramasının ardından işgale uğrayan Anadolu’da halkın işgalcilere karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği Millî Mücadele, 1923 yılında millî güçlerin zaferi ile sonuçlandı…
“Büyük Millet Meclisi” adıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan halkın temsilcileri, 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922’de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.
27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet Paşa ile birlikte bir yasa değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923’te Meclis’e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu.
Cumhuriyetin ilanı, Ankara’da 101 pare top atışı ile duyuruldu ve 29 Ekim gecesi ile 30 Ekim 1923 tarihinde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede bir bayram havasında kutlandı.
98’inci yılında Türkiye ekonomisi umut vermiyor
Kuruluşunun 98’inci yılını kutlamayan Türkiye, 100’üncü yaşına kaygı veren ekonomik sorunlarla ilerliyor. Türk Lirası’ndaki değer kaybı, yüksek enflasyon ve işsizlik, geniş toplum kesimleri için geçim sıkıntısını artırıyor. Veriler, son 40 yılda Türkiye’nin dünya ticaretinden aldığı payın yerinde saydığını gösteriyor.
İmparatorluktan modern devlete
29 Ekim 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından modern bir devlet kurma amacı taşıyordu. Ekonomisi büyük oranda tarımsal üretimden oluşan ve ihtiyaçlarını karşılamak için dışa bağımlı olan genç cumhuriyet, kuruluşunun ilk yıllarında devlet eliyle gelişmeye ve üretmeye başladı.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çok partili sisteme geçen ve NATO’ya katılan Türkiye, ekonomide de özel sektör ve dışa açılmaya hız verdi. 1980 yılından itibaren dünya ile ticareti artıran Türkiye gerek küresel gerekse içeride yaşanılan krizlere rağmen özellikle Avrupa ülkeleri ile ticarette önemli başarılara ulaştı.
Ancak kuruluşunun 98’inci yılında Türkiye ekonomisi, hâlâ beklenen çıkışını gerçekleştirebilmiş değil. ‘Gelişmekte olan ülkeler’ liginde yer alan Türkiye, son dönemde hızlanan Türk Lirası’ndaki değer kaybı nedeniyle Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Meksika gibi gelişmekte olan ülkeler içerisinde 2021 yılında para birimi en çok değer kaybeden ülke haline geldi.
40 yıldır aynı payı alıyor
Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, Türkiye’nin dünya ticaretinden aldığı pay, son 40 yıldır yerinde sayıyor. 1980 yılında dünya ekonomisinin binde 86’sını oluşturan Türkiye, 2010 ile 2015 yılları arasında payını artırarak küresel ticaretten yüzde 1’in üzerinde pay almayı başarmıştı. Ancak son yıllarda ekonomideki bozulma nedeni ile 1980 seviyelerine geri dönüldü.
Türkiye ekonomisinin 98 yıllık öyküsünü DW Türkçe’ye değerlendiren İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı, kuruluşunun ilk yıllarında devlete dayalı bir sermaye birikim modelini hayata geçiren Türkiye’nin bu alanda başarılı sayılabilecek bir gelişim gösterdiğini söylüyor.
“Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki model doğruydu”
Bugüne gelindiğinde ise Türkiye ekonomisinin sanayi üretimi yoluyla oluşturulmak istenen sermaye birikimine ulaşamadığını ifade eden Prof. Günçavdı, “Bugünün birikimi öncelikle Anadolu’daki küçük ve orta ölçekli sermaye birikimine dayanıyor. Bu iktidar koalisyonu ile Türkiye 19 yıldır yönetiliyor. Bu sermaye sanayiyi değil daha çok ticaret, inşaat ve hizmet sektörü üzerinden bu birikimini sağlamaya çalışıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ekonomi modelinin toplumun geniş kesimlerinin refahını artırmak üzere kurgulandığını ve üretimde öncülüğü devletin yaptığını anlatan Günçavdı, “Bu doğru ve zamanına göre yenilikçi bir modeldi. Bugün ise bunun tam tersi yapılarak, toplumsal kesimler itibarıyla kapsayıcılığı son derece düşük ve belli kesimlere değer yaratan, üç beş tane işadamı ve onların çevresinde kümelenen iş çevrelerine değer aktaran bir model uygulanıyor” diye konuşuyor.
“Ekonomik sistem birkaç kişinin menfaatini güdüyor”
Türkiye ekonomisi son haftalarda hızla yükselen döviz kuru nedeniyle sıkıntılı günler yaşıyor. Özellikle son yıllarda Merkez Bankası başta olmak üzere ekonomiye yön veren tüm kurumların tek elden yönetilmesi, Türkiye ekonomisine olan güveni zedeliyor.
Türkiye’nin 98 yıllık tarihinde devlet girişimciliğini öne koyan bir modelden sadece birkaç kişinin menfaatlerini güden ve bir grubun siyasi ikbalini sağlamaya yönelik bir sisteme dönüştüğünü vurgulayan Günçavdı, “Türkiye ekonomisinin neredeyse 100 yıla gelen bu dönem içerisinde geldiği noktada budur” diyor.
G20 ekonomileri içinde son sırada
Ekonomideki kötü performans, Türkiye’nin küresel ligdeki yerini de geriletiyor. Birkaç yıl öncesine kadar G20 ülkeleri içerisinde ekonomik büyüklük olarak ilk 10’a girmeyi hedefleyen Türkiye, bugün G20 ülkeleri içerisinde son sırada yer alıyor.
Kişi başına gelir 8 yılda 4 bin dolar düştü
Giderek zayıflayan ekonomi, toplumun gelir düzeyini her yıl daha da aşağılara çekiyor. 2013 yılında 12 bin 600 dolara kadar çıkan kişi başına gelir, 2020’de 8 bin 500 dolar seviyesine kadar geriledi. 2021 yılında Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı düşünüldüğünde, kişi başına düşen gelirin daha da azalacağı hesaplanıyor.
Ancak ekonomideki kötü performans, Türkiye’nin G20 liginden düşeceği anlamına gelmiyor. G20 ülkeleri, yalnızca ekonomik büyüklüğe göre değil bölgesel ve diplomatik ağırlıkları ile değerlendiriliyor.
En yüksek enflasyona sahip ikinci ülke
Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon konusunda ise dünyada ilk sıralarda bulunuyor. Türkiye, uzun yıllardır ekonomik kriz yaşayan ve son verilere göre yüzde 50’nin üzerinde enflasyon olan Arjantin’in ardından, yüzde 20’ye dayanan enflasyonla ikinci sırada yer alıyor. Ancak Türkiye’de iktisatçılar, gerçek enflasyonunun resmi rakamların iki katına ulaştığını belirtiyorlar.
“Yatırımcılar önünü göremiyor”
Bu nedenle Türkiye ihracatının önemli kısmının otomotiv, tekstil, beyaz eşya gibi standart teknolojilere sahip sektörlerden geldiğini ifade eden Prof. Yılmaz, ancak ileri teknolojili ürünlerin toplam ihracatın yalnızca yüzde 3,5’ini oluşturduğunu kaydediyor.
Son yıllarda ise Türkiye ekonomisinde ciddi bir geriye gidiş olduğunu belirten Yılmaz, “Tamamen belirsizliğin arttığı, yatırımcının yatırım yaparken iki kere değil beş kere düşündüğü bir döneme gelmiş durumdayız. Çünkü önünü göremiyor artık. Üç ay sonrasını, altı ay sonrasını göremiyor” diye konuşuyor.
“Ekonomide cin şişeden çıktı”
Yakın gelecekte başta enflasyon olmak üzere, ekonomideki sıkıntıların artacağını vurgulayan Yılmaz, “Şu anda Türkiye’de cin şişeden çıkmış durumda. Enflasyon cini şişeden çıktı. Gelecek yıl enflasyonda yüzde 20’leri mumla arayacağız. Çünkü kur artıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
“Türkiye orta gelir tuzağına sıkıştı”
Türkiye’de siyasi iktidarların ekonomiyi büyütecek tedbirler, eğitim ve vergi gibi alanlarda önemli reformlar yapmak yerine popülist politikaları tercih ettiğini dile getiren Prof. Yılmaz, bu durumun Türkiye’yi belli bir seviyeden ileri gidemeyen ve bir süre sonra gerileyen ülkeler için kullanılan “orta gelir tuzağı”na sıkıştırdığını söylüyor. Yılmaz, şu görüşleri dile getiriyor:
“Eğer biz uzun erimli politikaları uygulayabilmiş olsaydık, rekabet gücümüzü artırmış olsaydık o zaman işte bu doğrudan orta gelir tuzağı dediğimiz tuzağa düşmezdik. Yani kişi başına gelirde 8 bin dolarlara düştük ve 20 bin dolarlara atlayamıyoruz.
Bunu başaran bir, iki ülke var Güney Kore gibi. Ama biz bunu başaramıyoruz. Bu gidişle yüzüncü yılda da kesinlikle başaramayacağız. Umarım ikinci yüzyılda başarabiliriz.”|DerVirgül
© Foto: DerVirgül
Ek Kaynaklar: Deutsche Welle Türkçe/wikipedia.org