“Bu artık cinskırım”
Kadın cinayetlerine dikkat çekmek için “Bu artık cinskırım” sözleriyle yeni bir kampanya başlatan kadınlar, Meclis’i harekete geçmeye çağırıyor. Peki kadın hakları savunucuları “cinskırım”la ne demek istiyor?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 2019’da 336, 2020’de ise 266 kadının hayatını kaybettiğini belirterek kadın cinayetlerinde yüzde 21 oranında düşüş olduğunu açıkladı. Ancak kadın cinayeti verilerini basına yansıdığı kadarıyla toplamaya çalışan kadın örgütlerine göre bu sayılar gerçeği yansıtmaktan uzak. Kadın hakları savunucularına göre, kadınları erkek şiddetine karşı korumakla yükümlü olan devletin veri ve bilgi paylaşımında şeffaf davranması oldukça önemli.
Türkiye’de her ay onlarca kadın, erkek şiddeti sonucu hayatını kaybediyor. Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), kadın cinayetlerinin Türkiye’de “cinskırım” boyutuna ulaştığını belirterek bir kampanya başlattı. Meclis’i göreve çağıran kampanyaya verilen destek, her geçen gün büyüyor. Kampanyaya destek verenler, Meclis’in acil gündemle toplanmasını talep ediyor.
Peki sosyal medya gündemine oturan “cinskırım” ne demek?
Feminist hukukçu Eylem Atılgan, Güney Amerika ülkelerinde “feminicidio” olarak tabir edilen “cinskırım”, yani kadın katliamı ile “kadın cinayeti” anlamına gelen “femicidio”” arasında fark olduğuna dikkat çekiyor.
“Femicide” (kadın cinayeti) kadının kadın olması nedeniyle öldürülmesidir. “Feminicidio” (cinskırım) ise devletin kadını korumaması, cinayetleri önlememesi ve faili cezalandırmaması nedeniyle sistematik hale gelmiş, devletin de rolü olan suç türü olarak tanımlanıyor. Türkiye’deki kadın hareketi bu son kampanya ile “cinskırım” olgusunu adlandırıyor ve devleti koruma, engelleme görevini ifa etmeye çağırıyor.
“Cinskırım” devletin rolüne dikkat çekiyor
DW Türkçe’nin haberine göre, “Cinskırım”ın suç olarak düzenlendiği ülkeler var. Meksika, onlardan biri. Kadın cinayeti sayılarının oldukça yüksek olduğu ülkede, 2015-2019 yılları arasında en az 3 bin 80 kadın öldürüldü. Meksika’da devletin bu cinayetlerdeki rolünü ve kadın cinayetlerinin sistematikliğini vurgulayan suç türü, 2012’den beri federal yasalarda var. Meksika’da cinskırımın yanı sıra kadın cinayeti de bir suç türü olarak kanunda yer alıyor. Türkiye’de ise ceza kanununda “kadın cinayeti” adı altında düzenlenmiş bir suç yok.
Atılgan, “Cinskırım, devletin kadını korumayarak bu suçları azmettirdiği, cezasızlıkla bu suçların işlenmesini kolaylaştırdığı bir suç türü. Türkiye’de kadın hareketi şu anda ‘cinskırım’ diyerek kadın cinayetinin Türk Ceza Kanunu’na suç türü olarak girmesinin bir adım ötesine gitmiş durumda” diyor.
Avukat Gökçeçiçek Ayata, cinskırım kampanyasına destek veren kadın hakları savunucularından biri. “Günde en az üç kadının öldürüldüğü, bir o kadar şüpheli ölüm ve intiharla da kadınların yaşamdan koparıldığı bu şiddetin adı artık cinskırımdır” diye konuşuyor. Kadınlar olarak Meclis’in kadın katliamı gündemiyle toplanmasını, İstanbul Sözleşmesi ile 6284 Sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un etkin şekilde uygulanmasını talep ettiklerini dile getiriyor. Ayata, bir yandan yetkilileri göreve çağırırken, diğer yandan da devletin kadın cinayetleri konusundaki faaliyetlerinin yetersiz olduğuna dikkat çekiyor:
“Ne yazık ki Türkiye’de bugüne kadar devlet tarafından gerçekleştirilmiş sadece iki tane kadına yönelik şiddet araştırması söz konusu.”
“Kaç kadının koruma altında öldürüldüğü verisi yok”
Tek sorun, kadına yönelik şiddet araştırmasının azlığı da değil. Türkiye’de resmi kurumların açıkladığı kadın cinayetlerine dair veriler kadın örgütlerinin derlediği sayılarla uyuşmadığı gibi, devlet bu verileri şeffaf bir şekilde kamuoyuyla da paylaşmıyor. Öte yandan, kadın örgütleri erkek şiddetine dair hazırladıkları raporlarda şüpheli kadın ölümlerine de yer veriyor fakat İçişleri Bakanlığı verilerinde sadece öldürülen kadınlara dair rakamlar yer alıyor. Kadınların çabalarıyla ülke gündemine oturan üniversite öğrencisi Şule Çet’in ölümünde olduğu gibi, intihar süsü verilen şüpheli kadın ölümleri de var. Bu şüpheli ölümler araştırılmadığı için devlet istatistiklerine yansımıyor.
Türkiye’de kadın örgütleri, tek bir kadının dahi erkek şiddetine kurban gitmemesi için devletin üzerine düşeni yapmasını gerektiği konusunda yetkilileri sıklıkla uyarıyor. Eylem Atılgan, önemli bir noktaya dikkat çekerek devletin kadın cinayeti verilerini sağlıklı bir şekilde toplamaması sonucu söz konusu cinayetlerde devletin rolünün görünmez hale geldiğini belirtiyor:
“Veri toplanmadığı zaman biz şunu diyemiyoruz mesela: Kaç kadın devlet koruması altındayken öldürüldü? Kaç kadın koruma talep etmesine rağmen koruma verilmediği için öldürüldü? Sistematiklemiş, işkenceye dönmüş cinayet biçimleri var. Bu veriler bizim mücadele alanımızın zemini.”
Atılgan’a göre, devletin veri ve bilgi paylaşımında şeffaf davranmaması bir nevi koruma zırhı da yaratıyor ve resmi makamlar bu zırhın arkasına saklanabiliyor çünkü devletin cinayetlerdeki rolü açığa çıkmıyor. Feminist hukukçu, şeffaf veri ve bilgi paylaşımının devletin sorumluluğunu ortaya koyacak olması açısından oldukça önemli olduğunu vurguluyor.