‘Erk’ çelişkisi içinde ‘erk’ek ve kadına yönelik şiddet
“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan” anlaşılabilir mi erkek şiddeti?
Aslıhan ÖZTÜRK
Gün geçmiyor ki, korkunç bir kadın cinayetine öfkeyle isyan etmeyelim. Failler hep erkek; eski kocalar, bir türlü “eski olamayan” kocalar ve sokaktaki erkekler…
“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan” anlaşılabilir mi erkek şiddeti?
“Erk”in cinsiyetlenerek somutlandığı erkek, kadın ve diğer tüm erkekler üzerinde güç sahibi olması beklenen varlık olarak toplumsalı kuran özne konumundadır. Kökeni, tarih boyunca farklı şekiller alan ataerkillikte yatan erkeklik, iktidarla özdeştir. Krallar, tanrılar, beyler, fatihler, komutanlar, reisler; bugün başkanlar, diktatörler, ceo’lar ve mafya babalarıyla arz-ı endam etmekte.
Ancak erkeğin flört ilişkisinde, ailede, devlette, sokakta ve yataktaki “reis”liği göründüğü kadar sorunsuz ve kolay değil. Erkeğin iktidar ile olan zorlu savaşı yaşam boyu sürer. Erkeğe yüklenen iktidarın her koşulda gerçekleşmesi olası bir durum değil. Her iktidar karşısında direnç yarattığı gibi hem kadınlar hem de diğer erkekler üzerindeki erkek iktidarı çoğu kez dirençle karşılaşmaktadır. Kesin bir iktidar kurmanın imkânsıza yakın olduğu düşünüldüğünde gerilimin artması ve kesin bir iktidar kurmak ya da iktidarı sağlamlaştırmak için şiddet kullanması kaçınılmaz olmaktadır. Modernleşmeyle birlikte kadınların sosyal ve ekonomik yaşamın hemen her alanında daha çok görünür olması, özgürleşme mücadelesi ve şiddete karşı mücadelesinin gelişmeye başlamasıyla birlikte erkeklerin ataerkil iktidarlarının başta aile üzerinde olmak üzere sarsılması, erkeklik krizine neden olmakta. Cinsiyet eşitliğine yönelik dönüşüme direnen erkekler için bu durum, iktidar kaybı anlamına gelmekte ve şiddet hem iktidarı kurmanın aracı olabilmekte hem de hasar gören “erkeklik onurunun” tamiri işlevi görmekte.
Erkekliğin iktidar ve şiddetle kuşatılması, ataerkil iktidarın sürdürülmesi için gereklidir. Çocukluk dönemindeki sosyalleşmeden başlayarak içselleştirilen hegemonik erkeklik değerleri, bu değerlerin dışında olanları dışlama, aşağılama ve “erkeklik”ten düşürme ile cezalandırarak, kadınlığın ikincil konumunun sürmesine katkı sağlar. Hegemonik erkeklik değerleri, farklı tarihsel, toplumsal ve ekonomik yapılarda farklılık göstermekle birlikte öncelikli olarak kadınlar üzerinde iktidar kurma odağında gelişen ve değişebilen, toplum tarafından geçerli görülen değerlerdir. Aile, cinsellik, ekonomi, bilim, hukuk ve diğer bütün toplumsal yapı bileşenleri içinde erkekliğe iliştirilen fiziksel ve psikolojik güç, dayanıklılık, cesaret, etkin olma, heteroseksüellik ve gerektiğinde şiddet kullanma gibi özelliklere sahip olabilen erkeklerin erkeklikleri, diğerlerine göre üstün konumdadır. Bu açıdan bakıldığında, hegemonik erkeklik değerleriyle erkek, doğanın ve emeğin sömürüsüne dayalı düzenin varlığını sürdürmesi için gerekli olan disiplin mekanizmasının askeri olmaktadır.
NASIL ANLAMALI?
Yaşam boyu iktidar iddiası ve şiddetle örülen erkekliğin anatomisini çıkarabilmek için toplumsal yaşamın her alanına bakmak gerekiyor. Genellikle erkeğe konan isimden başlayarak, çocukluk döneminde anne, baba ve kardeş başta olmak üzere çevreyle olan ilişki, okul yaşamı, askerlik, iş yaşamı ve evlilik sürecinde erkekliğin güç ve güçsüzlük çelişkisi içinde kurulması, “gerektiğinde” şiddet kullanma yetkisi ile “onurlandırılması”, “karanlığın” yapıtaşlarını oluşturuyor. Kadınların kendilerini var etmelerine yönelik her tür engel, erkek hegemonyasının sürmesine hizmet eden, meşru kılınmış toplumsal eylemler olarak sıradanlaşmakta.
Bu dertlerle yola çıktığım araştırmamda, eşine şiddet uygulamaktan dolayı tutuklu ya da hükümlü olarak cezaevlerinde “yatan” on iki (onu cinayet suçu ile) erkek ve Adsız Alkolikler grubundan eşine şiddet uygulamış ya da uygulamakta olan beş erkeğin yaşam öyküleri üzerinden, erkekliğin iktidar ve şiddet ekseninde kuruluşunun izini sürdüm.
Araştırma, erkekler için erkek olmanın en önemli koşulu, kadın üzerinde iktidar kurabilmek olduğunu gösteriyor. Güçlü olmak, ailenin geçimini sağlamak, özgür olmak, sorumluluk taşımak, cinsel ilişki kurmak, askerlik yapmak ve silah sahibi olmakla tanımlayan erkekler, Türkiye’deki hegemonik erkeklik idealini anlama yönünde ipuçları vermekte. Erkek egemenliğini açık bir şekilde savunan, güçlü ve sert bir erkekliğe vurgu yapan erkekler olduğu gibi erkek egemenliğini savunduğu halde, kendini güçlü bir erkek olarak tanımlamak yerine güçsüzlüğüne ve güvensizliğine vurgu yapan erkekler de bulunuyor. İkinci gruptaki erkeklerin daha çok Adsız Alkolikler grubundan erkeklerin olması, uzun yıllar süren rehabilite edici grup çalışmaları sonucunda farkındalıklarının artması ile ilgili. Erkeğin güç ve güçsüzlük çelişkisini iyi bir şekilde özetleyen bu durum, şiddetin ardındaki “iktidarsızlık” korkusunu ele veriyor.
“İmkânsız iktidar”(1) olan erkek iktidarın ya da daha ileri bir soyutlama düzeyinde konuşacak olursak eril iktidarın, mutlak bir şekilde her koşulda kurulması, karmaşıklaşan toplumsal cinsiyet ilişkileri içinde olası olamamaktadır. İktidarına karşı direnişin genişlemesine karşı tepki olarak daha çok silah kuşanabilen erkeğin durumunu, Can Dündar (2) şöyle anlatır:
“Erkek, iktidar tahtından vurarak, vuruşarak çekiliyor. Ama nihayette, sallanan bir tahtın gümbürtüsü bu.”
Peki, erkeklik nasıl bu şekilde yapılanıyor? Bunun cevabını, erkeğin çocukluk döneminden itibaren başlayan ve yaşam boyu süren erkeklik kuşatması üzerinden anlamaya çalışmak gerekiyor. Bu çaba ise toplumsal cinsiyet düzeninin bileşenleri olan aile ve evlilik, kapitalizm, eğitim sistemi, militer devlet kurumları gibi çok sayıda kurumu ve bunlarla ilişkili olarak şekillenen farklı deneyimleri birlikte ele almayı gerektiriyor.
ÇOCUKLUKTA ERKEKLİK…
Yaptığım görüşmelerin gösterdiği üzere çocukluk dönemindeki şiddet deneyimi, şiddetin öğrenilmesinde ve normalleşmesinde önemli bir etkiye sahip. Özellikle babanın anneye şiddet uyguladığına tanık olmak, erkeklerin üzüldüklerini belirttikleri bir durum olmasına ve bir kısmının da “kendilerinin asla babaları gibi bir erkek olmak istememelerine” yol açmasına karşın, yetişkinlik döneminde kadına şiddet uygulamalarını çoğu kez engelleyememekte. Anne, baba ve diğer erkek kardeşler tarafından yoğun düzeyde şiddet görmek, yaşanan mahalle ya da köyde şiddete tanık olmak da benzer etkide bulunuyor. Az sayıda da olsa erkekler tarafından cinsel tacize maruz kaldığını itiraf eden erkekler, görünürlüğü az olan oğlan çocuğa yönelik cinsel istismarın yaşattıklarının etkisini ortaya koyuyor. Ancak çocukluk döneminde yoğun şekilde şiddete tanık olan ve doğrudan şiddete maruz kalan tüm erkeklerin şiddet uygulamadığı gerçeğini unutmadan, önemli risk etmeni olan bu durumun şiddet için bahane olarak kullanılmamasına dikkat etmek gerekiyor.
Eğitim sistemindeki şiddet ve yoksulluk nedeniyle dışlanma, erkeği güçsüzleştiren deneyimler olarak göze çarparken, özellikle çocukluk döneminde hırsızlık suçundan dolayı cezaevinde bulunan bir erkek, şiddetin temelinde cezaevinde yaşadıklarının etkili olduğunu ortaya koyarak, şiddetin toplum tarafından erkeğe nasıl giydirildiğinin resmini çiziyor. Beklendiği üzere oğlan çocukların özellikle ergenlik döneminde “erkek olmaya çalışırken”, çevrelerindeki ya da medyadaki hegemonik erkeklik modellerini model alması da resmi tamamlayan önemli bir etmen. Cüneyt Arkın ön plana çıkan figür olurken, şiddet içerikli boks, tekvando gibi eril sporlarla bu sürecin desteklendiği görülüyor.
YETİŞKİN ERKEKLİK…
Eğitim düzeyi düşük erkekler için genellikle askerlikle başlayan yetişkinlik, erkeğe “sürüne sürüne erkek olmayı”(3) öğretirken, erkeği şiddetin bilgisi ve şiddet kullanma yetkisi ile donatıyor. Bu süreçte erkekler arasındaki hiyerarşi ve ezme ezilme ilişkisi, erkeğin iktidar ve şiddetle ilişkisini çelişik şekilde kuran etmenlerden. Görüştüğüm erkeklerin arasında önemli sayıda erkeğin -ki bir kısmı Terörle Mücadele Şubesi gibi birimlerde çalışmış polisler- Kürt/ milliyetçilik sorunu nedeniyle yaklaşık 30 yıl boyunca süren silahlı çatışmaların içinde etkin olarak yer almış askerler ya da bu şiddetin doğrudan hedefi olmuş erkekler. Bu süreçte bilinçli olarak şiddet uygulamayı seçen ve bundan rahatsızlık duymayan erkekler olduğu gibi emir- komuta zinciri içinde zorunlu olduğu için şiddet uygulayan ve özellikle bölge halkına uyguladıkları şiddetten dolayı travma yaşayan erkekler de bulunuyor. 1990’larda sokakta Kürtçe konuştuğu için gözaltına alınan, askerde Kürt olduğu için şiddet gören ve sonraki siyasi yaşamında işkence gören ve zihinsel sağlığının bozulmuş olduğundan şüphe duyduğum bir erkeğin eşine uyguladığı korkunç düzeydeki şiddeti, şu sözlerle anlatması, şiddet sarmalını göz önüne seriyor.
“İlk kötü yaptığımı, bir Yahudi Filistinliye yapmaz, belki Çevik Kuvvet, PKK’lıya yapmaz”
Erkekliğin üretim ilişkileri bağlamında şiddetle yapılanmasında yoksulluk, yoksulluğun olmadığı durumda işle ilgili kaygılar ve tüketim kültürünün baskısı gibi etmenlerin olduğu görülüyor. Ancak daha da önemlisi,evlilik sürecindeki “koca”nın kadın üzerinde kurmaya çalıştığı iktidarla beliren çatışma. Geleneksel anlamıyla evliliğin kadının ücretli emeği, ücretsiz ev içi emeği, dış görünüşü, cinselliği ve sosyal ilişkileri üzerinde iktidar kurmakla özdeş olması nedeniyle reisi olduğu evin içindeki iktidar konumunu sağlamak ya da dirençle karşılaştığında ve toplumdaki güçlü erkek konumunu yitirdiğinde sarsılan iktidarını yeniden kurmak üzere şiddet kullanıyor. Kadının özgürleşme mücadelesi, şiddete karşı mücadelesi özellikle boşanma ya da boşanma isteği ile sonuçlandığında, erkeğin kalesindeki son silahlar sahneye sürülüyor…
“Fazla giyim kuşamdan artıyo, kadın cinayetleri. Türk kadını gibi değil, yabancı gibi olmaya çalışıyolar. Eskiden kocası dövse de kadın sadıktı. Babam, annemin sırtında sopa kırardı. Babam gidip anasına babasına bişey demedi. Şimdi dayak değil, onu savunmuyorum. Bara çıkıp, parfüm alıyosun. Yuvanı unutuyosun.”
YOLUN SONUNA GELİRKEN…
Tüm bu tartışmalar ışığında düşünüldüğünde toplumsal bir kurgu olan erkekliğin, erkeği iktidar ve şiddet ekseninde kurgulamasının yaşam boyu sürdüğü görülüyor. Kadın üzerinde iktidar kurmanın bir aracı olan ve toplumsal olarak üretilen şiddet, iktidarın sarsılması durumunda da erkeklik onurunu kurtarıcı olmakta. Mutlak bir erkek iktidarına dayalı ataerkil erkekliğin kapitalizm ve modernleşmeyle birlikte çözülmeye başlaması ve kadın mücadelesinin güçlenmesi gibi etkenler, erkeği güçsüzleştiren farklı yaşam deneyimleriyle de birleştiğinde, iktidar iddiasındaki erkeğin krizine yol açmakta, şiddet de krizi derinleştirerek erkek egemenliğini ayakta tutmaya çalışmakta.
Bu yoldan çıkış için erkekliğin “iktidar”sızlaşmasına ihtiyacımız var…